Şubat 2007, Vuslat dergisi
Amerikan emperyalizminin Irak ve Afganistan üzerindeki işgali devam ederken onun uydusu ve kuklası durumundaki Etyopya da bir başka İslâm beldesini, Müslümanların ilk hicret beldeleri olan Somali'yi işgal etti. Bu ülkenin işgal edilmesinin sebebi İslâmî bir oluşum olan İslâmî Mahkemeler Birliği'nin ülkede kontrolü sağlamaya başlamasıdır. Yıllardan beridir Somali halkına elle tutulur bir şey veremeyen, güven ve istikrarı sağlayamayan, herhangi bir otorite oluşturamayan Geçici Hükümet ise kendisi bir şey yapamadığı halde ortaya çıkan durumu da kabullenememişti. Halktan destek alamadığı için dışarıdan bir işgalci gücü davet etme yoluna gitti. Somali'de iş başına getirilecek bir siyasi hareketin kendisine ihtiyaç duyması ise bu ülke üzerinde çeşitli menfaatleri ve hesapları olan Etyopya'yı memnun etmişti. Daha önce düzenlediği Umut Operasyonu'nda bütün umutları boşa çıkan ABD açısından da Somali'de işbirlikçi bir kadronun iş başına getirilmesi için Etyopya'nın kullanılması önemli bir fırsattı. Böyle üçlü menfaat ilişkisi bir şeytan üçgeninin ortaya çıkmasını sağladı ve Etyopya, ABD'den aldığı teknik destekten de yararlanarak saldırı başlattı.
Etyopya işgal güçleri önce karadan saldırı başlattılar. Fakat uzun süren zorlamalarına rağmen 60 km.lik bir mesafenin ilerisine gidemediler. Bunun üzerine ABD'nin verdiği askeri teknolojiyi kullanarak hava saldırısı yapma tehdidinde bulundular. Mücahitlerin ise hava saldırısına karşı herhangi bir savunma mekanizmaları yoktu. Amerikan emperyalizmi tarafından hem teknoloji hem de anlayış yönünden beslenen ve yönlendirilen Etyopya'nın, işgalci ABD'nin Irak ve Afganistan'da, Siyonist saldırgan devletin Lübnan ve Gazze'de yaptığının aynısını gerçekleştirmesi mümkün ve muhtemeldi. Bu durumda şehir merkezlerine yönelik saldırılar vahim sonuçlara sebep olacaktı. İşte bu yüzden mücahitler şehir merkezlerini terk ederek direnişi kırsal alana çekmeyi tercih ettiler. Böyle olmasına rağmen Etyopya'ya teknoloji desteğinde bulunan Amerikan emperyalizmi Afganistan ve Irak'ta kana doyamadığını göstermek için Somali'nin bazı kırsal bölgelerine saldırı düzenleyerek savunmasız köylüleri ve çobanları vahşice katletti.
Şu an Somali'de işgalci Etyopya güçleriyle yerli işbirlikçilerin kontrolü ele geçirdiği görülüyor. Fakat bu, meselenin sonuçlandığını ve perdenin kapandığını göstermiyor. Mücahitler bütün çağrılara rağmen silahlarını teslim etmemekte direniyorlar. Bu onların gerilla savaşı hazırlığı içinde olduklarını göstermektedir. Böyle bir savaş ise ABD'nin Irak ve Afganistan'da saplandığı gibi işgalci Etyopya'nın da Somali'de bataklığa saplanması sonucunu doğuracaktır. Bu yüzden Etyopya'nın askerlerini orada uzun süre tutmayı istemiyor.
Afrika Birliği ve Somali
İşgalci Etyopya, askerlerini Somali'de uzun süre tutmaya arzulu değil. Ama içerdeki işbirlikçi geçici hükümeti kendi haline bırakmak da istemiyor. Çünkü halkın desteğinden yoksun olan bu hükümetin, bir dış güç desteği olmadığı takdirde mücahitler karşısında tutunamayacağını ve çok kısa sürede başlangıç noktasına geri dönüleceğini tahmin ediyor. Bu yüzden o kendi askerlerini çekse bile içeride işbirlikçi hükümetin geleceğini sağlama alacak bir askeri gücün mutlaka bulunmasını istiyor. Amerikan emperyalizminin talebi de bu yöndedir.
İşte böyle bir beklenti ve talebin söz konusu olduğu sırada Afrika Birliği teşkilatı Etyopya'nın başkenti Adis Ababa'da bir zirve toplantısı gerçekleştirdi. Toplantının öncelikli gündemini ise Somali meselesi oluşturuyordu. Afrika Birliği her şeyden önce Somali'de işgalci konumunda olan bir ülkenin ev sahipliğinde toplantısını düzenlemekle meseleye taraflı başlamıştır. Toplantıda Somali'ye 7600 askerden oluşacak bir "barış gücü (!)" yerleştirilmesi kararlaştırıldı. Amacı emperyalist politikalara hizmet olsa da böyle bir askeri gücün resmiyette adının "barış gücü" olması gerekiyordu. Etyopya da toplantıda yaptığı açıklamada Afrika Gücü yerleştirilinceye kadar Somali'deki askerlerini tümüyle çekmeyeceğini bildirmek suretiyle söz konusu güçten beklentisinin ne olduğunu ortaya koymuştur.
Not: Ribat dergisinin bu ayki sayısı için, burada sadece özet bilgilerle üzerinde durduğumuz Somali meselesi hakkında daha ayrıntılı bilgiler içeren bir yazı yazdık. Bu yazıyı adı geçen dergiden veya Web sitemizden (www.vahdet.com.tr) okursanız daha tafsilatlı bilgi sahibi olabileceksiniz. Ayrıca bizim daha önce bu ülkeye gerçekleştirdiğimiz ziyaretimizle ilgili olarak Vakit gazetesinde "Yemen - Somali - Dubai Ekseninde" başlıklı bir dizi yazımız yayınlandı. Bu yazıyı da Somali'yi size tanıtacak fotoğraflarla birlikte Web sitemizde bulabileceksiniz. Sahabilerin Mekke müşriklerinin zulmünden uzaklaşmak için sığındıkları ilk beldeyi içinde bulunduran bu ülke hakkında bilginizin artmasının ilgi ve duyarlılığınızın artmasına vesile olacağını tahmin ediyoruz.
Filistin'de Darbeciler Fitnesi
Biz Filistin'deki fitne oyunları hakkında Vuslat dergisinin geçen ayki sayısı için yazdığımız yazıda da bilgi vermiştik. Fakat fitne çabaları ne yazık ki devam ediyor. Dolayısıyla geçtiğimiz ay içinde meydana gelen gelişmelerden de özet bilgilerle söz etmeyi gerekli görüyoruz.
Emperyalist güçler, Filistin İslâmî Direniş Hareketi (HAMAS) hükümetini zayıf düşürme ve onu kendisine dayatılanları kabullenmeye zorlama amacıyla ambargo uygulamalarını sürdürürken işgalci Siyonist devlet gasp ettiği Filistin paralarından 100 milyon dolarlık kısmın Mahmud Abbas tarafından kullanılması şartıyla serbest bırakılacağını bildirdi. Bu karar işgalci Siyonist devletin nasıl eşkıya ve mafya usûlüyle çalıştığını göstermesi açısından oldukça düşündürücüdür. Çünkü bu paralar normalde Filistinlilerin ticari mallarından alınan gümrük vergileridir ve Filistin hükümetine düzenli bir şekilde teslim edilmesi gerekmektedir. Fakat işgalci devlet özerk yönetim hükümetinin HAMAS'a geçmesinden buyana o paraları bloke etmekte ve şimdi gasp ettiği bu paraların bir kısmını serbest bırakma işini bile kendi menfaatleri için adam satın alma aracı olarak kullanmaya çalışmaktadır. İşgalci devleti himaye eden ABD de buna ilaveten yine Mahmud Abbas tarafından kullanılması şartıyla 86 milyon dolar verebileceğini bildirdi. Bütün bu paraların verilmesiyle hedeflenen ise Mahmud Abbas vasıtasıyla, HAMAS'ın önünü tıkama amacına yönelik siyasi atakların önünü açmaktı.
Ekonomik gücü ve kaynağı siyasi oyunlar için kullanma amacıyla bu açıklamalar yapılırken Gazze'deki fitne odağının başı durumundaki Muhammed Dahlân da HAMAS'ı zor durumda bırakma ve işgalci Siyonist devleti rahatlatma amacıyla saçma bir iddia ortaya attı. Dahlân'ın iddiasına göre HAMAS, el-Fetih ileri gelenlerine suikast düzenlemek için Gazze'nin muhtelif yerlerine tüneller kazmıştı. Oysa şimdiye kadar HAMAS'ın el-Fetih ileri gelenlerine karşı suikast hazırlığı yaptığına dair hiçbir şey görülmemişti ve ölüm olayları da fitnecilerin saldırılarına karşı savunma ihtiyacı duyulmasından doğan çatışmalarda olmuştu. Üstelik Gazze'de el-Fetih ileri gelenlerine suikast düzenlenmesi için tünel kazılmasına ihtiyaç yoktu ve bunun çok daha kolay yollarının bulunması mümkündü. Söz konusu tüneller işgalci Siyonistlere karşı eylem ve onların gerçekleştirebilecekleri saldırılara karşı hazırlık amacıyla kazılmıştı. Siyonistlerin daha önceki saldırılarının püskürtülmesinde, saldırganların etkisiz hale getirilmesinde, onları zorlayan eylemlerin gerçekleştirilmesinde bu tünellerin ve onlarla bağlantılı ön hazırlıkların bayağı işe yaradığı da biliniyordu. Fakat Siyonist devletle yakın ilişki ve işbirliği içinde olan Dahlân söz konusu iddiayla sadece HAMAS'a iftira atmayı değil aynı zamanda onun Siyonist devlete karşı hazırlıklarını deşifre etmeyi, bunları "suç hazırlığı" olarak gösterip durdurulmasını sağlamayı, mevcutların kapatılması için gerekçe oluşturmayı ve böylece Siyonistlerin ileriye dönük operasyon hazırlıklarının önünü açmayı amaçlıyordu. Onun bu tür amaçları kimlere hizmet ettiğinin çok açık bir göstergesiydi.
Bu gelişmelerin ardından özerk yönetim başkanı Mahmud Abbas bir Suriye ziyareti gerçekleştirdi. Onun böyle bir ziyaret gerçekleştirmesi öncelikli olarak Suriye'yle ilişkilerin geliştirilmesi açısından büyük önem arz ediyordu. Çünkü Suriye, anlaşmalar sürecine olumlu bakmadığından özerk yönetimle ilişkilere de mesafeli durmuştu. Bunu kısmen HAMAS hükümeti kırdı ve Suriye'yle özerk yönetim arasında bir bağ oluşturdu. Fakat başkanlık düzeyinde ilk kez bu derecede bir yakınlaşma söz konusuydu. Bununla birlikte ziyaretin asıl önemli yanını, Filistin'de el-Fetih içindeki darbeci grubun yürüttüğü fitneci çalışmalar devam ederken el-Fetih lideri Mahmud Abbas ile HAMAS'ın Siyasi Birim başkanı Halid Meş'al'in Suriye'nin başkenti Şam'da gerçekleştireceği görüşme oluşturacaktı. Abbas, bu konuda son ana kadar net bir açıklama yapmaktan çekindi. Bizim tahminimize göre bunun iki sebebi vardı. Birincisi işgalci Siyonist devlet ve ABD'den gelen baskıydı. Bu baskı sebebiyle Abbas özgür bir siyasi irade kullanmakta zorlanıyordu. İkinci sebep ise el-Fetih içindeki fitneci grubun böyle bir görüşmenin gerçekleşmesini önlemek amacıyla yeni bir karışıklık çıkarabileceği endişesiydi. Aşağıda vereceğimiz bilgiler Abbas'ın bu endişesinde esasında haksız da olmadığını göstermektedir.
Engelleyici sebeplere rağmen, Suriye'nin de arabuluculuk etmesi neticesinde bir son dakika kararıyla Meş'al - Abbas görüşmesi gerçekleşti. Bu, fitnenin üzerine gidilmesi ve HAMAS - el-Fetih yakınlaşmasının sağlanması açısından faydalıydı. İki saat süren görüşmenin ardından yapılan basın toplantısında, iç çatışmaların kesinlikle reddedilmesi ve birlik sağlanması gerektiği vurgulandı. Ayrıca görüşmede alınan kararlar açıklandı. Bu kararlardan biri de ulusal ittifak hükümetinin kurulabilmesi için yeniden görüşmelerin başlatılmasını, bu amaçla bir diyalog komitesi oluşturulmasını ve en fazla on beş gün içinde neticeye varılmasını öngörüyordu.
İlginçtir ki Abbas - Meş'al görüşmesinden çıkan olumlu neticeye, Filistinliler arasında yaşanan olayların durulmuş ve sükûnet dönemine girilmiş olmasına rağmen Şam buluşmasının hemen ardından Gazze'de, İçişleri bakanlığına bağlı ve genellikle HAMAS mensuplarının ağırlıklı olduğu güvenlik organlarının bir aracına suikast düzenlenerek bir güvenlik subayının ölümüne sebep olundu. Olayda altı güvenlik elemanı da yaralanmıştı ve bunlardan durumu ağır olan bir kişi ertesi gün hayatını kaybetti. Suikastı düzenleyen ve tertipleyen kişiler tespit edilmişti. Fitne çetesinin başı Muhammed Dahlân'ın elemanlarıydı. Bu adamların böyle bir suikast gerçekleştirmelerinin amacının Şam görüşmesinde varılan anlaşmanın uygulamaya geçirilmesini engellemek için ortalığı yeniden karıştırmak olduğu gayet açıktı. İçişleri bakanlığı elemanlarının suikastın arkasında duran kişileri tutuklamak amacıyla baskın düzenlemeleri üzerine fitneciler çatışma çıkardılar. Ardından Cuma namazı çıkışında bir camiye füze saldırısı düzenlediler. Sonra Dışişleri bakanı Dr. Mahmud Zehhar'ın evine füze saldırısı düzenlediler. Bütün bu olaylarda ve diğer kasıtlı saldırılarda iki gün içinde toplam 13 kişi hayatını kaybetti. Bu olaylar Filistin'de yaşanan fitnenin arkasında kimlerin olduğunu, ne gibi amaçlara hizmet ettiklerini gözler önüne sermesi açısından düşündürücüydü.
İsrail İçindeki Sarsıntılar
Filistin'in içinde fitne ateşini her tarafa yaymaya çalışan ve Filistinlilerin kendi aralarında güç birliği oluşturmalarını engellemek için bu ateşten yararlanan işgalci Siyonist devlet kendi içinde de rahat değil. Cumhurbaşkanı Moşe Katsav aleyhine tecavüz suçlamasıyla açılan dava devam ediyor. Dava onun görevini sürdürmesini de engelliyor.
Genelkurmay başkanı Dan Halutz da Lübnan'da Hizbullah karşısında alınan yenilgi sebebiyle istifa etmek zorunda kaldı. Bizim tahminimize göre bu istifanın veya istifaya zorlanmanın arkasında işgalci Siyonist devletin psikolojik tehdit gücünü koruma amacı vardı. Bu yolla işgalci saldırgan devletin yenilgisinin kişisel hatalara indirgenmesi ve ordunun gücünü koruduğu mesajının verilmesi isteniyordu. Fakat gerçekte saldırgan devletin yenilgisinin sebebi Dan Halutz'un hataları değil bu devletin şişirilen balonlarının patlatılmasıdır. Dolayısıyla bu devletin Genelkurmay'ının başına yeni bir ismin getirilmesi bir şeyi değiştirmeyecek, onun askeri mekanizmasındaki yıpranma ve korkunun yaygınlaşması devam edecektir. Karşısındaki direniş güçlerini yıpratmak için fitneden daha çok yararlanmaya çalışma ihtiyacı duyması da bu yüzdendir.
Dan Halutz'un istifa etmesiyle Ehud Olmert hükümeti düzlüğe çıkabilmiş değil. Çünkü yenilginin sebebi karar ve strateji hataları ise bunun birinci derecede sorumlusu Olmert hükümetidir. Dolayısıyla Halutz'u tasfiye etmekle bu sorumluluktan kurtulamayacağı, bilakis o aradan çekildiği için tenkit oklarının doğrudan muhatabı olacağı tahmin edilmektedir. Böyle olmakla birlikte Olmert'in bu tenkit oklarına tahammül ederek sultasını sürdürmekte ısrarlı davranmayı tercih niyetinde olduğu da hissediliyor.
Birçok vahşi katliamın sorumlusu olduğundan Kasap lakabıyla tarihe geçen Ariel Şaron'un öldüğüne dair de henüz herhangi bir açıklama yapılmadı. İşgal devletinin onun ölümünü açıklamaması ve cesedini hastane morgunda şoklayıp bekletmesi için herhangi bir sebep de bulunmuyor. Geçmişte onun atalarını domuzlara ve maymunlara çeviren Yüce Allah'ın yüzlerce Filistinli çocuğun kanına giren Şaron'u da böyle yaşayan cesede dönüştürmesi ve düşünenler için ibretlik bir hale getirmesi mümkündür. Ama Siyonist saldırganlar onun durumundan ibret almaya pek de niyetli görünmüyorlar.
İşgalci Siyonist devlet kendi içinde sıkıntı yaşadığı zaman bunun üstünü örtmek ve gündemi değiştirmek amacıyla yine Filistinlilere yönelik saldırganlığından yararlanıyor. Son dönemde de öyle oldu. Sadece içerideki kuklaları vasıtasıyla fitne ateşini alevlendirmekle yetinmedi. Kendisi de muhtelif bölgelerde ve farklı zamanlarda saldırılar düzenleyerek birçok Filistinliyi şehit ederken çok sayıda Filistinliyi de tutukladı. Fakat geçtiğimiz günlerde en çok öne çıkan olay Cemal Hasan Serahîn ve Murad Ahmed Ebu Sakut isimli tutsakların işgalci devletin zindanlarında tedavilerinin engellenmesi sebebiyle hayatlarını kaybetmeleri oldu. Bu iki kişinin ölmesiyle birlikte işgalci devletin zindanlarında 1967 işgalinden buyana kötü muamele, işkence, tedavinin engellenmesi ve uzun süreli açlık grevi sebebiyle ölen Filistinli tutsak sayısı 187'ye ulaştı. Ne var ki bu ölümler uluslar arası kuruluşların, dünya devletlerinin ve hatta pek çok insan hakları kuruluşunun dikkatini çekmedi. Çünkü burada vahşetin faili kendisine dokunanların ellerinin yanacağından korkulan Siyonist devlet, zarar görenler ise hayatlarına önem verilmeyen Filistinlilerdi. Bu arada işgal devleti yasalarının Filistinlilere işkence yapılmasına izin verdiğini ve buna herhangi bir sınırlama da getirmediğini hatırlatalım.
Mısır'da Devlet Terörü
Emperyalist ABD ve onun himayesindeki siyonist devlet işgal ettikleri topraklarda Müslüman halklara zulmederken onların kuklaları durumundaki yönetimler de insanlık dışı uygulamalarında ve devlet terörü icraatlarında efendilerinden geri kalmıyorlar. Bu kukla yönetimlerden biri de Mısır'daki çağdaş Firavun rejimidir. Mısır'ın çağdaş Firavunu Hüsni Mübarek çok yüzeysel bir esneklik sağladığı son seçimlerde halkın Müslüman Kardeşler'e büyük destek verdiğini görünce bu cemaate karşı kin ve düşmanlığı daha da arttı. Bu düşmanlığı geçtiğimiz ay şiddetlendirdiği devlet terörüyle iyice dışa vurdu. Müslüman Kardeşler cemaatinin birçok ileri geleni de dâhil pek çok mensubu aynen Siyonist işgalcilerin Filistin'de yaptıkları gibi gece yarısı baskınlarıyla evlerinden alınıp tutuklandılar. Tutuklananların içinde bu cemaate yakınlık duyan veya destek veren ticaret erbabının ve öğrencilerin ekseriyeti oluşturması dikkat çekiciydi. Hüsni Mübarek'in kolluk kuvvetleri söz konusu ticaret erbabını tutuklamakla kalmamış aynı zamanda onların iş yerlerinin kapılarına da kilit vurmuşlardı. Tahmin edildiği kadarıyla bundaki maksatları cemaatin maddi kaynaklarını kurutmaktı. Diktatör Hüsni bunu başarabilmesi durumunda cemaati ölüme terk edebileceğini sanıyordu. Yani Mekke müşriklerinin mü'minlere boykot uygulamalarında veya günümüz emperyalizminin Filistin'e ambargo uygulamakta hedeflediklerinin aynısı. Ama bu tür hedefler hep boşa çıkmış, davalarında kararlı olanlar onların bu tür kuşatmalarıyla yenilgiye uğratılamamışlardır.
Geçtiğimiz ay Mısır'la ilgili olarak yaşanan önemli gelişmelerden biri de devlet terörünün bir insan hakları kuruluşu tarafından, rejimin zindanlarında uygulanan işkence görüntülerinin ortaya çıkarılması suretiyle belgelenmesi oldu. Görüntüler Mısır'daki çağdaş Firavun rejiminin cellatlarının Ebu Gureyb'deki işgalci cellatlardan geri kalır taraflarının olmadığını gözler önüne seriyordu. Ne var ki Ebu Gureyb'deki zulüm ve işkence uygulamalarına sessiz kalan dünya Mısır'daki vahşete de sessiz kalmayı tercih etti. Çünkü zulmedenler, onların çıkarlarına hizmet eden kuklalardı.
ABD'nin Yeni Irak Planı
Irak'ta bataklığa saplanan ABD başkanı Bush, Yeni Irak Planı adını verdiği bir planı gündeme getirdi. Gerçekte böyle bir plandan söz etmesi onun Irak'taki başarısızlığını da itiraf etmesi anlamına gelmektedir. Ayrıca bu planın Bush'u bataklıktan çıkaramayacağı bilinmektedir. Fakat o bu planla zaman kazanmak istiyor. Bu zamandan bir yandan Iraklıları birbirine düşürmek amacıyla fitne ateşini daha da alevlendirmek bir yandan da ileriye dönük işbirliği hesaplarını devreye sokmak amacıyla yararlanacaktır. Örneğin Irak petrollerinden Amerikan emperyalizmine büyük pay ayrılmasını öngören yasa tasarısının gündeme getirilmesi Bush'un zaman kazanmaktan ne tür beklentileri olduğu hakkında biraz fikir vermektedir.
Ahmet Varol-Vuslat Dergisi