Aile, kadın-erkek ilişkilerinin suyunu çıkardık. Kadının bedeni bir “Media”ya döndü. Kadın bedeni bir savaş alanına döndü. Kadınların yedikleri, içtikleri, kullandıkları temizlik, sağlık ve bakım malzemeleri, kıyafetleri, giderek doğurganlık kabiliyetlerini zaafa uğratma noktasına geldi. Özellikle kadınlar plates, zumba gibi sporlarla, daha fit görünme uğruna giderek sağlıklarını kaybediyorlar. Giydikleri daracık pantolonlar kan dolaşımını olumsuz etkiliyor. Gıda, ilaç, ambalaj, tabii, kültürel ve sosyal çevre şartları, psikolojik şartlar, ekonomik şartlar kadını kuşatıyor ve eziyor. Taciz, mobing kadınlar ve kızlar üzerinde daha yaygın ve bu durum, kırsaldan ve gelir durumu, eğitim durumu daha düşük seviyede olan kesimden çok daha yüksek olan çevrelerde daha fazla kendini gösteriyor.
Her kadın ve erkek bir başka kadının eseridir. Kadınlar sadece çocuk doğurmaz, toplumu doğururlar. Kadınlar kadın olmazsa, erkekler de erkek olmaz. Kadın “Ana”dır.
Bu işi tek başına siyasete indirgememek gerek. Kadının piyasadaki yeri ve rolünü de konuşmalıyız. Geçim derdine düşen, emeği sömürülen, ucuz işgücü olarak kullanılan kadınları da konuşmamız gerek. Ekonomik özgürlük propogandasının arkasında yatan gerçekleri de sorgulamamız gerek.
Kadının statüsü, kadını özgürleştirelim, kadın ezilmesin derken, yanlış giden işleri düzeltelim derken, bu sloganlarla ortaya çıkanlar bir de baktık ki başka vadilere savrulmuşlar. “Müslüman Feminist” olmuşlar. Başkalarının eğitim metotları, kavramları ve kurumları ile onlara hayranlık duyarak ve idealize ederek, onların hayat tarzlarını estetize eden yorumlarlara bir de onlarım “yaşam tarzlarını” hayal eden yaklaşımlar eklenince olan oldu işte.
Tek başına “iyi niyet” yetmiyor. Hep söylüyorum ya: “Cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir” Ava gidenler avlanıyorlar. Toplumu dönüştürmek için yola çıkanlar dönüşüp geliyorlar.
Erdoğan bir süre önce, Kasım ayının sonlarında 3. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi’nde konuştu ve “Ülkemizdeki üniversitelerde görev yapan öğretim elemanlarının yarıya yakını, yüzde 44›ten fazlası kadındır. Mimarlarımızın ve avukatlarımızın da yine yaklaşık yüzde 44›ü kadınlardan oluşuyor. Hakim ve savcılarımızın yüzde 31›inden, diplomatlarımızın yüzde 20›den fazlası kadındır. Kadın oranı öğretmenlerde yüzde 56›yı, bankacılarda ise yüzde 51›i buluyor” dedi.
“Kadına ayrımcılık yapmamız mümkün değildir. Fıtratın gereği tüm yaratılanlara aynı bakmaktır. Köklerimizde de cinsiyet ayrımı yoktur” da dedi ama mümkün olmayan birçok şey “mümkün” artık. Ayrımcılık yapmamamız gerek ama, yapıyoruz işte. Temenniler ve gerçekler örtüşmüyor, birçok konuda. Aile Bakanlığı çok iyi niyetlerle kuruldu ama, kurulduğundan beri işler yolunda gitmiyor. AK Parti’nin bu seçimlerdeki en büyük handikaplarından biri de Aile Politikaları.
Erdoğan, “Türkiye’nin son 200 yılında kadın hakları meselesinde de savrulmalar yaşadık. Asırlar boyunca insanların ayaklarına, boyunlarına zincir vurarak satanların kodları bize ait değildir. Cenneti annelerin ayaklarının altına seren, kadınlara sultan yakıştırması yapan bir milletin böyle bir referansı olamaz. Biz yanlışlarımızı kendi içimizde tartışarak doğruyu bulacağız” diyor. Ama batının bize dayattığı politikalar hâlâ iç politikaya yansıtılmaya devam ediyor öte yandan. Erdoğan, “Kadınlara sadece iş hayatında adalet sağlamakla kalmadık. Kadına şiddetin her türlüsünü en ağır şekilde cezalandırma yoluna gittik. Dul kalan kadınlarımızı özellikle gözettik. Hiçbir kadınımızın korunaksız kalmaması için önlemlerimizi aldık. Okullaşmada cinsiyet ayrımını neredeyse sıfırladık. Ailenin korunması için de çok önemli adımlar attık. Aile sosyal destek programları, aile öğretim programlarını hayata geçirdik. Gençlerimize çeyiz desteği ile yardımcı oluyoruz. Yaşlılarımızın ve engellilerimizin evde bakımını teşvik ederek hayatlarını daha huzur içinde geçirmelerini sağlıyoruz. Araştırın, bakın; bizim yaşlılarımıza verdiğimiz önemi veren başka bir ülke daha yok. Biz bir numarayız” derken de haklı, ama işler uygulamada birçok sorunları da içinde barındırıyor.
14 Kasım 2018 tarihinde, “TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu”nda “İstanbul Sözleşmesinin Etkin Uygulanması ve İzlenmesi” alt komisyonun kurulmasına dair karar “toplumsal cinsiyet eşitliği” “toplumsal cinsiyet” temelli yeni bir tanım getiriyor. “Birlikte yaşanan birey / partnerlerin”lerin “cinsel yönelimleri”, “aile içi” olmaktan çıkıp “ev içi”ne dönüştürülüyor.
Biz bir yandan batıya kafa tutarken öte yandan meclis raporlarına yansıyan ifadesi ile “İstanbul Sözleşmesinin 23. Maddesi üzerine; GREVIO, Türk yetkilileri, aşağıdaki hususlarda güçlü şekilde teşvik eder”: “Kadınların karşılaştıkları eşitsizlikleri ele alarak kırsalda yaşayan kadınlar, Kürt kadınlar, engelli kadınlar ve lezbiyen kadınlar dahil kesişimsel ayrımcılığa maruz kalan veya kalabilecek kadınları etkileyen şiddetin önlenmesi ve şiddetle mücadeleye dönük çabaların desteklenmesi” tavsiye edilir. Evet evet, bunlar, eşcinsel kadınları temsil eden kadın STK’ları destekleyebilecek, bu STK’lara fon sağlayarak veya yakın işbirliği içinde çalışarak bu kadınların bakış açılarının;“kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve kadına yönelik şiddetle mücadele amaçlı politikaların tasarım, uygulama, izleme ve değerlendirilmesine” dahil edilmesini yasal çerçevede garanti altına alacaklar. Erdoğan ne diyor, birileri neden söz ediyor. Kimin dediği olacak. Yarın Erdoğan giderse ne olacak. Söz uçar, yazı kalır.
Çalışmalardan KADEM de mutlu olmasa gerek, Filiz Kerestecioğlu mutlu olduğuna göre!?. Kerestecioğlu KEFEK kararını Twitter hesabından, fotoğraf altı olarak şöyle ifade ediyordu o gün: Züleyha Gülüm ile birlikte, üyesi olduğumuz KEFEK (Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu) İstanbul Sözleşmesi ve denetlenmesi alt komisyonu kurulması mutluluğu!”
Komisyon müzakeresi zabıtlarına baktım. Bakın bu şekilde bir müzakere ile sağlıklı bir yere varmak mümkün değil. Derinleme bir inceleme yok. HDP-CHPaktif. Sonuçta gol yiyen bizimkiler. Bizim STK’ların vekillere yeterli desteği olmadığı anlaşılıyor. Akademisyenlerimizin desteği yok. Öyle anlaşılıyor ki, bir temas da yok. Bu konuda AK Parti, MHP ciddi anlamda kendini bir gözden geçirmeli. Basın olarak biz de görevimizi tam yapmıyoruz. Böyle giderse daha çook gol yeriz.
Arkadaşların Ankara’dan alıp derlediği bir de bir bilgi notu vardı: 11 Mayıs 2011tarihinde imzaya açılan ve imzalanan İstanbul Sözleşmesi 1 Ağustos 2014tarihinde yürürlüğe girmiş, 14 Mart 2012 tarihinde onaylamış. Sözleşmenin girişinde, “hedefin kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetten arınmış bir Avrupa yaratmak olduğu” belirtilmektedir.Kadınlara yönelik şiddetle ve aile içi şiddetle mücadele konusunda uzmanlar grubu (GREVIO) bu sözleşmenin taraflarca uygulanmasını izleyecektir. En az 10, en çok 15 üyeden oluşur. Türkiye’nin GREVIO üyesi Feride ACAR’dır. İstanbul Sözleşmesi ile biyolojik veya hukuki ailevi bağ olup olmadığına bakılmaksızın ev içi şiddetin (eski veya mevcut eşleri evlilik dışı partnerler, birlikte ikamet edilen aile fertleri, akrabalar veya birlikte ikamet edilen başkaları tarafından yöneltilen şiddetin)ve kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin standartlar öngören ve Avrupa ülkelerini hukuki olarak bağlayan ilk belgedir. Sözleşme ‘toplumsal cinsiyete dayalı’ ayrımcılık ve şiddeti temel almıştır ve toplumsal cinsiyeti tanımlayan ilk uluslararası belgedir. Anayasanın madde 90/5 uyarınca İstanbul Sözleşmesi kanun hükmündedir. Son bir söz: Aile elden gidiyor. Aile elden giderse, geriye fazla bir şey kalmaz. Selâm ve dua ile.
yeniakit