Şeriat haricî bir akıldır. Akıl dahilî bir şeriattır. Şeriat ve akıl iç içe, omuz omuza (mütâdidan) olup, bu ikisine bir demek mümkündür… Şeriat akıldan koptuğu takdirde ondan hiçbir şey zuhur etmez. Zira nasıl göz olmayınca ışık fayda vermez ise, ışık olmayınca da göz acze düşer.
Ey kardeşim, bilmiş ol ki akıl ancak şeriatla hidayete erebilir. Şeriat da ancak akılla açıklık kazanıp, anlaşılabilir. Şeriatı bina olarak kabul edersek, akıl bu binanın temeli konumundadır. Nasıl temelsiz bina olmaz ise, aynı şekilde bina olmayınca temeli bir işe yaramaz.
Akıl göze, şeriat ışığa benzer. Işık olmayınca göz bir işe yaramayacağı gibi, göz olmayınca da ışık bir işe yaramaz. İşte bu sebeple Allahu Teâlâ: “Muhakkak ki size Allah’tan bir nûr ve kitab-ı mübîn gelmiştir. Allah rıdvânına tâbi olanları onunla selamet yoluna ulaştırır ve onları kendi izniyle zulümattan nûra çıkarır”(1) buyurmuştur. Yine diyebiliriz ki akıl sirâca, şeriat bu sirâcın yağına benzer. Yağ olmayınca sirâc hiçbir işe yaramayacağı gibi, sirâc olmayınca da yağ hiçbir işe yaramaz. Allahu Teâlâ Nûr Suresinin 35’inci âyetinde bu noktaya işâret buyurmuştur.
Şeriat haricî bir akıldır. Akıl dahilî bir şeriattır. Şeriat ve akıl iç içe, omuz omuza (mütâdidan) olup, bu ikisine bir demek mümkündür. Şeriat haricî bir akıl olduğu için Allahu Teâlâ birçok kâfiri Kur’ân-ı Kerim’de akılsızlıkla damgalamış ve “Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bunun için akletmezler”(2) buyurmuştur.
Akıl dahilî bir şeriat olduğu için Allahu Teâlâ aklın sıfatına dair: “Vechini hanif olana, Allah’ın insanları (nâs) onun üzerine yarattığı fıtrata çevir. Allah’ın halk edişinde tebdil yoktur. Bu din kayyimdir. Lakin insanların çoğu bilmez”(3) buyurarak aklı din olarak isimlendirmiştir. “Nûr üstüne nûrdur”(4) ifadesiyle aklın ve şeriat nûrunun müttehid olduğunu belirtmiş ve: “O dilediğini nûruna kavuşturmuştur”(5) buyurarak bu iki nûrun gerçekte bir tek nûr olduğunu söylemiştir.
Şeriat akıldan koptuğu takdirde ondan hiçbir şey zuhur etmez. Zira nasıl göz olmayınca ışık fayda vermez ise, ışık olmayınca da göz acze düşer.
Ey kardeşim, bilmiş ol ki akıl kendi başına çok az şeyi halledebilir. Zira akıl bir şeyin cüz’iyyatına değil, sadece külliyâtının bilgisine vakıf olabilir. Mesela Hakk’a inanmanın, doğru sözün, helâl alış-verişin, adaletle muamelenin ve de iffetin güzel olduğunu cüz’i olarak değil, küllî olarak bilebilir. Oysa ki şeriat eşyanın hem cüz’iyyatını, hem külliyâtını bildirerek, neyin itikad edilmesi gereken bir şey olduğunu ve neyin adalet olduğunu teker teker açıklar.
Kısaca akıl şeriatın tafsîlatını bilemez. Hâlbuki şeriat bazen aklın karar kıldığı şeyi ifade ederek, gafilleri tembih ederek, marifete ait hakikatleri delillerle izhar ederek, unutulanı hatırlatarak, şer’î hususları öğretip, kıyamet ahvalinin tafsilini talim buyurarak kişiyi hidayete ulaştırır. Öyleyse diyebiliriz ki şeriat sahih itikadlar ve müstakim fiillerin nizamıdır; dünyevî ve uhrevî maslahatların kılavuzudur. Şeriattan uzaklaşan kimse doğru yoldan çıkar. Nitekim Allahu Teâlâ akıl ve şeriatı, fazilet ve rahmet olarak nitelendirmiş ve bu hususa şöylece işâret etmiştir: “Eğer Allah’ın size fazlı ve rahmeti olmasaydı -az bir kısmınız müstesna- hepiniz şeytana uymuştunuz.”(6)
İmam Gazalî – Meâricu’l-Kuds (Hakikat Bilgisine Yükseliş), Çev: Serkan Özburun, İnsan Yay., 2. Baskı, 2007, s. 49-50
—
1- Mâide Suresi: 15-16
2- Bakara Suresi: 171
3- Rum Suresi: 30
4- Nûr Suresi: 53
5- Nûr Suresi: 35
6- Nisa Suresi: 83
akılvefikir