Son seçimde Ak Parti'den milletvekili seçilerek herkesi şaşırtan yılların solcusu ve devrimcisi Haluk Özdalga, Sosyalist Enternasyonal'e mektup yazarak Cumhuriyet Halk Partisi'nin evrensel sol değerleri savunan bir parti olmadığını ve Sosyalist Enternasyonal'den çıkartılması gerektiğini savunmuştu.
Tv8'de yayınlanan Erkan Tan ile Başkent'ten programına bu sabah konuk olan Haluk Özdalga, CHP lideri Deniz Baykal'ın "Sosyalist Enternasyonal'de bizi şamar oğlanına çevirecekler" dediğini hatırlatarak aslında kabahatini kendisinin de kabul ve ilan ettiğini ancak Sosyalist Enternasyonal'de bu duruma düşmesinin nedenini hala anlayamadığını iddia etti.
Kendisinin yazdığı mektupla Avrupa'daki sol partilerin bu karara varmadığını, bu işlerin mektup yazmakla olmayacağını belirten Haluk Özdalga, Deniz Baykal'ın demokrasi dışı söz ve tutumlarından canlı yayında örnekler verdi.
Haluk Özdalga, Baykal'ın üyesi ve başkan yardımcısı olduğu örgütün toplantısına katılıp kendisini savunacak yüzü ve cesareti bulamadığının altını çizerek; "Üyesi ve başkan yardımcısı olduğu örgütün toplantısına katılıp partisini ve kendisini savunamayan Baykal memleketin çıkarlarını ve menfaatlerini başka yerlerde nasıl savunacak?" sorusunu yöneltti.
Aynı zamanda TBMM Çevre Komisyonu Başkanı olan Haluk Özdalga, "Eğer Baykal bu işlerin mektupla olduğunu zannediyorsa, demokrasi önünde engel olmaktan vazgeçeceğine söz verirse, Sosyalist Enternasyonal'e bir mektup daha yazacağım ve Baykal'ın affedilmesini isteyeceğim" diyerek, canlı yayında seyircilerin önünde söz verdi.
İŞTE AK PARTİ MİLLETVEKİLİ HALUK ÖZDALGA'NIN SOSYALİST ENTERNASYONAL'E YAZDIĞI MEKTUBUN TAM METNİ
Haluk Özdalga, 10 Ocak 1948'de İstanbul'da doğdu. Babasının adı Numan, annesinin adı Emine Nimet'tir. İnşaat Yüksek Mühendisi; Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü'nde lisans ve yüksek lisansını tamamladı. Altyapı ve çevre konularında hizmet veren bir mühendislik firmasının kurucusu oldu ve yöneticiliğini yaptı. Toplumcu Düşün ve Sosyal Demokrat Ufuk dergilerinin editörlüğünü yaptı. Siyaset felsefesi, dış politika ve güncel sorunlar üzerine pek çok gazete ve dergide makaleleri yayınlandı. Avrupa sosyal demokrasisini anlatan "Sosyal Demokrasinin Oluşumu" ve "Kötü Yönetilen Türkiye" adlı kitapları basıldı. 23. Dönem'de Türkiye Büyük Millet Meclisi Çevre Komisyonu Başkanı oldu. Çok iyi düzeyde İngilizce ve İsveççe, az düzeyde Rusça ve Bulgarca bilen Özdalga, evli ve 2 çocuk babasıdır.
Sosyalist Enternasyonal'in değerli liderleri,Önümüzdeki hafta başında Atina'da düzenlenecek Sosyalist Enternasyonal'in 23. Kongresi için toplandığınızda, katılımcılardan biri Türkiye'den Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) olacak ve lideri Sayın Deniz Baykal da onurlu Presidyum makamında başkan yardımcılarından biri olarak yer alacaktır.
En azından şunu söylemek mümkün ki, bu durum kaba ve gülünç bir görüntü yaratmaktadır. Çünkü, CHP ve onun lideri Sayın Baykal, şu anda Türkiye'de var olan en tehlikeli demokrasi ve reform karşıtı güçlerden birini temsil etmektedir. Demokratik bir Türkiye'nin kurulmasına karşı açıkça ve saldırganca çalışmaktadırlar; siyasi programları açık ve kesin bir biçimde sosyal demokrasinin değerlerine karşıdır. CHP ve Baykal, halkın demokratik bir şekilde seçtiği siyasi yönetimi engellemek için orduyu sürekli teşvik etmekte ve provoke etmektedir.
CHP ve Baykal, Türkiye'de özgürlüklerin genişlemesini hedefleyen tüm reformlara ısrarla karşı koymaktadırlar. Düşünce özgürlüğü için ciddi bir sorun oluşturan TCK 301. maddesini değiştirmeyi hedefleyen reforma karşı çıkmış ve olumsuz oy kullanmışlardır. Nüfusumuzun önemli bir kısmının ana dili Kürtçedir; o dilde televizyon yayını yapılmasına imkan sağlayan değişikliğe karşı tavır almışlardır. CHP'nin ülkemizdeki sivil görünümlü fakat aşırı militarist bir televizyon kanalına yasal açıdan sorunlu bir şekilde ciddi miktarlarda ödemeler yaptığı kısa süre önce ortaya çıkmıştır. 1980 askerî darbe rejiminin kalıntısı olan yürürlükteki Anayasa'nın yerini alacak ve özgürlükçü demokrasi doğrultusunda hazırlanacak yeni bir anayasayı nefretle reddetmektedirler.
Öte yandan CHP ve Baykal, siyasi suçlar işlemek üzere kurulmuş bulunan ve medya tarafından Ergenekon olarak adlandırılan bir çeteye karşı yürütülen soruşturmadan memnuniyetsizlik duyduklarını göstermekten çekinmiyorlar. Türkiye sınırlarının ötesinde maceracılığı temsil ediyorlar ve tehlikeli bir şekilde saldırgan bir dış politika izlemesini ısrarla talep ediyorlar.
Bu mektubun ekinde sunduğum belge, CHP'nin üzücü ve kınanacak politikalarını daha ayrıntılı bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu belge sadece Sayın Baykal ve CHP'yi eleştirme arzusunun bir sonucu değildir; eminim ki seçmenimiz onlara hak ettikleri karşılığı vermeye devam edecektir. Ama bu belge aynı zamanda, demokrasi ve özgürlük karşıtlarının Sosyalist Enternasyonal'in çatısı altında yer bulabilmesinden, hatta başkan yardımcılığı makamında dahi yer alabilmesinden duyulan derin hayal kırıklığının da bir ifadesidir. Yıllardır sosyal demokrasi ideali peşinden koşuyorum, siyasi çalışma yapıyorum. Biliyorum ki Türk kamuoyu ulusal konuların uluslararası platformlarda ele alınmasına karşı çok duyarlı. Ama ben hep, sosyal demokrasinin dayanışmasının tüm halkları kucakladığına ve sınır tanımadığına inandım.
Sosyalist Enternasyonal'in güçlü bir küresel hareket olması gerektiğine ve dünyanın en uzak köşelerindeki farklı tarihî miraslara sahip siyasi partileri içine alması gerektiğine tamamen katılıyorum; bu partilerin Avrupa kıtasına ait sosyal demokrasinin ya da İskandinav sosyal demokrasisinin aynısı ve karbon kopyası olamayacağını biliyorum.
Ancak, demokrasi ve özgürlüğün arsız muhalifleri Sosyalist Enternasyonal'in saflarında asla yer almamalıdır. Askerî müdahalenin açık sözlü kışkırtıcıları Sosyalist Enternasyonal'in başkan yardımcılığı makamında asla yer almamalıdır. Bunlar, Enternasyonal'in benimsediği demokratik sosyalizmin temel ahlaki değerlerinden kaynaklanan yükümlülüklerdir. En derin saygılarımla...
CHP SOSYAL DEMOKRASİNİN YÜZ KARASIDIR
CHP ORDUYU NASIL KIŞKIRTTI (2002-2007)
2002 seçimlerine CHP kendini iktidarın en büyük adayı görerek girdi. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı, açık ara ikinci gelebildi. O dönemden itibaren Deniz Baykal liderliğinde CHP'nin sürdürdüğü siyaset, askerlerin ve yargı gibi diğer devlet kurumlarının baskısı altında hükümeti düşürmeyi hedef aldı.
O yıllarda TSK komutanları ne zaman siyasi konulara müdahale anlamına gelen bir açıklama yapsa, parti sözcüleri ve özellikle CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen bu açıklamaları destekleyen, öven ve askerleri müdahale için yüreklendirmeye çalışan demeçler vermeye başladı: Komutanlar tamamen haklıydı, doğru konuşuyorlar, hatta az bile söylüyorlardı. CHP, askerlerin ülke yönetimine ve siyasete müdahale etmesini alenen teşvik ediyordu.
Söz konusu genel başkan yardımcısının o dönemde üst düzey komutanlarla özel görüşmeler yaptığına dair duyumlar vardı. Emekli Oramiral Özden Örnek'in günlükleri kamuoyuna yansıdığında, bunların doğru olduğu ve Öymen'in bu görüşmelerde askerleri müdahale için açık bir dille kışkırttığı ortaya çıktı (1). Öymen o görüşmeleri yapmadığını söyledi. Ancak Örnek'in günlüklerinin doğruluğu daha sonra bir mahkemede kesinlik kazanınca, sadece CHP Genel Başkan Yardımcısının üst düzey komutanlarla o gizli görüşmeleri yaptığı değil, Genel Başkan Yardımcısı Öymen'in yalan söylediği de kanıtlanmış oldu.
2007'de cumhurbaşkanlığı seçiminin ve genel seçimlerin yaklaşmasıyla, Baykal yine orduyu siyasetinin içerisine sokmak ve Ak Parti'yi köşeye sıkıştırmak için tüm gücüyle çabalamaya başladı. Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili siyasetini askerler üzerinden yürüttü. Seçimlere giden yolda Baykal'ın sürdürdüğü söylem, hesaplı ve büyük ölçüde askerlerin kışkırtılması üzerine kuruluydu.
Hatırlanacağı gibi, 2006'da ısrarlı bir şekilde erken seçim istiyordu ve o amaçla açık muhtıra çağrısı yapmaktan ve TBMM iradesine dönük tehditler dile getirmekten kaçınmadı: 'Bizim önerdiğimiz (Mayıs 2007 öncesi erken genel seçim), muhtıra şeklinde ya da daha ince yöntemlerle aşılmasına gerek bırakmadan sorunu sandıkta aşma olayıdır' (2). Eylül 2006'da erken seçim kararı için zamanın daralması üzerine, harekete geçmekte acele edilmesi için, sözde ince bir siyaset üslubuyla yapılmış, ama kaba ve muhatabının askerler olduğu belli bir çağrı daha yaptı: 'Başbakanın cumhurbaşkanı adaylığını önlemek gerektiğini düşünüyorlarsa, şimdi önlesinler' (3).
CHP grup toplantısında yaptığı bir konuşmada, önce 'herkesi göreve çağırıyorum' dedi ve hemen sonra kimleri göreve çağırdığı eksiksiz anlaşılsın diye, tamamlayıcı açıklama olarak talihsiz ve vicdanları yaralayan bir kıyaslama yaptı: '...Celal Bayar, Adnan Menderes... geldi, geçti. Ama bugünkü yönetim kadar... laiklik özüne karşı bir kadro gelmedi' (4).
Sözde ince ve örtülü bir üslupla, ama gerçekte kaba bir şekilde yürüttüğü sürekli kışkırtmalara rağmen netice alamayan Baykal, zamanın daralmasıyla birlikte, son bir umut ve çırpınış içinde bu kez açık kışkırtmalara başladı: 'Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olmasına Silahlı Kuvvetler kayıtsız kalmayacaktır diye düşünüyorum' (5).
27 Nisan'da cumhurbaşkanlığı seçimi için ilk oylama yapıldı ve üçte iki çoğunluk bulunamadı. Baykal'ın ısrarla kışkırtmaya çalıştığı müdahale henüz gerçekleşmemişti. O gün Baykal, 'tüm çağrılarına rağmen toplumun en önemli ağırlık merkezlerinin duruma seyirci kaldığını' söyleyerek, askerlere serzenişte bulundu ve üzüntülerini dile getirdi (6). Aynı gece yarısı askerlerin demokratik işleyişe müdahalesi geldi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, hemen ve büyük bir coşku ile, askerlerin bildirisiyle tamamen aynı görüşleri paylaştıklarını ilan etti. Baykal da açıkça destek çıktı ve 1 Mayıs günü parti grubunda yaptığı konuşmada, askeri müdahalenin, öyle bir ihtiyaç duyulduğu için yapıldığını söyledi.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde toplantı yeter sayısı Anayasa'da açıkça 184 olarak gösterilmiş olmasına rağmen, AK Parti çoğunluğunun önünü kesmek amacıyla CHP bu sayının 367 olduğu doğrultusunda karar alınması talebiyle Anayasa mahkemesine başvurdu. Mahkeme, hukuken savunulması mümkün olmayan bir yorumla CHP'nin istediği şekilde karar verdi. Daha sonra, anayasa aykırı bu kararın elde edilmesi için Baykal'ın orduyla zımni bir işbirliği içinde olduğu da ortaya çıktı. Üst düzey bir komutanın, zamanın mahkeme başkanı Tülay Tuğcu'yu aradığı ve arzu edilen karar alınmadığı takdirde darbe yapılacağını söyleyerek tehdit ettiği anlaşıldı.
Ordunun internette yayınladığı muhtıra ve anayasa mahkemesinin 367 kararından sonra hükümetin erken seçime gitmek dışında fazla seçeneği kalmamıştı. Seçimler 22 Temmuz'da yapıldı. CHP'nin en büyük kampanya aracı, 'cumhuriyet mitingleri' olarak adlandıran ve büyük şehir merkezlerinde yapılan kitle gösterilerdi oldu. Görünürdeki amacı laikliği korumak olan ve uluslararası medyanın da dikkatini çeken bu mitinglerin gerçek hedefi, yaklaşan seçimlerde yeni bir AK Parti zaferini engellemekti.
Mitinglerin önde gelen organizatörü, fanatik laikçilerin ve seçkinlerin buluştuğu bir örgüt olan Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) ile benzer ideolojiyi paylaşan kuruluşlardı. ADD'nin lideri 2004 yılında emekli olan Orgeneral Şener Eygur'du. Medyada ayrıntılı olarak yer aldığı gibi Eruygur, 2002-2004 arasında Jandarma Komutanı olarak görev yaparken, 'Ayışığı' ve 'Sarıkız' kod adlı başarısız darbelerin önde gelen tertipçiliğini yüklenmişti (7).
Bu mitingleri destekteleyen en büyük siyasi parti CHP oldu. Genel Merkez, olabildiğince güçlü bir katılımı temin için CHP teşkilatlarına talimat verdi. Önde gelen organizatörlerinden birinin başarısız darbe tertipçisi bir organeralin olduğu mitinglere Baykal şahsen katıldı ve bu mitinglerden sonra partisinin seçimleri kazanacağı umutlarının artığı yolunda açıklamalar yaptı. Eski Yugoslavya'da milliyetçi diktatör Slobodan Miloşevic tarafından düzenlenen kitle gösterilerini hatırlatan bu mitinglerde, AK Parti'yi küçük düşürmeye dönük yaygın tezahüratlara ilaveten, bol bol AB ve Batı karşıtı sloganlar da atıldı.
2007 SEÇİMLERİ VE İKİNCİ BÜYÜK YENİLGİ SONRASI CHP
DSP ile seçim ittifakı yapmış olmasına rağmen CHP, 22 Temmuz seçimlerinde AK Parti'nin oylarının yarısından daha azını ( %46,6'ya karşı %20,9 ), milletvekillerinin ise üçte birinden azını (341'e karşı 112) kazanabildi. Bu hezimet, 2002 yenilgisinden daha ağırdı. Fakat Baykal için pek bir şey ifade etmedi. Sivil ve askeri bürokrasinin de desteği altında, demokratik rejimi sarsmayı hedefleyen yıkıcı muhalefetini tam gaz sürdürdü. Son genel seçimlerden bu yana sadece bir yıldan daha az bir süre geçmiş olmasına rağmen, bu kısa süre içinde Baykal ve partisinin sicili, Türkiye'de demokrasi ve özgürlükleri sabote eden çok sayıda örnekle doludur ve sosyal demokrasi için bir başka utanç belgesi oluşturmaktadır.
Anayasa reformuna direniş
Türkiye'nin yürürlükteki Anayasası 1980'de darbe ile iktidara gelen askeri bir rejim tarafından yapılmıştır. O zamandan beri defalarca değiştirilmiş olmasına rağmen, AB üyesi olmak isteyen bir ülke için yeterli olduğu söylenemez. Özgürlükçü demokrasi ve onun modern kurumlarına uygun yeni bir Anayasa'ya şiddetle ihtiyaç vardır. AK Parti Temmuz 2007 seçimlerinde, eğer iktidara gelirse yeni bir Anayasa hazırlayacağı sözü verdi. Ağustos 2007'de hükümeti kurduktan sonra kısa süre içinde kapsamlı bir yeni Anayasa taslağı hazırladı. Ancak, başta CHP olmak üzere muhalefetin sert karşı koyuşu nedeniyle, tasarı müzakere edilmek üzere parlamentoya gönderilemedi.
CHP, parlamentonun yeni bir Anayasa hazırlama yetkisini reddetmek ve bir meşruiyet tartışması açmak peşindedir. Baykal'ın iddiası şöyledir : 'Anayasa yok sayılarak... yeni bir anayasa yapılamaz... 175. madde bu değişikliğin tümden değil, maddelerin değiştirilmesi şeklinde olacağını düzenliyor... Anayasa yeniden yapılamaz mı, elbette yapılır. Düşmanı atarsın, devleti yeniden kurarsın, bayrağı dikersin... yapanlar yapmış. İhtilali yaparsın, idamı göze alırsın, Anayasa toptan yenilenir. 1960 ve 1980 ihtilalerinden sonra bu yapıldı (8).
Ergenekon davasına karşı tavır
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı halen, medya tarafından "Ergenekon" diye adlandırılan bir siyasi suç örgütüyle ilgili soruşturma yürütmektedir. İçlerinde emekli general ve subayların, gazetecilerin, hukukçuların, siyasetçilerin ve Rum Ortodoks Kilisesine rakip olarak kurulmuş bulunan Türk Ortodoks Kilisesinin bazı yöneticilerinin de bulunduğu 40 civarında kişi göz altına alınmıştır. Savcılık iddianamesini kısa süre içinde açıklanması beklenmektedir. Ergenekon'un amacı bombalı saldırılar, siyasi suikastlar, vs düzenleyerek kargaşa ve kaosu ortamı yaratmak ve o yoldan askeri darbeye uygun bir zemin oluşturmak gibi görünmektedir. Medyada yer alan bilgilere göre; Ergenekon'un devlet içinde belli gruplarla bağlantılı olma ihtimali de mevcuttur. Çete tarafından kullanılan evlerde şaşırtıcı sayıda bomba, el bombası ve sofistike silahlar bulunmuştur.
Üst düzey bir yargıcın öldürüldüğü 2006 Danıştay saldırısı, Cumhuriyet gazetesinin defalarca bombalanması, Trabzon'daki rahip cinayeti ve Malatya'daki misyoner cinayetleri gibi son dönemde gerçekleşen bazı sarsıcı olaylar ile Ergenekon dosyası arasında bağlantıların ortaya çıkması ihtimal dahilindedir.
CHP ve Baykal bu siyasi suç örgütüne karşı yürütülen soruşturmayı destekler nitelikte tek bir söz dile getirmemiş, hatta soruşturmadan açıkça rahatsızlık duydukları belli olmuştur. Ergenekon çerçevesinde yürütülen gözaltına almalar nedeniyle Baykal hükümeti eleştirmiş ve olayı, saygıdeğer insanlar üzerinde baskı kurmaya dönük bir hükümet planı olarak göstermiştir: '...memleketin saygıdeğer düşünürlerini, yazarlarını ve demokrasiye inanan insanları baskı altına almak için iktidar olanaklarının kullanılması hiç bir şekilde kabul edilemez' (9).
''Askerlerin pozisyon raporu''
Askerlerin sorumluluk alanına girdiği söylenemeyecek konularda Genel Kurmay'ın iç kullanıma dönük raporlar (Andıç) hazırladığı medyada yer alınca, sıkıntı yaratan ve eleştirilen bir durum ortaya çıkmış oldu.
Bu Andıçlardan biri AB ve ABD'den parasal destek alan sivil toplum örgütleri hakkındaydı ve bu parayla Türkiye karşıtı faaliyetlerin yürütüldüğü iddia ediliyordu. Diğer bir Andıç, gazetecileri ve medya kurumlarını sınıflandırıyor, Türkiye'ye bağlılıklarını değerlendiriyordu.
Bu Andıçlar nedeniyle askerleri savunan ilk kişilerden biri Baykal oldu ve Andıç'lardan ilkinim askerlerin hazırladığı olağan bir 'pozisyon raporu' olduğunu, ikincinin ise askerlerin 'medya ve basın dünyasıyla ilişkilerini düzenlemek için kendi kurumları çerçevesinde yaptıkları bir iç değerlendirme' olduğunu öne sürdü (10).
Kanaltürk: Yandaş medya için para
CHP açısından küçük düşürücü diğer bir olay ise, partinin, özel bir TV şirketi olan Kanaltürk ile para karşılığı yandaş medya oluşturmak amacı taşıyan bir sözleşme yapıldığının ortaya çıkması oldu. Partinin görüşlerine ve partinin belirlediği kişilere yayınlarda yer verilmesi için TV şirketine 3,5 milyon dolar ödenmişti. Yasalara göre suç teşkil eden bu fiil halen hukuki bir soruşturma konusudur; ancak yargı ile partinin dostane ilişkileri dikkate alınırsa, kayda değer somut bir sonuç doğurması beklenmemelidir.
Ne var ki, olayın ihmal edilemeyecek bir siyasi yönü de vardır. Kanaltürk'ün kurucusu ve yöneticisi, ülkenin sivil elbiseler giymiş en açık ve saldırgan militaristlerinden biri olan Tuncay Özkan'dır. TV şirketini kurmaya karar verdiğinde, askerlerin güçlü holdinglere sahip olduklarını ve kontrol ettiklerini dikkate alarak, parasal destek temin amacıyla karargahları ziyaret ettiği bilinmektedir. Kanaltürk yayınları arasında, başka ülkelerdeki askeri darbeleri ve rejimleri anlatan filmlere de yer almaktadır. Özkan askerlerin ülke yönetimine müdahale etmesinin en ateşli savunucularından biridir. Mesela Genel Kurmay Başkanı Büyükanıt'ın Kuzey Irak krizinin yoğun günlerinde konuyla ilgili yaptığı basın toplantısında siyasetten emir beklediklerini söylemesi Özkan'ı öyle kızdırmıştı ki, adeta patlamış ve bu sözleri protesto ederek yeni bir ordu kurulabileceğini dahi öne sürmüştü : 'Şimdi ben diyorum ki, Türk milleti bir tane değil, bin tane ordu kurar... bir Genelkurmay Başkanı siyasetin emrindeyiz diyebilir mi?' (11).
Baykal ve partisinin medyada müttefik olarak seçtiği ve destek amacıyla 3,5 milyon akıttığı TV kanalı işte buydu.
Vakıflar Yasası reformuna muhalefet
AK Parti hükümeti Şubat ayında, Vakıflar Yasası'nın yenilenmesi sürecini tamamlayan bir tasarıyı meclise sundu. Osmanlı döneminde önemli bir rol oynayan vakıfların, modern zamanlara uyumlu bir düzenlenmeye ihtiyacı vardı. Siyaseten kolay istismar edilebilecek bir konu olmasına rağmen, Başbakan Erdoğan bu reformun yakın takipçisi oldu. Hükümet konuyu ciddi biçimde ele aldı ve demokratik prensipler, dini azınlıklar (Rum, Ermeni, Yahudi, vs.) dahil tüm vakıflara eşitlik, uluslararası faaliyetlere katılabilme, ekonomik faaliyetlerde bulunabilme gibi yaklaşımlara dayanan bir tasarı ortaya çıkarmak amacıyla çalışma grupları oluşturuldu.
CHP'nin bu reformlara muhalefet etmesi hiç kimse için sürpriz olmadı. CHP'nin muhalefeti daha çok istismar, daha az somut taleplere içeriyordu ve bu reformun AB tarafından dikte edildiği iddiasına dayanıyordu ' ...çok komik... Neden?... "AB'ne uyum sağlamalıyız" gerekçesi... Bu yine çok komik'' (12). Bu noktada CHP'nin bir sözcülerinden biri, konunun uluslararası Ortodoks Kilisesi ve onun Türkiye'de mülkiyet edinme hakkı kazanmasıyla ilişkili olduğunu dahi iddia etti (13).
Kürtçe yayın ve 301. madde üzerinde gerici tavırlar
Yıl başında değişiklik yapılmadan önce, TCK'nın 301. maddesi 'Türklüğü ve devleti" aşağılama fiili için hapis cezası öngörmekteydi. Sorun sadece yasanın içeriği ve ifade biçimine ilişkin değil, aynı zamanda savcılar tarafından kolay bir şekilde başvuruluyor kaynaklanıyordu. 2003-2007 yılları arasında bu yasa üzerinden 745'i mahkumiyet kararıyla sonuçlanan 1,481 dava açılmıştır. Dava açılanlar arasında, Nobel edebiyat ödülü sahibi Orhan Pamuk ve daha sonra bir suikast sonucu öldürülen Ermeni gazeteci Hrant Dink'in de yer aldığı çok sayıda yazar ve gazeteci de vardı. Bu çok açık bir düşünce özgürlüğünün meselesiydi. Yasadaki ifade biçiminin düzeltilmesi yanında dava açmak için Adalet Bakanı'nın yeşil ışık yakması şartı da getirilerek yeniden düzenlenen Tasarı Meclis'e sunulduğunda CHP ve Baykal buna şiddetle karşı çıktılar, karşı oy kullandılar ve hükümeti Türk ulusuna hakaret etme özgürlüğü tanımakla suçlayan karalama kampanyası yürüttüler. Daha önceki tartışmalarda da Baykal 301. madde reformunu 'hainlik' diye nitelendirerek saldırmıştı (14).
Türkiye'nin doğusu ve güneydoğusunda yaşayan nüfusun önemli bir kısmı Kürttür. Hükümet bu yılın Mayıs ayında ulusal TV kanalının Türkçe'den başka dillerde de yayım yapmasına izin veren, öylece haftada bir gün Kürtçe yayın yapılmasının yolunu açacak olan bir reform tasarısını Meclise sunduğunda CHP, yine karşı çıktı ve buna karşı olumsuz oy kullandı.
CHP: Yurt dışında saldırganlık ve maceracılıkta şampiyon
Kıbrıs da barışçı çözüme karşı ana siyasi muhalefet Türkiye'de CHP'dir. 2004'e dönersek, BM planının ve birleşik Kıbrıs için referandumunun AK Parti hükümetince desteklenmesi sorunun çözümü için diplomatik bir hamleydi. Fakat Baykal plana katı bir şekilde karşı çıktı. Çünkü sorunun çözümsüz kalmasını tercih ediyordu; bunu adadaki Türk sosyal demokratları ile arasının açılmasını dahi göze alarak yaptı.
Kuzey Irak konusunda, CHP bölgedeki ABD ve yerel Kürt güçleri ile sıcak çatışma anlamına bile gelse, uzun süredir bölgeye asker konuşlandırılmasını önermektedir. Seçimler yaklaştığı sırada, 2007 yılının ilk yarısında böyle bir adımın kargaşa yaratacağı belli olmasına rağmen, Baykal konuyla ilgili baskısını artırdı. 2007 Ekiminde hükümet, Türk topraklarından PKK saldırılarını bertaraf etmek için Kuzey Irak'a askeri bölüklerin yerleştirilmesi kararı aldı. Bu hareketin siyasi ve askeri başarısı için en önemli koşul, sınır ötesi operasyonun sınırlarının çok dikkatli belirlenmesi ve hedefin kesinlikle PKK ile sınırlı tutulması idi. Fakat konu Meclis'te tartışıldığında, CHP sözcüsü partisinin saldırgan çizgisinden ayrılmak için hiçbir sebep görmedi: 'Sayın Başbakan... muhtemel sınır ötesi harekâtın hedefinin 'sadece ve sadece terör örgütü' olduğu hususu(nu söyledi)... Harekâtın temel hedefi, sadece yakalayabildiğiniz PKK'lıları etkisiz hâle getirmek değildir... iş bununla bitmiyor... harekâtın... ana hedefi... PKK'yı himaye eden Kuzey Irak'taki siyasi otoriteye (Barzani) bu himayenin çok ağır bir bedeli olacağını göstermek (olmalıdır)... (15).
AK Parti'nin yasaklanması
CHP'nin ana taktiği sürekli olarak Türkiye'nin İslami kurallarına dayalı bir devlet tehdidi ile karşı karşıya olduğunu, ki bu Türklerin Orta Çağda bile yaşamadığı bir durumdur, ve AK Parti'nin bunu gerçekleştirmek istediğinin altını çizmesidir. CHP bu iddiasının en önemli delili olarak da AK Parti'nin üniversitelerde başörtüsü giyme yasağının kaldırılması teklifini göstermektedir.
Bu yıl Şubat ayında, Meclisin 411 milletvekili üniversiteli kadınlara bu konuda seçme özgürlüğü imkânı sağlayan anayasal değişiklikleri onayladı ve CHP Anayasa Mahkemesi'ne bu değişikliklerin iptal edilmesi için dilekçe verdi. Mahkeme CHP'nin talebi doğrultusunda karar aldı. Mart ayında Başsavcı AK Partinin kapatılması ve Başbakan Erdoğan'ın 5 yıl süreyle siyaset yapmasının yasaklanmasını isteyen bir iddianame hazırladı. Tüm bu olanları Baykal büyük bir zafer olarak karşıladı.
Bu iddianamenin verilmesinden kısa bir süre sonra, ideolojik taraflılığı nedeniyle çok fazla eleştiri toplayan iddianame hakkındaki görüşlerini Baykal şöyle açıkladı: 'Çok objektif ve sorumluluk sınırları içinde hazırlanmış çok iyi bir iddianamedir' (16). Baykal ayrıca Mahkemenin ne şekilde karar alması gerektiği konusunda da fikirlerini açıkça dile getirdi: 'Yargının görevini yapması engellenirse din istismarı engellenemez ve kaos ortaya çıkar' (17). Başbakan Erdoğan için istenen ceza hakkında ise şunları söyledi : 'Gerçek bir yerde ortaya çıkar üstün gelecek hükmü yersin' (18).
Çok sayıda AB liderinin son seçimde oyların yüzde 47'sini kazanmış bir partinin kapatılmasının ve Başbakanın siyasi olarak yasaklanmasının kabul edilemez olduğunu belirtmesine Baykal'ın tepkisi şu şekilde oldu: 'Türkiye'nin AB ile ilişkilerine en büyük darbeyi vuran, zarar getiren, AB adına gelip Türkiye'de uluorta, patavatsızca konuşan siyaset adamlarıdır. AB yöneticilerinin bir an önce bu konuyu ciddiye alarak, ne söylediğini bilmez insanlara, Türkiye'yi anlatmaları gerekmektedir' (19). Baykal'ın buyruğuna göre ne hakkında konuşmaları konusunda talimat alması gereken politikacılar AB Komisyon Başkanı Jose Barosso ve AB'nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn'den başkaları değildir.
Bazı AB liderlerinin AK Parti'nin yasaklanmasına ilişkin demokratik bir bakış açısı ile yaptıkları eleştirilere diğer bir cevap olarak Baykal basitçe şöyle dedi: 'AB adına konuşanlar demokrasi ukalası' (20). Nihayet Olli Rehn 'demokratik laiklik' anlayışı üzerinde bir uzlaşma ima ettiğinde, Baykal'ın yanıtı şöyle oldu: 'Demokratik laiklik söylemleri, laiklikten vazgeçme arzusunun bir yansımasıdır' (21).