Ahmet Cevdet Paşa üzerinden muhafazakârlık resimleri -1

Türkiye muhafazakârlaşıyor mu/dindarlaşıyor mu sorusu tekrar gündemde. Gündemde ama meseleyi tartışmaya kalkanlar daha doğrusu Türkiye'nin dindarlaştığını söyleyenler zaman olarak kendi aile tarihlerini, mekân olarak da doğup büyüdükleri yedi soylarının dayandığı semti örnekleme yoluna gidiyorlar. Tek tek vakalar üzerinden hafakan geçirme psikolojisi aşılamadığı için de, değişmekte olanın resmi tam olarak tasvir edilemiyor.

Defaatle söylediğim şeyi bir defa daha tekrarlamak durumundayım. Yayımızı en az 150 yıl öncesine germeden durumu tespit etmemiz mümkün değildir. Bir ülkenin sosyal gerçekliği söz konusu olduğunda diş çıkaran çocuk tedirginliği merkeze konularak yol alınmaz.

Türkiye'nin muhafazakârlaştığını/ dindarlaştığını iddia edenler sokakların dili üzerinden analizde bulunuyor. Oysa sokakların dili bize sadece artık nüfusun büyük çoğunluğunun köylerde değil kentlerde yaşadığını veriyor. Sokakların dili ile ilgili diğer önemli gösterge ise insanların artık ev merkezli, aile-akraba merkezli yaşamaktan giderek uzaklaştığını gösteriyor.

Türkiye'nin ne kadar "dindarlaşamadığını" Ahmet Cevdet Paşa(1822-1895) üzerinden anlatmayı deneyeceğim. Daha doğrusu Ahmet Cevdet Paşa'nın mektupları üzerinden.

"Ahmet Cevdet Paşa'nın Aile Mektupları"nı Doç. Dr. Ahmet Cihan yayına hazırlamış. Bu mektupların birkaçından Mübahat Kütükoğlu'nun Ahmet Cevdet Paşa Sempozyumu'na sunmuş olduğu tebliğ dolayısıyla haberdardım. Nitekim Fatma Aliye: Uzak Ülke romanı için bu mektuplardan ziyadesiyle istifade ettim. Çünkü mektuplar olanca resmiliğine rağmen, yine de Ahmet Cevdet Paşa ailesinin mahrem çizgilerini vermesi açısından romanı üzerine bina edebileceğim çok özel renkler sundu. Nitekim Ahmet Cevdet Paşa'nın mektupları ile ilgili olarak İlber Ortaylı "İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı"nda şu tespiti yapıyor:"Cevdet Paşa'nın eşine yazdığı mektuplar ağırbaşlı fakat muhabbet dolu mektuplardı"" (sh.268)

Muhabbetin zarafeti için lütfen şu satırlara dikkat ediniz: "Bu hafta aldığım mektupta keyifsiz olduğunuzu yazmışsın. Kederimden bir iki gece uyku uyuyamayıp ben de keyifsiz gibi oldum. Ne yapayım, Cenab-ı Hak heman sıhhat ve afiyet idüp de kariben Dersaadetde mülakatımızı müyesser eylesin."

Ahmet Cevdet Paşa'nın imparatorluk coğrafyasının farklı vilayetlerinde görev yaparken ailesine yazdığı bu mektuplar geldiğimiz yeri anlayabilmemiz ve anlamlandırabilmemiz açısından çok önemli. Çünkü bu mektuplar ailesinden uzakta bulunan Cevdet Paşa'nın bir taraftan ağır şartlar altında geçen teftiş günlerine dair önemli bilgiler veriyor bir taraftan da İstanbul'daki konağın mali düzenini satırlar üzerinden yönetebilme çabasını: "Benim gibi, sen de paranın kadrini bilip de arttırmış olsaydın iyice paramız birikir idi. Ben, bu kadar kalabalığı idare ettikten sonra size göndermek içun para dahi artırıyorum. Bu sözüm latifedir, yoksa haset edip de zahmet çekmenizi hiç tecviz etmem bilirsin. İki gözüm efendim."

Mektupları okudukça 1864 yılında yazılmış olan satırlar üzerinden zevc ve zevcenin birbirlerine olan sitemlerinin değişmeyen renklerini yakalamak etkileyici ve düşündürücü. Adviye Hanım "efendisinin" aylar süren teftişinden bunalmıştır. Üstelik bir bebek beklerken, paşa bırakıp gitmiş; onun yokluğunda bebek dünyaya gelmiş adı Emine Semiye konmuştur. (Kitabı yayına hazırlayan Emine Sümeyye olarak okumuş ki daha önce yapılmış bütün çalışmalarda Paşa'nın ikinci kızının adı Emine Semiye olarak geçmektedir. O halde okuyucu olarak Doç .Dr. Ahmet Cihan'ın neden Sümeyye ismini tercih ettiğini bilmeye hakkımız var diye düşünüyorum.) İnşallah erkek olur diye dua ettiği bebek bir kız olarak dünyaya gelmiş, lakin Paşa'nın devlet işleri bir türlü bitmemiştir. Devlet işi neyse de. Ya gönül işi. Adviye Hanım türlü dedikodulara muhatap olmaktadır. Ahmet Cevdet Paşa'nın o uzak diyarlarda evlendiği bile söylenmektedir. Paşanın bu satırlara mukabelesi karakterinin bütün ipuçlarını verecek özelikler taşımaktadır adeta: "Yine evlenmek lakırdıları yazmışsın. Artık bu sözleri istemem. Halkın ağzına niçin bakıyorsun. Ben evlenecek olduğum vakit başımdan bir nikah geçmek niyetiyle evlendim ve Allah'tan öyle istedim. Şimdiye kadar başka suret hatırıma gelmedi ve Allah göstermesin. Halkın dedisi kodusu bitmez ve niçin söylüyorlar diye gücenmek iktiza etmez."

Ahmet Cevdet Paşa'nın mektuplarına Cuma günü de devam edelim. Çünkü bu vesile ile haza Osmanlı efendisinin portresindeki ana çizgilere ulaşma imkanı da bulmuş olacağız. Şimdiye kadar daima kadın ve aile kelimeleri bir terkip içinde birbirini bütünledi. Oysa İslamiyet'te aileden doğrudan sorumlu olarak erkek görülür. Tanzimat sonrası başlayan kadın ve aile vurgusunu günümüzde tekrar erkek ve aile üzerinde yoğunlaştırabilmek için öncelikle haza Osmanlı erkeğinin özelliklerinde düşünmemiz gerekiyor.

Yeni Şafak