Kanunları, kuralları anlarız, ama ülkenin "meydan okuyarak yönetilmesi"ni anlamamız mümkün değildir.
Başbakan'ın "hayır" üzerine kurulu politikası, sendikalarla girdiği "ayaklar başlar" sözüyle özetlenecek sert ilişkileri ve tavizsiz tavrı, İçişleri Bakanı'nın "1 Mayıs için Taksim Meydanı'nında gösteriye izin verilemez ve izin istenemez" açıklaması, İstanbul Valisi'nin "1 Mayıs vesilesiyle kanunsuz bir toplantı ya da kanunsuz bir yürüyüşe elbette ki engel olunacaktır" demesi"
Bunları açıklamak, bu "asayişçi tavrı" anlamak gerçekten zor"
1 Mayıs gösterilerinin Taksim'de yapılmasının güvenlik açısından sorun oluşturacağını anlatmak başka bir iştir, siyasi olarak "karar budur, yasak budur" tarzı "meydan okuyucu tavır" başta bir iştir.
Bugün 1 Mayıs 2008"
Bu yazı dün 30 Nisan 2008 günü kaleme alındı, umarız İstanbul'da sıkıntısı ve sorunu az bir gün yaşanır.
Ancak AK Parti hükümetini izlemek ve anlamak git gide zorlaşıyor.
AK Parti'yi sıkıştırmaya çalışanlar ne denli irrasyonel hamleler yapıyorlarsa, AK Parti de son zamanlarda bir o kadar irrasyonel davranışlar içinde bulunuyor.
Demokratik ittifak ve desteğe, demokratik hamlelere ve demokratik ortama en çok ihtiyacı olduğu bir anda önüne gelen tüm imkânları elinin tersiyle geri itiyor.
1 Mayıs'ın bayram yapılması talebi de böyle geriye itişi ifade ediyor, Taksim Meydanı konusunda izlenen sert asayiş politikası da"
301. maddeyi tümüyle kaldırma imkânını da harcadı siyasi iktidar"
Peki, Başbakan'ın Kürt meselesinde askerle yarışan tavrını, sert üslubunu nasıl açıklamalı?
AK Parti adeta bir yalnızlık arayış içinde"
Endişemiz odur ki, bu anlamsız politikanın faturası sadece Erdoğan'a ve partisine değil, tüm topluma, tüm ülkeye çıkacaktır.
Şu ana hakim genel politika açılmış bir defteri, otoriterleşme sürecini tabiileştirme politikasıdır. Ve buna artan oranda en büyük katkıyı "silik, uyumlu, otoriter kokulu adımları"yla AK Parti yapmaktadır.
Öylesine ki, bu politika ilk sonucunu AK Parti çevreleri, özellikle milletvekilleri üzerinde vermeye başlamış görünüyor.
Bezginlik, teslimiyetçi ruh hali, bir sonraki siyasi dönemin hesaplarını şimdiden yapmak gibi siyasi alıştırmalar ne yazık ki bu çevreyi kuşatmış halde.
Ankara'dan her dönen aynı gözlemleri dillendiriyor.
Siyasi iktidar, halkın yüzde 85'inin katıldığı seçimde yüzde 47 alarak iktidara geldi.
Bunun anlamlarından birisi şudur:
AK Parti'nin değişimin arkasında duranlara, yasaklara şu ya da bu nedenle itiraz edenlere, yani kendisine oy verenlere, kendisini destekleyenlere bir borcu vardır.
En azından "demokratik cesaret borcu" vardır.
Demokratik hamleler sadece AK Parti'nin kapatılmasını zora sokacak taktik adımlardan oluşmaz, aynı zamanda ülke semalarını demokratik bir ruh haliyle kuşatacak bir bakıştan, bir dizi girişimden oluşur.
İşçi sendikalarıyla kavga etmek, "ayaklar-başlar" gibi sözler etmek, 1 Mayıs'la sembolik kavgaya girişmek, DPT liderinin elini sıkmamak, Diyarbakır Baro Başkanı'na "PKK yandaşı gibi konuşuyor" demek, sıradan sözler ve girişimler gibi görünebilir. Ancak kriz dönemlerinde bu küçük sanılan şeyler dev semboller üretir ve siyaseti bu semboller yapar.
Bu semboller sizin özgürlükçü olup olmadığınızı ortaya koyar, en azından özgürlükçülüğünüzün sınırlarını gösterir.
Herkes bu topluma borcunu ödemekle mükelleftir.
yeni şafak