Ebû Tâlib’in büyük oğulları, Tâlib ve Akîl, küçük kardeşleri Ca’fer ve Ali’nin aksine Mslüman olmadılar ve aynen babaları gibi yeni dine girmekte tereddüt ettiler, fakat hoşgörülü kaldılar. Yeni dine karşı tutumu çok farklı olanlardan biri de Ebû Leheb idi: Kureyşlilerin bir önceki toplantısından beri yeni dine düşman olduğunu daha açık söylemeye başlamıştı. Ebû Leheb’in karısı ve Şems’li lider Ebû Süfyân’ın kardeşi olan Ümmü Cemîl de Peygamber’e (s.a.v.) karşı özel bir düşmanlık besliyordu. Aralarında iki oğullarını, Peygamber’in kızları Rukiyye (r.a.) ve Ümmü Gülsüm’ü (r.a.) boşamaya zorlamaya karar verdiler. -O zaman oğullarının Peygamber’in (s.a.v.) kızlarıyla evli mi yoksa henüz nişanlı mı olduğu hakkında kesin bilgi yoktur.- Fakat Ümmü Cemîl’in bu boşamalardan duyduğu sevinç, zengin Ümeyye kuzeni Osman İbn Affân’ın Rukiyye’yi istediğini ve onunla evlendiğini duyduğunda yok oldu. Bu evlilik Peygamber (s.a.v.) ve Hatîce (r.a.) için bir öncekinden daha sevindirici idi. Kızları mutluydu ve yeni damatları hem kızlarına hem de onlara karşı saygı ve sevgi besliyordu. Şükretmeleri gereken başka bir konu daha vardı: Rukiyye kızları arasında en güzeli ve tüm Mekke’de kendi akranlarının en güzeli idi. Osman da çok yakışıklı bir adamdı. İkisini bir arada görmek bir sevinç kaynağı oluyordu. “Allah güzeldir ve güzelliği sever”.Evliliklerinden kısa bir süre sonra ikisi de Mekke dışındayken Peygamber (s.a.v.) onlardan haber almak için bir adam gönderdi, fakat adam beklenilenden çok geç
geri döndü. Geciktiği için özür dilemeye başladığında, Peygamber (s.a.v.) sözünü kesti ve “Bırak, seni neyin geç bıraktığını ben söyleyeyim; orada Osman ve Rukiyye’nin güzelliklerini seyretmeye daldın ve o yüzden de geç kaldın”dedi.
Peygamber’in halası Erva, İslâm’a girmek için kararını vermişti. Bu ani kararının en önemli sebebi ise on beş yaşındaki oğlu Tulayb’ın kısa bir süre önce Erkam’ın evinde iman ettiğini açıklamasıydı. İslâm’a girdiğini annesine haber verdiğinde annesi: “Biz, erkeklerin yapabildiğini yapabilirsek, kardeşimizin oğlunu koruyacağız” dedi. Fakat Tulayb bu tür belirsiz bir ifadeyle yetinmedi ve “Seni İslâm’a girip, O’na tabi olmaktan alıkoyan nedir? Kardeşin Hamza da Müslüman oldu” dedi. Annesi her zamanki gibi diğer kız kardeşlerinin kararını beklediği özürünü dile getirdiğinde ise, Tulayb onun sözünü kesti: “Allah adına sana yalvarıyorum, git ve onu selamla, ona inandığını söyle ve Allah’tan başka tanrı olmadığına şehâdet getir”. Erva oğlunun dediklerini yaptı; Müslüman olduktan sonra cesareti arttı ve kardeşi Ebû Leheb’i, yeğenine yaptıklarından dolayı azarladı.
Hatîce’nin akrabalarına gelince; İslâm’ın Mekke’de tanınmaya başlamasından kısa bir süre sonra üvey kardeşi Nevfel, İslâm’ın en kötü ve en azgın düşmanı oldu. Fakat onun bu düşmanlığı oğlu Esved’in yeni dine girmesini önleyemedi. Esved’in Müslüman oluşu Hatîce’ye bir bakıma Nevfel’in düşmanlığını unutturuyordu. Fakat ne yazık ki en sevdiği yeğeni ve birkaç yıldan beri de damadı olan Şems’li Ebû’l-As, karısı Zeyneb İslâm’a girdiği halde Müslümanlığı kabul etmiyordu. Karısı Müslüman olduğu için kabilenin ileri gelenleri ders olsun diye onu boşaması için Ebû’l-As’ı
zorluyorlardı. O kadar ileri gittiler ki Zeyneb’i boşamasına karşılık Mekke’den en güzel, en zengin ve en soylu kadınla evlenebilmesi için tüm olanaklarını bu yolda harcayacaklarına söz verdiler. Fakat Zeyneb’le Ebû’l-As birbirlerini seviyorlardı. Zeyneb (r.a.) her zaman kocasının da Müslüman olması için dua ediyor ve öyle olmasını ümit ediyordu; kocası da Zeyneb’i sevdiği için, kendisini boşamaya zorlayanlara istediği kadının evde olduğunu ve başka bir kadın da istemediğini söyledi. Hatîce’nin yeğenlerinden bir diğeri olan Hakim de- kendisine yirmi yıl kadar önce Zeyd’i hediye eden kardeşi Hişâm’ın oğlu- Ebû’l-As gibi halasına ve halasının ev halkına karşı sevgi ve saygı beslemeye devam ediyor, fakat Kureyş tanrılarına da karşı çıkmıyordu. Hakim’in kardeşi Hâlid ise Müslüman olmuştu.
“Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete eriştiremezsin, ancak Allah dilediğini hidayete eriştirir.” (Kasas: 56).
Bu âyetle ifade edilen gerçek Kur’ân’ın her yerinde tekrarlanır. Fakat bu tür âyetler, Peygamberin (s.a.v.) üstünden sorumluluk yükünü kaldırsa da, onun Mahzûm’lu kuzeni Abdullah’ın küfrüne üzülmesini engelleyemiyordu. Onu çok üzen bir başka durum daha vardı: büyük amcası Hâris’in oğlu, bir zamanlar çok samimi arkadaşı olan Ebû Süfyân da Müslüman olmayı kabul etmiyordu. Peygamber (s.a.v.) onun mesaja karşı duyarlı olacağını ümit ediyordu, fakat aksine İslâm aralarına bir engel oldu. Büyük bir ihtimalle amcası Ebû Leheb’in etkisiyle Ebû Süfyân’ın vahye ve Peygamber’e (s.a.v.) karşı soğukluk ve anlayışsızlığı gün geçtikçe arttı. Yukarıdaki âyetin gerçek olduğu başka durumlarda da gözleniyordu: Ebû Bekir Müslüman olduğunda karısı Ümmü Ruman ve başka bir karısından olan oğlu Abdullah’la kızı
Esmâ ona uymuşlar ve İslâm’a girmişlerdi. Ümmü Ruman kısa bir süre önce Âişe adını verdikleri ve Zeyd’in oğlu Üsame gibi İslâm’ın ilk çocuklarından olan bir kız çocuğu dünyaya getirmişti. Ebû Bekir birçok kimsenin Müslüman olmasına vesile olduğu halde en büyük oğlu Abdu’l- Kâ’be’nin Müslüman olmasını sağlayamamıştı. O, annesi Ümmü Ruman ve babasının tüm çabalarına rağmen yeni dine girmemekte ısrar ediyordu.
Mü’minler, hayal kırıklığı içindeydiler. Kâfirlerse, Mekke’de yaşam tarzlarını tehdit eden ve gelecekle ilgili, özellikle çocuklarının evlilikleriyle ilgili projelerini suya düşüren bir olayla karşı karşıya bulunduklarının farkına varmışlardı. Mahzûmîlerden Abdullah’ın mecliste kuzeni Muhammed’e (s.a.v.) sert bir şekilde karşı çıktığında, Beni Mahzûm çok sevinmişti. Abdullah’ın kardeşi Züheyr de, yeni dine ondan daha az düşmanlık beslemesine rağmen Müslüman olmayı reddetmişti. Abdullah gibi Züheyr de Abdu’l-Muttalib’in kızı Atîke’nin oğluydu; fakat şimdi hayatta olmayan babaları Atike adında başka bir kadınla evlenmiş ve ondan bir kız çocuğu olmuştu. Adı Hind olan bu kız on dokuz yaşındaydı ve çok güzeldi. Kısa bir süre önce de iki üvey ağabeyinin kuzeni olan Mahzûm’un diğer kolundan Ebû Seleme ile evlenmişti. Bu evlilik kabilenin iki kolunu birbirine bağladığı için tüm kabileyi memnun etmişti. Fakat Ebû Seleme’nin Müslüman olduğunu duyduklarında bu memnunluk üzüntü ve kızgınlığa dönüştü: Hind’in -veya her zamanki lakabı ile Ümmü Seleme’nin- kocasını bırakmak yerine, onunla birlikte en samimi Müslümanlardan biri olduğunu duyduklarında ise iki katına çıktı.
Ebû Seleme’nin babası öldüğünde, annesi Berre, Kureyş’in Amir kolundan bir adamla evlendi ve ondan Ebû Sabra adında bir oğlu oldu. Amir’in şefi olan Süheyl kısa bir süre önce kızı Ümmü Gülsüm’ü Ebû Sabra’yla evlendirmişti. Berre, kardeşi Erva’nın aksine henüz İslâm’a girmemişti. Fakat Ebû Sabra hem üvey kardeşi Ebû Seleme, hem de üvey annesi, babasının ikinci karısı Meymûne sayesinde yeni dine ilgi duymaya başlamıştı. Peygamber “Gerçekten şu kız kardeşler gerçek mü’minlerdir”[68], derken Meymûne’yi ve Abbâs, Hamza ve Ca’fer’in hanımları olan üç kız kardeşini kasdediyordu. Meymûne’nin Ebû Sabra’nın babasıyla evlenmesi, Amir kabilesine güçlü bir iman örneği gösterdi.
Süheyl, diğer kızı Sehle’yi, Şemsî lider Utbe’nin oğlu Ebû Huzeyfe’yle evlendirmişti. Amir kabilesi güç yönünden ilerlemede biraz geç kalmıştı, bu nedenle bu evlilik onlar için ve diğer kabile için avantajlıydı. Evlendikten kısa bir süre sonra bu çift İslâm’a girdi. Onları Ebû Sabra ve Ümmü Gülsüm ikilisi izledi. Yani Süheyl iki kızını ve dikkatle seçilmiş iki damadı yeni dine kaptırmıştı. Aynı şekilde üç kardeşi Hatib, Salit ve Sekran’ı ve Sekran’ın karısı, kuzenleri Sevde’yi de kaybetmişti. Fakat Süheyl’e göre en kötü olanı en büyük oğlu Abdullah’ın da Peygamber’in (s.a.v.) en hızlı takipçilerinden biri olmasıydı. Abdullah babasının da bir gün hidayete erip, kendilerine katılacağını ümit ediyordu, Peygamber de aynı ümidi taşıyordu, çünkü Süheyl diğer liderler içinde en merhametli ve en akıllısıydı; uzun süreden beri de sık sık manevî dinlenme ve tefekkür için inzivaya çekilirdi. Fakat buna rağmen o yeni dine düşman oldu, çok şiddetli olmasa da düşmanlığını korudu. Çocuklarının
kendisine itaat etmemesi de bu düşmanlığı besleyen bir unsur oldu.
Abdu Şems içinde Ebû Huzeyfe, anne-baba otoritesine karşı çıkan tek lider oğlu değildi. Rüyasında Peygamber’in (s.a.v.) kendisini ateşten kurtardığını gören Hâlid, ilk zamanlar İslâm’a girdiğini ailesinden gizlemişti. Fakat babası bunu duyduğunda eski dine döndüğünü itiraf etmesini istedi. Bunun üzerine Hâlid: “Muhammed’in (s.a.v.) dininden vazgeçmektense ölürüm daha iyi”[69] dedi. Babası bu sözleri duyunca onu acımasızca dövdü ve yiyecek ve içecek vermeksizin bir odaya kapattı. Fakat üç gün sonra Hâlid kaçmayı başardı; babası daha fazla ileri gitmedi, fakat onu evlatlıktan reddetti. Utbe, oğlu Ebû Huzeyfe’ye karşı, Hâlid’in babasından daha sabırlı ve dikkatli davranıyordu. Babasına bağlı olan Ebû Huzeyfe de babasının bir gün putperestliğin yanlış olduğunu göreceğini ümit ediyordu.
Abdu Şems’in Ümeyye boyuna gelince; Osman’ın (r.a.) Müslüman oluşundan ve Rukiyye’yle evlenişinden daha büyük kayıplar vardı. Müttefikleri Beni Esed İbn Hüzeyme’nin büyük bir çoğunluğu yeni dine girmişti. İçlerinde Peygamber’in (s.a.v.) kuzenleri ve lider olan Cahş ailesinin de bulunduğu on dört kişi Müslüman olmuştu. Bu değerli müttefiklerin yanı sıra Ümeyyelerin Şefi Ebû Süfyân, Abdullah’ın küçük kardeşi Ubeydullah İbn Cahş’la evlendirdiği kızı Ümmü Habîbe’yi de yeni dine kaptırmıştı.
Adiy kabilesinin ileri gelen ailelerinden birinde ise Hak bağının diğer bağları nasıl kırdığı son nesilde gözleniyordu. Nufeyl’in iki ayrı karısından Hattâb ve Amr adında iki oğlu vardı. Nufeyl’in ölümü üzerine Hattâb’ın annesi üvey oğlu
Amr ile evlenmiş ve ondan Zeyd adında bir oğlu olmuştu. Bu nedenle Zeyd ve Hattâb anne tarafından kardeş oluyorlardı. Zeyd, Varaka gibi Kureyş’in putperest geleneklerinin yanlış olduğunu görebilen ender insanlardan biriydi. Sadece putlara tapmamakla kalmaz, onlar için kesilen kurbanların etinden de yemezdi. O, İbrahim’in Allah’ına inandığını söyler ve Kureyşlileri topluluk içinde azarlamaktan çekinmezdi. Diğer taraftan Hattâb, Kureyş geleneklerine sıkı sıkıya bağlıydı ve Zeyd’in kendi taptıkları tanrı ve tanrıçalara hakaret etmesine çok kızıyordu. Bu yüzden Zeyd’i Mekke dışındaki tepelerde yaşamaya zorladı, daha da ileri giderek Zeyd’in Kâ’be’ye yaklaşmasını önleyecek genç bir ordu kurdu. Bunun üzerine toplumdan sürülen Zeyd, Hicaz’ı terk ederek Irak’ın kuzeyindeki Musul’a gitti, oradan da güneybatıdaki Suriye’ye gitti. Gittiği yerlerde rastladığı rahib ve Yahudi bilginlerine İbrahim’in dini ile ilgili sorular soruyordu. Sonunda ona terk ettiği ülkede ortaya çıkmak üzere olan ve İbrahim’in dinini tekrardan vazedecek olan bir peygamberin geleceğinden bahseden bir rahibe rastladı. Bunun üzerine Zeyd geri dönmeye karar verdi, fakat Suriye’nin güney sınırındaki Lahm bölgesinden geçerken saldırıya uğradı ve öldürüldü. Varaka onun ölümünü duyunca çok üzüldü ve bir ağıt yazdı. Peygamber (s.a.v.) de onu övdü ve onun kıyâmet gününde “Büyük bir halkın değerini kendinde taşıyarak diriltileceğini”[70] söyledi.
Zeyd’in ölümünden sonra yıllar geçmişti: Hattâb da ölmüştü ve Ömer (oğlu) kardeşi Fâtıma ile evlenen Zeyd’in oğlu Sa’îd’le iyi anlaşıyordu. Fakat İslâm’ın gelişiyle aralarındaki bu dostluk kesildi. Çünkü Sa’id İslâm’a ilk girenlerden biriydi ve karısı Fâtıma da ona uyarak Müslüman olmuştu. Fakat
annesi Ebû Cehil’in kızkardeşi olan Ömer, yeni dine karşı çıkanlardan biriydi. Sa’îd ve Fâtıma, Ömer’in çok hiddetli olduğunu bildikleri için İslâm’a girdiklerini ona söylememeyi tercih ettiler. Ömer’in İslâm’a kaptırdığı birileri daha vardı: karısı Zeyneb, Cumah kabilesinden Ma’zun’un oğlu Osman’ın kardeşiydi; Osman eskiden beri zühd hali ile yaşar ve vahiy gelmeden önce bile tek tanrıya inanırdı. O ve iki erkek kardeşi yeni dine ilk girenler arasındaydı. Onların ve Zeyneb’in İslâm’a giren üç yeğenleri vardı. Bu dönemde Zeyneb’in Müslüman olup olmadığı hakkında hiçbir kayıt yoktur. Çünkü onun bu konudaki eğilimlerini gizli tutacak yeterli nedeni vardı. Ağabeyi Osman, gerçi Ömer kadar hiddetli değildi, ama uzlaşmaz bir yapıya sahipti.
Zeyneb ve erkek kardeşleri, kabilelerinin şefi ve İslâm’ın en azılı düşmanlarından olan Ümeyye bin Halef’in kuzenleri oluyorlardı. Bir gün kurumuş bir kemiği alıp Peygamber’e (s.a.v.): “Muhammed (s.a.v.) Allah’ın bunu dirilteceğini mi iddia ediyorsun?” diyen Ümeyye’nin kardeşi Übey idi. Daha sonra alaylı bir gülümsemeyle kemiği elleri arasında ezmiş ve tozlarını Peygamberin yüzüne doğru savurmuştu. Bunun üzerine Peygamber: “Evet iddia ediyorum ki: Allah onu diriltecek ve seni de şu andaki halinle diriltecek, daha sonra da seni cehenneme atacak”demişti. Aşağıdaki âyetler Übey’e hitaben inmiştir:
“Kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek verdi; dedi ki: ‘Çürümüş bozulmuşken bu kemikleri kim diriltecekmiş?’ De ki: ‘Onları, ilk defa yaratıp, inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir.” (Yâsîn 78-79).