Ahmet Cevdet Paşa üzerinden Muhafazakârlık resimleri -3
Ahmet Cevdet Paşa, Balkan seyahati boyunca mektuplarında en ziyade oğlu Ali Sedat'tan bahsetmektedir. Ali Sedat'ın o sıralar 5-6 yaşında, Fatma Aliye'nin iki yaşında Emine Semiye'nin ise henüz doğmadığı hatırlanacak olursa bu bahsedişte bir fevkaladeliğin olmadığı anlaşılacaktır.
Paşa gelmekte olan bebeğin erkek olmasını kuvvetle istemekte, o kadar ki bebeğin adını bile hazırlamış bulunmaktadır: İsmail Neyir.İsmail, Cevdet Paşa'nın;Neyyir ise zevcesi Adviye Hanımın babasının adıdır.
Lakin gelmekte olan bebek bir kızdır: Emine Semiye.
Erkek evlad bekleyen Paşa (ki o zamanlar Cevdet Efendi'dir) kız evladı olduğu haberiyle duyduğu mutluluğu şu şekilde ifade eder:
"Ramazan-ı şerifin ilk günü ki, sizin ve kerimemizin sağlık ve selametiniz günü olmakla bizce ol gün adeta bir bayram günüdür."
Tarihler Ahmet Cevdet Paşa'nın küçük kızından İttihat Terakki'nin kadın ajanı diye bahsedecek, edebiyat tarihleri onu ilk feminist Osmanlı edebiyatçısı olarak adlandırılacaktır.
Mektuplarında Balkan yolculuğunun ağır şartları içinde gördüğü her şey paşaya adeta oğlu Ali Sedat'ı hatırlatmaktadır. Ali Sedat için Arnavut elbisesi sipariş edilmiştir mesela.Adviye Hanım Ali Sedat'ın Arnavut kıyafetleri içinde "fotoğrafını aldırmış" paşaya göndermiştir:
"Ali Sedat'ın tasvirini göndermişsiniz. Gah cebimde taşıyor ve gah öpüp karşımda tutuyorum.(")Ali Sedat Bey'e Arnavud esvabı nasıl güzel yakışmış,eğer isterse Saraybosna'ya gittiğim vakit bir kat Boşnak esvabı dahi yaptırayım.Ama kendi isteyüp giyer mi,bir kere su'al et.Eğer giymez ise nafile yaptırmayalım."
Ama bizi esas ilgilendiren cümle şudur:
"Ali Sedat maşallah teala, hatmetmiş. Allah nazardan saklasın. İbrahim Efendi'ye bir ikram etmek münasiptir."
Yukarıda okumuş olduğunuz mektubun tarihi 15 Ağustos 1864.Ali Sedat Bey'in 1857 doğumlu olduğu bilindiğine göre, demek ki o sıralar 6-7 yaşlarında.Nitekim Prof.Dr.Mübahat Kütükoğlu da Ali Sedat Bey'in altı yaşında hatmettiğini belirtiyor.Ahmet Cevdet Paşa'nın sadece oğlu değil kızı Fatma Aliye de beş yaşında Kur'an-ı Kerim'i okumayı öğrenmiş, yedi yaşına geldiğinde mızraklı ilmihali, Kan kalesini, Muhayyelat-ı Aziz efendiyi okuyacak kıvama gelmiştir.
Türkiye muhafazakarlaşıyor mu/dindarlaşıyor mu sorusu için işte tam da bu noktadan cevap arayalım. Aileler çocuklarına beş yaşında Kur'an-ı Kerim okutmak gibi bir imkana sahip değil. Okul öncesi eğitimde "din dersi" ve Kur'an-ı Kerim okumak/okutmak hiçbir öncelikli yere sahip olmadığı gibi, üstelik yasak.Türkiye'de çocukların din ile buluşma yaşı gittikçe erteleniyor.Daha önce çocuklar ilk okul sonrası Kur'an kurslarına gönderilebilirken ilk öğretim uygulaması adı altında mecburi eğitim sekiz yıla çıkınca, Kur'an eğitimi için asla doğru olmayacak bir zaman dilimine zorlanmış oluyor aileler.
Üç-dört yaşındaki çocuklarını büyük ideallerle çoğu defa çocuğa rağmen bale eğitimine ya da spora başlatan ailelerin tutumları asla eleştiri konusu yapılmaz iken; ilkokul öncesi çocuklara dini eğitim vermek adeta her vesile ile şeriat yanlısı bir tutum olarak mercek altına alınarak, aileler "sakıncalı" ilan ediliyor. İlk öğretim sonrası ergenlik sınırları içinde çocuklara dini eğitim vermek ise imkansızı başarmak anlamına gelebilecek bir durum. Zamanın tamamen örgütlü zaman olarak yaşandığı günümüz şartlarında, ailelerin çocuklarına örgütlü bir zaman içinde din dersi veremiyor oluşu, gençliği katı bir red ve kabul çizgisine götürmekte.
Cehalet ile esnekliğin kaybedilişi arasında doğru orantı olduğunu söylemek mümkün. Velhasıl Türkiye'de olan biten şey muhafazakarlık değil,dini bilgiye ulaşması engellenen gençlerin hangi görüşte olursa olsun katı bir kimlik içinde kilitli kalmaları .
Cumhuriyetin ilk yılları için kısmen anlaşılabilecek bir durum olan "katı kimlik" 21. yüzyıl Türkiye'si için gezegen dışı kalmak anlamına geliyor.
Ahmet Cevdet Paşa ve ailesine geri dönecek olursak,çocuklarının eğitimine çok büyük önem veren Paşa; bir taraftan oğlu Ali Sedat Bey için konakta kimya laboratuarı kurdurmuş, diğer taraftan üç çocuğunun da Arapça,ve Fransızca öğrenmesini sağlamıştır.
Türkiye Cumhuriyetinin sınırları içinde Arapça'yı kültür dili olarak red ettik.Yabancı dil öğretmek için en fazla para harcayan ülkelerin başında geldiğimiz ,eğitimimizi yabancı dil ile yapacak kadar "tuhaf" uygulamalara müracaat ettiğimiz halde, onca emeğe rağmen yabancı bir dili asla öğretemediğimiz gibi, ana dilimizi de kaybetme sınırına geldik.
İçki satışları üzerinden yorumlamaya çalıştığınız muhafazakarlığa bir de buradan bakmaya ne dersiniz?
Yeni Şafak