Gerard Baker
Eski Sovyet lideri Nikita Kruşçev'in seçimlerle ilgili şunu söylediği rivayet edilir: "Özgür seçimlerle ilgili tek sorun, kimin kazanacağını bilmemeniz." Amerikan dış politikasının Ortadoğu'da demokrasiyi teşvik etmek yönündeki övgüye değer hedefinin muammalarından biri de bu; seçmenler özgür oy kullandıklarında bazen ABD'nin dış politika hedeflerinin hasmı partilere oy verebiliyor. Son beş yılda, seçmenler Batı'nın özgürleştirme çabalarını Filistin Yönetimi'nde ve hatta Irak'ta, savundukları itibarıyla oy kullanma hakkını mutlu mesut ortadan kaldırabilecek İslami aşırılıkçıları seçerek ödüllendirdi.Ancak bütün tehlikelerine rağmen ABD Başkanı George W. Bush'un özgürlüğe öncelik tanıma ısrarında haklı olduğuna kuşku yok. Bazen kısa dönemde verdiği sonuçlar bizi memnun etmese de, tarih uzun dönemli siyasi istikrar ve barışın en emin yolunun hâlâ demokrasi olduğunu gösteriyor.
Batı yanlılığından vazgeçmemeli
Bush'un idealizmi açısından önemli bir sınav Türkiye'de yaşanmak üzere; Türkiye, dünyada hem çoğunluğu Müslüman hem demokratik olan az sayıda ülkeden biri. ABD'nin bu ülkeyi başarısızlığa uğratmaya hazır gibi bir görüntü vermesi de bu yüzden çok kötü.
Daha geçenlerde Türk seçmenler hatırı sayılır bir çoğunlukla, Türkiye'nin üç çeyrek asırdır tecrübe ettiği laik toplumun sınırlarını geriletmekle tehdit eden açıkça İslamcı bir partiyi seçti. Aslında seçim zaferi AKP'yi doğrudan doğruya, geleneksel olarak kendisini laikliğin başlıca savunucusu gören orduyla çatışma rotasına yerleştiriyor.
Geçen ayki seçimlere, anayasal bir kriz vesile oldu. AKP son beş yıldır meclisi kontrolünde tutsa da, Türk devleti üzerinde önemli siyasi ve hukuki yetkileri bulunan bir makam olan cumhurbaşkanlığını elde edemedi. Bu en yüksek makamın yeni sahibinin kim olacağı meselesi gündeme geldiğinde, AKP fırsatı çabucak değerlendirip dışişleri bakanı Abdullah Gül'ü aday gösterdi. Gül AKP içindeki ılımlı isimlerden biri sayılıyor, fakat kamuoyuna açık yerlerde Müslüman başörtüsü giymekte ısrar eden bir kadınla evli olmak gibi ciddi bir günahı var. Dindarlığın simgesi sayılan başörtüsü uzun yıllardır Türkiye'nin tetikteki laiklik yanlılarının asabını bozuyor.
Gül adaylığını koyduğunda ordunun üst düzey mensupları derhal dışişleri bakanının seçilmesinin kabul edilemez olacağını açıkça ortaya koydu ve Türkiye'nin, son 40 yılda ülkenin istikrarlı bir demokrasiye dönüşme çabasına büyük zararlar veren darbelerden birine daha doğru yol aldığı endişeleri hasıl oldu.
Fakat cumhurbaşkanı meclis tarafından seçiliyordu ve çoğunluğu elinde tutsa da, AKP'nin seçimi tek başına zorlayacak kadar oyu yoktu; cumhurbaşkanı seçilmesi için meclis üyelerinin üçte ikisinin oyu gerekiyor. Düğümü çözmek ve orduyla olası bir çatışmadan kaçınmak için genel seçimler yapıldı ve bu kez AKP, müttefiklerinin yardımıyla adayının seçilmesi için gereken çoğunluğu sağladı.
Tek soru hükümetin, burnunun dibindeki ordu tehdidi karşısında 'silah'a salırıp sarılmayacağı, Gül'ü tekrar aday gösterip göstermeyeceği ve gösterdiği takdirde generallerin harekete geçip geçmeyeceğiydi. Neticede geçen hafta Gül bir kez daha aday oldu ve ülkede şu an herkes nefesini tutmuş durumda.
Biz Batı'dakiler için, ki Türkiye'nin geleneksel Batı yanlısı tutumundan uzaklaşıp diğer İslami ülkelerle fiilen ittifaka yönelmemesi çıkarlarımız açısından çok önemli, son derece ciddi bir durum söz konusu.
Göründüğü kadarıyla Atatürk'ün 80 yıl önce oluşturduğu katı laiklik yanlısı anayasanın değişme riski var. ABD'nin isteyeceği son şey, Ankara'da tam kontrol sağlamış, alenen bir İslamcı hükümet. Bu, sadece dünyadaki radikal İslamcı seçeneği zayıflatma hedefi açısından bir geri adımı temsil etmeyecek. Aynı zamanda, son derece tatsız yakın ve orta vadeli diplomatik sonuçlar da doğurabilir. Başbakan Tayyip Erdoğan Tahran, Şam ve Gazze'deki Hamas liderliğiyle sıcak ilişkilere girişti bile. Irak savaşı dört yıl önce Türkiye sınırlarında başladığından bu yana da Türk-Amerikan ilişkileri ciddi biçimde bozuldu.
Radikal İslamcı demek yanlış
Bütün bunlara rağmen ABD'nin Türkiye'deki demokratik sürece saygı göstermesi ve ordunun ihtiraslarına suç ortaklığı yapmaması elbette ki yerinde olur. AKP'nin politikalarını sevse de sevmese de Türk seçmenlerin isteklerini kabul etmesi gerektiğine kuşku yok ve bunun bir dizi nedeni var.
Birincisi, AKP'nin Türkiye'deki laik geleneğe hoş karşılanmayacak bir meydan okumayı ifade ettiği muhakkak olsa da, bu partiyi Gazze'den Tahran'a uzanan radikal İslamcı dayanışmanın bir parçası gibi nitelemek yanlış. AKP'nin Türkiye'de dinin kamusal alandaki ifadeleri üzerindeki bazı katı yasakları gevşetmeye çalıştığı doğru, fakat işi başka yerlerdeki İslamcı partilerle bağlantılandırılabilecek türden fanatik bir gündeme dek götürmedi. Dahası iktidardaki beş yılı zarfında AKP sosyal politikadaki birçok alanda liberal adımlar attı. Türkiye'nin AB üyeliği ve bunun kamusal ve kültürel hayatta gerektirdiği liberalleşme yönünde çaba göstermeye de devam ediyor.
Demokrasinin zıddı tiranlık
İkincisi, AKP'yle halkçı ve laik siyasi alternatifi arasında bir tercih yapılacak olsaydı, üstü örtülü Amerikan muhalefeti mantıklı görünebilirdi.
Fakat yüz yüze olunan yegâne alternatif askeri iktidar ve bu da ABD'nin demokrasi idealiyle taban tabana zıt.
Üstelik sadece Türklerin kendi liderlerini seçme hakkını ortadan kaldırmaya niyetli görünen bir ordu değil, ABD'nin bölgedeki dış politika hedeflerine pekâlâ gerçek bir tehdit de oluşturabilecek bir ordu söz konusu.
Ordu, İslamcıları devirdikten sonra muhtemelen gerçek nihai hedefi olan ve Türkiye içinde ve Irak sınırında faaliyet gösteren Kürt ayrılıkçılara yüzünü çevirecektir. ABD'nin bugün ihtiyaç duyduğu son şey, Ankara'da, 2003'ten beri Irak'ın nispeten barış ve istikrar içindeki tek bölgesini istikrarsızlaştırma niyetindeki saldırgan bir askeri rejim.
Demokrasi her zaman istediğiniz siyasi sonuçları doğurmayabilir.
Fakat demokrasinin zıddının sadece kısa vadede işe yarayacağı ve tiranlıktan ve acıdan başka bir şeye asla yol açmayacağından da emin olabilirsiniz. (ABD merkezli internet yorum sitesi, 22 Ağustos 2007)