Özgürlük ve barış dini olan İslam aynı zamanda mutlak değerler silsilesi ile müteşekkil başlı başına özgür bir dindir. Bu bağlamda, İslam hukukuna ait bir hükmü, hümanist batı felsefeleri ve yasaları karşısında bir doğulunun kompleksi ile eğip bükerek, içerisine su katarak İslam'ın özgür yapısına, mutlak değerliliğine harici şartlar eklemek hiç şüphesiz İslam'a kelepçe vurmaktır. Başka bir deyimle olmadık kisve ve makyajla sözde sevimli kılma zorlamasına girerek tebliğ ve savunma ameliyesini taraftar toplama bayağılığına dönüştürmekten öte gidemeyecektir.
Töre cinayetlerinden tutunda cahil, yobaz bir şehir magandasının dahi ailesine uyguladığı şiddeti İslam'la özleştiren provokatör antiislamist tazyik karşısında sözde İslam'ı savunma adına İslam'ın kendine ait özgür hukuku alt hikmetlerinden uzaklaştırıcı tevillerle içi boş somut beşeri yasalara benzetmeye kalkışan yaklaşımlardan da muzdarip olmamak mümkün değil.
Özellikle günümüz toplumunda kontrol mekanizmasının olmaması hasebiyle müctehid ulema endamı ile İslam hukukuna yaklaşanların devirdiği çamlar tabilerini dünyada bayağı ve düşkün kılacağı gibi ahirette de mesul kılacaktır. Böylesi maruz tavrın en bariz iki sebebi vardır. Birincisi; Resmi ideolojiyi ve vahiy hukuku arasında sıkışan Hoca(!), Ağabey(!), Efendi(!), Prof. v.s kıvrak manevralarla resmi ideoloji karşısında kendisini sıkıntıya sokmayacak bir yorumla İslam hukukuna bir şeyler yamayı verir. İkincisi; Kendisini önderlik makamına layık görmüş kalabalıklar kitlesini artırmak ya da mevcudu koruma adına günün yasaları ile İslam hukuku arasında sıkıştığında sözde tevil, tefsir ve müctehid varis selef ulemasının dahi gözünden kaçan (!!!) konuyu fıkh (!) ederek meseleyi çözüverir.
Meselenin ilk virajı "Kur'an'da bu konu geçmez" cümlesidir. Ne demektir bu? Kur'an'da geçerse, olmazsa olmaz, sünnette geçerse olmasa da olur mu, demektir? İşte fıkhın katledildiği yer burasıdır. Kur'an'ı iyi bildiğini iddia eden bir kadın Abdullah İbn-i Mesud'a (r.a) "Kur'an'da peruk takmakla ilgili bir şey var mıdır?" der. İbn-i Mesud(r.a) "Evet, vardır" der. Kadın "Ben Kur'an'ı baştan sona okudum böyle bir şey göremedim" dediğinde, İbn-i Mesud(r.a) "Peygamber size neyi verdiyse alın, neyi nehyetti ise bırakın" ayetini okumadın mı? der. Kadın "Evet" dediğinde, İbn-i Mesud(r.a) "İşte Peygamber bizi peruktan men etmiştir" der.
Birilerinden alkış, aferin bekleyen ya da birileri ile arasının açılmasından korkanlar kaz gelecek yer bulduklarında en zayıf hadislerden yola çıkarak hatta hakkında hadis olmayan meseleleri dahi katiyete boğarken, hakkında ayet, hadis olan meseleleri "ben böyle anlıyorum, ben derim ki" gibi ifadelerle zannileştiriverirler.
Başlıktaki konumuza girecek olursak; Allah-u Teâlâ Kitab-ı Kerim'de "Allah'ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde 'sorumlu gözeticidir.' Saliha kadınlar, gönülden (Allah'a), itaat edenler, Allah nasıl koruduysa görünmeyeni koruyanlardır. Nüşuzundan korktuğunuz kadınlara (önce) öğüt verin, (sonra onları) yataklarda yalnız bırakın, (bu da yetmezse hafifçe) vurun. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. Doğrusu Allah Yücedir, büyüktür." Nisa 34 buyuruyor. Ayet-i kelimenin fıkhi anlamı geniştir. Ana noktaları belirtirsek;
1) Erkeklerin kadınlardan idari olarak üstün oluşu.
2) Erkeğin maişet temini ve asli ihtiyaçları karşılama vazifesinin oluşu.
3) İnsani ve İslami ihtiyaçları karşılanan kadınların kocalarına itaatkar olmaları gerekliliği.
4) Maişet ve gözetim hakları kendisine sağlanmış mü'min kadınların ihanet etmeyeceği.
5) Serkeşlik yapan kadına, kocanın alacağı dereceli üç tavır.
Şüphesiz ayet-i ahkam bununla sınırlı olmayıp daha bir çok hikmetli hükümleri de üzerinde barındırmaktadır. Konumuz gereği kadının dövülmesi hükmüne kısaca bakacak olursak; hangi tutumdaki kadın dövülebilir?
Önce şunu belirlemek gerekiyor: Ayette geçen "Nüşuz" ibaresi genelde asilik, serkeşlik ifadesi ile meallendirilir. Azıcık açarsak; İlk evvelde kadının namaz, tesettür, kocasının istemediği ikinci dereceden kişileri eve almaması, çocukların terbiyesinde gevşek davranması gibi konuların tamamı tanımın içerine girecektir. Daha sonra ihtiyaçları karşılanmış, kendisine zulmedilmediği halde mü'min kocanın zulmetmeyeceğinden emin olmaklığın verdiği cesaretle, İslam'ın kadına verdiği insani hakları suiistimal ederek gereksiz şımarıklıklar, üzücü kaprisler, erkeğin maddi gücünün üzerinde lüks isteklerde bulunması gibi bireye özel dengesizlikler işin içindedir.
Hiç bir muttaki mü'minin "madem bana üstünlük verilmiş, karımı dövme hakkı verilmiş, dilediğimi yaparım" tavrına bürünmeyeceği aşikardır. "Sizin en hayırlınız ailesine en iyi davrananınızdır" (İbn-i Mace, Nikah, 50) hadis-i şerifini göz ardı edemez, etmez. Hiç bir takva sahibi mü'minede "Nasılsa koca bana zulmedemez o halde dilediğimce serkeşlik yaparım" demez. Her ailede olabilecek ufak tefek aksaklıklar İslam'ın emir ve tavsiyeleri doğrultusunda çözülecektir. Ayet-i Kerime'de "dövün" ibaresinden önce alınacak ilk tavır güzellikle uyarmaktır. İkinci adım yatağın ayrılmasıdır; kendini bilen kadına verilebilecek en ağır cezadır. Kadınlık kimliğinin farkında olan bir kadın böylesi bir tavırdan ciddi etkilenecek kendisini muhasebe ve muhakemeye çekecektir. Zira onun fıtratında kocasına beğenilmek ve ait olmak yüklüdür. Serkeşlikte fıtratının sınırlarını zorlayan kadını dövmekte vurup kırmak, darp izi bırakacak bir dövmeden ziyade babanın çocuğuna tedip için yapacağı şefkat haddi niteliğindedir. Resulullah(s.a.v)'in "Yüze Vurmayın" emri her mü'min için geçerli olduğu gibi burada da geçerliliğini unutmadan kulak çekme niteliğindedir. Bu ıslah silsilesini bir kocanın işletebilmesi için bilinmesi gereken ilk gerçek şudur: Önce koca, İslam kocası olabilmelidir ki karısından İslam kadını gibi davranmayı isteyebilecek yüzlülüğe sahip olabilmelidir. İlmen, amelen örnek bir aile reisi olamamış, tembellik ve miskinlikten dolayı ailesinin asli ihtiyaçlarını karşılayamamış, hafif meşreplikten dolayı vakarını ve otoritesini yitirmiş bir koca aile içi ıslah programını asla uygulayamayacaktır. Hatta böyle biri İslam hukukunda tazir cezası ile muhataptır.
İslam'ın emir ve tavsiye ettiği aile içi ıslah ve huzur programını sağlayamayanları şiddetli geçimsizlik beklemektedir. Bu da Allah muhafaza ailelerin dağılmasına sebebiyet verecektir. Bahsimizdeki Nisa 34 ayetinin peşi sıra gelen Nisa 35 ayetinde de "(Kadın ile kocanın) Aralarının açılmasından korkarsanız, bu durumda erkeğin ailesinden bir hakem, kadının da ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar, (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah da aralarında başarı sağlar. Şüphesiz, Allah, bilendir, haberdar olandır." konuya işaret ve çözüm vardır.
Netice olarak; Hz. Muhammed(s.a.v)'in örnek aile yaşantısını kendisine rehber edinen aile reisleri ve bireyleri dünya ve ahiret huzuruna erecektir. Nebevi aile öğretilerini rehber edinmeyen her aile huzursuzluğa ve şiddete gebedir. Aile bireyleri istediği kadar eğitimli olsun, dilediği kadar modern (!) ya da medeni (!) olsun.
Son olarak konuyla ilgili şu nebevi tembihi not edelim:
Resulullah buyuruyor ki; "Gündüz karısını köle gibi kırbaçlayan birisi akşam onunla aynı yatağa nasıl (ne yüzle) girecek?" Buhârî, "Nikâh", 93; Ebû Dâvûd, "Nikâh", 60).
vuslat