AİHM'in türban ve Ergenekon kararları... Ya da, medyadaki ikiyüzlülük!

Hasan Karakaya

 
Televizyon kanallarındaki tartışmaları ilgiyle izliyorum... Konuşmacılara bazen isyan ediyor, bazen de acıyorum...
Hani, atalarımız; "Gülme komşuna, gelir başına" demişler ya; ekrana çıkanların "Tuncay Özkan'ı savunma telâşları"nı da, acıyarak izliyorum...
"Ulusalcı bir adam, niye AİHM'e müracaat etti?" sorularını şöyle savunuyorlar;
"Ne yapsaydı yani?.. Adam yıllardır içeride!.. Birçok Ergenekon sanığı gibi, o da bunalım geçiriyor!.. Kafayı yemek üzere olan bir adam, belki kurtulurum ümidiyle AİHM'e müracaat etti!.. Ne yani, hakkını kullanmasın mı?"
Demek oluyor ki;
"Denize düşen adam, bazen yılana da sarılmak zorunda kalabilir"miş!..
İyi ama;
"Başörtülü"lere yönelik "baskı"dan, "dayatma"dan, "zulüm" boyutuna varan "yasadışı zorbalıklar"dan bunalan hanımlar AİHM'e müracaat ettiklerinde, niye "ti"ye alıyor, niye kıs kıs gülüyordunuz?..
Şimdi de, Tuncay Özkan gitmiş AİHM'e... İşte böyle; gülünce komşuna, gelir başına!..
AİHM'İN TUNCAY KARARI!
Tartışılan olayı biliyorsunuz...
Ergenekon'da "tutuklama" dalgasının devam ettiği günlerde; gazeteci Tuncay Özkan da, "gaz"a gelip, "erkeklik" taslıyor ve hemen her platformda bas bas bağırıyordu:
"Beni de alın!..
Beni de içeri alın!"
İçeri alınınca, bu defa başka türlü bağırmaya ve hatta ciyaklamaya başladı:
"Beni dışarı salın!"
Ne var ki, "savunmaların uzaması"ndan ve peş peşe gelen "redd-i hakim" taleplerinden dolayı "dâvâ" uzayınca; içeride "kimyası bozulan" Tuncay Özkan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne müracaat etti ve "şikâyet"lerini şöyle dile getirdi:
"Ergenekon ve Balyoz sanıkları haksız yere tutuklanmışlardır!.. Yargı, çok yavaş ilerlemektedir... Hakimler bağımsız değillerdir!.. Uzun tutukluluk süreleri, cezaya dönüşmüştür!"
Henüz "iç hukuk yolları tükenmemiş olmasına rağmen" Tuncay Özkan'ın başvurusunu kabul eden AİHM; "nihai bir karar" vermek için "yargı sürecinin bitmesini beklemeye" karar vermekle birlikte; Tuncay Özkan'ın "şikâyet konuları"na cevaben, özetle dedi ki;
¥ "Özgürlük ve güvenlik hakkı ile adil yargılanma hakkınızın ihlâl edildiği yönündeki şikâyetinizin reddine!.."
¥ "Türk mahkemeleri; Ergenekon dâvâsında bağımsız ve adil bir yargılama yürütmektedir, Tuncay Özkan da; meşru kanıtlar ve meşru sebeplerle tutuklanmıştır."
¥ "Türk adli makamlarının ortaya koyduğu deliller, Ergenekon adlı örgütün varlığına ilişkin güçlü şüpheler bulunduğunu göstermektedir."
¥ "Özkan'ın tutuksuz yargılanma talebi; organize suçlarla mücadele eden güvenlik güçlerinin işini zorlaştıracaktır."
¥ "Dâvâcı; hükümeti şiddet yoluyla devirmek amacıyla faaliyet yürüten Ergenekon isimli suç örgütünün aktif üyelerinden biri olduğu şüphesiyle özgürlüğünden mahrum bırakılmıştır."
¥ "Dâvâcı; milli güvenlik güçlerine ait birçok belgeyi ele geçirmiş, Ergenekon örgütü tarafından tasarlanmış programları yayınlamak amacıyla kurulan bir televizyon kanalını yönetmiş ve örgüt adına kendi evinde bomba sakladığı tespit edilmiştir."
¥ "Dâvâcının, tutuklanma gerekçesini bilmediği şeklindeki iddiası mesnetsizdir."
¥ "Dâvâcının, yargılama sürecinin uzun sürdüğü yönündeki şikâyeti de yersizdir. Çünkü, Özkan'ın yargılanması, adli tatile rağmen, 6 aydan kısa bir süre içinde başlamıştır... Türk adli makamlarının süratinden, herhangi bir kuşku duyulmamaktadır."
Sadece Tuncay Özkan'ın başvurusu değil, Mehmet Haberal başta olmak üzere bazı Ergenekon ve Balyoz sanıklarının başvurularının da, henüz "mahkeme safhası"na bile gelmeden "reddedildiğini" de, bu vesileyle hatırlatalım.
ETÖ AVUKATLARINA KAPAK OLSUN!
Gördüğünüz gibi;
AİHM'in kararında, Tuncay Özkan'ın şahsında, tüm Ergenekon ve Balyoz sanıklarının "şikâyet"leri tek tek reddedilmiş, "iddiaları" çürütülmüş ve taleplerinin "yersizliğine" hükmedilmiş!..
Bütün bunlar, elbette önemli...
Ama, asıl önemli olan, Türkiye basınında bile "Ergenekon" demek bir "suç" iken, AİHM'in bu yapılanmadan "Ergenekon" diye bahsetmiş olmasıdır!..
Henüz dâvâ bitmedi!..
Ama, AİHM adını koydu:
"Ergenekon suç örgütü!"
AİHM'in kararına göre; dâvâcı Tuncay Özkan'ın da; bir "gazeteci" değil, "Ergenekon Örgütü Üyesi" olduğu tescillenmiştir!..
Bu karar;
"Basın sansür ediliyor!.. Gazetecilerin özgürlükleri ellerinden alınıyor!.. Gazeteciler susturuluyor!.. Hapiste 100 gazeteci var!" diye "yaygara" koparanlara, herhalde "kapak" olacaktır!..
Öyle ya;
Tuncay Özkan, gündemin üst sıralarında olan "popüler bir gazeteci"ydi...
Bir "televizyon sahibi"ydi!..
Öyle bir televizyon ki;
O günlerde Tuncay Özkan'ın sahibi olduğu Kanaltürk'ün, 2006'nın Aralık ayı başlarında düzenlenen "yeni yayın dönemi resepsiyonu"na, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve eşi Semra Hanım bile katılmıştı!..
O güne kadar hiçbir medya kuruluşunun "resepsiyon"una katılmayan A.N. Sezer; Tuncay Özkan'ın davetine katılmış ve orada "tam 4 saat 10 dakika" kalmıştı!..
Ne ilginçtir ki;
O davete; AK Parti'den ve Hükümet'ten hiç kimse çağrılmamıştı!..
Ama, düzenlenen "resepsiyon"a, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer dahi katılmış olsa bile; demek oluyor ki; Tuncay Özkan, yine de bir "gazeteci" değil, "ETÖ'nün talepleri doğrultusunda yayınlar yapan" bir "örgüt üyesi"dir!..
Bakın, ben demiyorum...
Bunu, AİHM diyor!..
Dedim ya;
AİHM'in bu kararı, "Hapiste 100 gazeteci var" yaygarası kopararak, "Ergenekon avukatlığı" yapan "medyabaz"lara "kapak" olsun!..
DUT YEMİŞ BÜLBÜL SESSİZLİĞİ!
"Madalyonun bir yüzü" böyle... Peki, AİHM; böyle bir karar vermeyip de, "tersi" bir karar verseydi, acep ne olurdu?..
"Ergenekon taifesi" öyle bir "gürültü" çıkarır, öyle bir "gümbürtü" koparırdı ki; herhalde, "gök kubbeyi başımıza yıkarlar"dı!..
"Bremen Mızıkacıları" gibi, "koro" halinde hep bir ağızdan bağırmaya başlarlardı:
"Tuncay Özkan yetmez, bütün Ergenekon ve Balyoz sanıklarını da serbest bırakın!.. İşte Ergenekon iddiaları fos çıktı!.. Onları serbest bırakın, operasyonlara da son verin!"
Ama, "AİHM'in kararı"ndan sonra;
Birçoğu "dut yemiş bülbül sessizliği"ne büründü, bir kısmı da; "Ama", "Fakat" deyip, kılıf bulmaya çalıştılar: "Ama, AİHM, uzun tutukluluk şikâyetini inceleyeceğini söylemiş!"
Ne var bunda?..
"Tutukluluk sürelerinin uzunluğunu" söyleyen sadece AİHM değil ki!.. Bunu, herkes söylüyor... Ama hiç kimse; "dâvânın niye uzadığını" söylemiyor.
Oysa, dâvâyı uzatan, bizzat "Ergenekon sanıkları"nın kendileridir!..
Bazı sanıklar ki; "tam 12 duruşma" boyunca, "60 saat savunma" yapar, bazı sanıklar da, sık sık "redd-i hakim" talebinde bulunursa, "duruşma"lar elbette yavaş yürür ve dolayısıyla "tutukluluk süreleri" de elbette uzar!..
Bu, "ne yaman çelişki"dir ki;
Hem "uzun tutukluluk"tan şikâyet ediyorlar, hem de dâvâyı uzattıkça uzatıyorlar!..
Duruşmaları "sanıklar" uzatıyor ise, dâvâya bakan "hakimler" ne yapsın?..
TÜRBAN OLUNCA SALDIR!
Şimdi, yazının en başına dönelim ve aynı AİHM'in, "başörtüsü" ile ilgili kararına bir bakalım.
Malûm, Leyla Şahin adlı başörtülü bir öğrenci, AİHM'e başvurup; "başörtüsü ile okuma hakkından mahrum edildiğinden" şikâyet etmişti.
AİHM, 2005'in Kasım ayında verdiği kararda; "yürürlükteki kanunlara riayet edilmesini" istemişti... Yürürlükteki kanunlarda bir "yasak" yoktu ama, AİHM'in kararı, o günlerin "gazete manşetleri"nden şöyle duyurulmuştu:
"AİHM'den türbana ret!"
Ne acayip değil mi;
AİHM'in, 2005'teki "türban" kararını, etekleri zil çalarak "manşet"lerinden duyuran malûm gazeteler, aynı AİHM'in "Ergenekon"la ilgili kararını görmezden geldiler!..
Sadece "malûm gazeteler" mi?.. "Malûm gazeteciler" de; Tuncay Özkan'la ilgili kararı; "Ortada kuyu var, yandan geç" uyanıklığı ile karşıladılar!..
Duymadılar!.. Görmediler... Yazmadılar!..
Oysa, "türban"la ilgili karara balıklama atlamışlar ve zil takıp oynamışlardı!..
Şöyle bir "arşiv"lere baktım da;
Manşetlerinden; "AİHM'den türbana ret" ve "Bu defter kapandı" başlıkları atan gazetelerin "yazar"ları da, mutluluklarını satırlara yansıtmışlardı.
Sedat Ergin'inden Emin Çölaşan'ına, Oktay Ekşi'sinden Abbas Güçlü'süne, Güngör Mengi'sinden Tufan Türenç'ine ve Yalçın Doğan'ına kadar, "topyekün taarruz" başlatmışlar ve demişlerdi ki;
"AKP'nin ağzındaki türban sakızı alındı!.. AİHM, ulusal yargının da üzerindedir!.. Hâlâ türban şarkısı!.. Artık çok anlamsız ve hukuk dışı!.. Türban şarkısı artık boş!.. Bundan sonra AB derseniz, türban diyemezsiniz!.. Türban derseniz, AB diyemezsiniz!.. Kemal Alemdaroğlu ve Nur Serter haklı çıktı!.. Türban bitti!.. Türbanda son raundu da kaybettiler!.. AKP'nin elindeki malzeme alındı, foyaları ortaya çıktı!.. AKP'nin laikliği buraya kadar!"
DİLLERİ BOĞAZLARINA KAÇTI!
Bunlar gibi, daha nice suçlama, nice saldırı ve hakaret!..
İyi ama;
AİHM'in "başörtüsü" kararını "aslanlar" gibi savunan "gladyatör medyatör"lerimiz, aynı AİHM'in "Tuncay Özkan ve Ergenekon" kararından sonra, niye "süt dökmüş kedi"ye döndüler, niye "kuzuların sessizliği"ne büründüler?..
Hadi, yine yazsanıza!..
Hadi, yine bağırsanıza!..
Ne o, diliniz boğazınıza, kaleminiz bir yerlere mi kaçtı?!?..
Bu sessizlik, bu tepkisizlik niye?..
Demek oluyor ki;
"PKK izin vermeyince tuvalete bile gidemeyen BDP'liler" gibi, sizler de "Ergenekon izin vermeyince, kalem bile oynatamıyorsunuz!"
Değilse, yazın!..
Hadi, savunun Tuncayım Özkanım'ı!..
Ekranlara bakıyorum da, düştüğünüz hâllere gerçekten acıyorum... "Tutunacak bir dalınız" kalmadığından, bir zamanlar "gaz" verdiğiniz Tuncayım Özkanım'a, ancak "yasak savma" kabilinden, "dilinizin ucuyla" sahip çıkıyorsunuz!..
Yazık oldu Tuncay Özkan'a!..
Fena aldandı Ergenekon'a!..
Herhalde, şimdi tanımıştır "yoldaş"larını!.. Şimdi anlamıştır, "yalnız"lığını!.. Dün, "türban" kararını desteklerken "pabuç"laşan dillerin, bugün kendisini savunmada "bamya"laştığını görünce, herhalde "bin pişman" olmuştur!..
Eğer öyle olmasa;
"Denize düşenin yılana sarıldığı" gibi AİHM'e sarılmaz, "Çıkarın beni buradan" diye bağırmazdı!..
Evet, evet; dün türbana karşı "pabuçlaşan" diller, bugün "bamyalaştı" ve o da boğazlara kaçtı!..
İyi de, "kalem"ler nereye kaçtı?..

 

İbrahim Güçlü'nün açıklamaları!
"Kürt aydın"lardan İbrahim Güçlü, uzunca bir süredir "çok çarpıcı açıklamalar" yapıyor... Kâh, çıktığı "ekran"larda, kâh çağrıldığı "Meclis komisyonları"nda, "PKK'nın iç yüzü"nü anlatıyor.
Herkes "faili meçhul cinayetler"den söz ederken; İbrahim Güçlü, "PKK içi infaz"lara da dikkat çekiyor ve PKK'nın, "kendilerine karşı çıkan Kürtleri öldürdüğünü", bunun da "17 bin civarında" olduğunu söylüyor.
Bizler, bunları cesurca söylediğine göre, "yürekli bir adam"mış diye düşünürken, öğrendik ki; "PKK tarafından tehdit ediliyor"muş... Ama o, bunu da açıklamaktan çekinmedi:
"PKK ve taraftarlarının bana ve Kemal Burkay'a yönelik saldırıları, PKK'ya dair gerçekleri gizlemek içindir!"
Bu "gerçek"lerden birini de, "ilk defa Akit"e açıklamış İbrahim Güçlü... Bugünkü sürmanşetimizde de okuyacağınız gibi; "PKK'nın, bölgede muhtar bırakmadığını" söylemiş!.. Aynı PKK'nın "korucuları" da hedef aldığını ve "korucularla birlikte çocuklarını da öldürdüğünü" ve hatta "Zürriyetlerini kurutun" dediklerini açıklamış!..
Ama, en çarpıcı açıklaması şu: PKK'nın; "2 bin Kürt vatandaşını infaz ettiğini" söylemiş!.. Ama, PKK; bu infazlara "Yanlışlıkla" demiş, yani "Pardon" demiş!..
Bu, ne "kanlı bir örgüt"tür, bu ne "insanlıktan nasipsiz" bir örgüttür ki; hem insanları öldürüyor, hem "Pardon" diyor!..
İbrahim Güçlü'nün açıklamalarını dikkatle izliyorum.

 


yeniakit