El Aksa Tufanı'nın Üzerinden Bir Yıl Geçti, Oryantalist Anlatılara Karşı Mücadele Devam Ediyor
Hamas öncülüğünde 7 Ekim 2023'te gerçekleştirilen ve İsrail'i derinden sarsan Aksa Tufanı Operasyonu'nun üzerinden bir yıl geçti. Bu eşi benzeri görülmemiş askeri operasyon, Tel Aviv rejiminin askeri ve istihbari yenilmezliğine dair uzun süredir var olan efsaneyi yerle bir etti.
İsrail'in Gazze Şeridi ve işgal altındaki Batı Şeria'daki Filistinlilere yönelik onlarca yıllık saldırganlığına karşı gerçekleştirilen bu meşru askeri operasyona, İsrail'in Gazze'ye yönelik gayri meşru ve ayrım gözetmeyen bombardımanı ile karşılık verildi.
Bu korkunç saldırılar, Gazze Şeridi'nde evler, okullar, hastaneler, klinikler, eczaneler, mülteci kampları, sığınaklar, camiler ve kiliseler dahil olmak üzere çeşitli sivil alanlarda gerçekleştirildi.
ABD'nin tam desteğini alan Tel Aviv'deki soykırımcı rejimin gerçekleştirdiği bu katliamların hiçbiri gözden kaçmadı.
Geçtiğimiz yıl boyunca, dünya Filistin halkının soykırıma uğramasına tanık oldu. Bu trajedi, uluslararası toplum tarafından sessizce onaylandı, Batılı güçler tarafından görmezden gelindi ve Siyonist rejim yanlısı Arap liderler tarafından desteklendi.
Fakat bu yıkımın ortasında, Filistinli direnişçilerin kararlılığına ve bu mücadelenin ön saflarında yer alanların gösterdiği fedakârlığa da şahit olduk.
Cesur özgürlük savaşçılarımız, Siyonist savaş makinesine kahramanca karşı koydu. Lübnan'dan Irak'a ve Yemen'e kadar uzanan Direniş Ekseni'nin rolünü de kabul etmek gerekir. Bu eksen, yalnızca Filistin halkını korumakla kalmadı, aynı zamanda dünyaya güçlü bir mesaj iletti.
Bu mesaj sadece Siyonist rejime ve onunla ilişkilerini sürdüren Müslüman ülkelere değil, aynı zamanda tüm dünyaya yönelikti: Özgürlük ne uzak bir hayal ne de ulaşılamaz bir idealdir.
Bu zulmün içinde doğup büyüyenler için kurtuluş, sadece bir hedef değildir. Uğruna mücadele etmeye değer bir davaya ömür boyu bağlılıktır. Hakikate ve adalete inananlar için bir yaşam biçimidir.
Gazze Sağlık Bakanlığı'nın verilerine göre, 7 Ekim 2023'ten bu yana, çoğu çocuk ve kadın olmak üzere yaklaşık 42 bin kişi hayatını kaybetti ve 97 bin 100 kişi de yaralandı.
İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarının resmi olmayan bilançosu, açıklanan rakamların çok üzerinde. Enkaz altında kalan ve haber alınamayan binlerce kişi nedeniyle gerçek kayıp sayısının daha yüksek olduğu tahmin ediliyor.
İsrail işgali, şiddet ve vahşetten başka bir yöntem tanımıyor. Çocukların toplu mezarları üzerine kurulmuş, İngiliz ve Amerikan yardımlarıyla desteklenen bir oluşumun insanlıktan nasibini almadığı görülüyor.
Bu soykırım projesi, büyük ölçüde Filistin'in işgalini çevreleyen köklü Oryantalist bakış açıları nedeniyle devam ediyor. İsrail'in saldırılarına maruz kalan Lübnanlılar gibi Filistinliler de öylesine insanlıktan uzaklaştırıldı ki, çoğu zaman hayvanlara benzetildiler.
9 Ekim 2023'te İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, "Gazze Şeridi'nde tam bir abluka emri verdim. Elektrik, yiyecek, yakıt olmayacak, her şey kapalı olacak," dedi. Ayrıca, "İnsan hayvanlarla savaşıyoruz ve buna göre hareket ediyoruz," ifadesini kullandı.
Başka herhangi bir bağlamda, Siyonist varlığa yönelik bu tür insanlık dışı, nefret dolu söylemler dünya çapında öfke ve infial yaratırdı. Ancak Edward Said tarafından tanımlanan ve "bizi" "onlara" karşı konumlandıran Oryantalist çerçeve, bugün Gazze'de sorgulanmadan ve tartışılmadan hüküm sürüyor.
Arap insanı geri kalmış olarak tasvir edilirken, ABD ve İngiltere tarafından silahlandırılan ve finanse edilen sömürgeci, beyaz kurtarıcılık ideolojisine batmış bir kahraman olarak yansıtılıyor.
Filistin direnişi sadece silahlı mücadele yoluyla toprakları için savaşırken klişeleri yıkmak zorunda kalmadı, aynı zamanda derinlemesine yerleşmiş Oryantalist anlatılara da meydan okumak zorunda kaldı.
Batı bu görüşleri sürdürmeye devam ederken, Filistinlileri "daha az değerli" olarak çerçeveleyip kendilerini üstün olarak tasvir ediyor. Direniş, fiziksel, duygusal ve psikolojik olmak üzere birçok cephede mücadele veriyor.
Dahası bu, Filistinlilerin kendi yaşamlarını Batılı yaşamlara kıyasla değersizleştiren ırkçılık ve önyargılara karşı koymaları gereken, gurur ve kimlikle ilgili kültürel bir savaş.
Bu durum, İsrail'in işlediği savaş suçlarının sözde "meşru müdafaa" kisvesi altında işgal tartışmalarına yol açtığı Lübnan'a kadar uzanıyor.
Gerçek şu ki, direniş hareketi olmasaydı Lübnan, İsrail'in acımasız işgalinden asla kurtulamazdı. Lübnan ancak Seyyid Hasan Nasrallah ve Hizbullah direnişçilerinin önderliğinde 2000 yılında özgürlüğüne kavuştu.
İran bir başka güçlü örnek teşkil ediyor. Amerikan ve İsrail yanlısı Şah'ı 1979 Devrimi sırasında deviren İslam Cumhuriyeti, hâlâ Oryantalist algılarla karşı karşıya kalmaya devam ediyor.
İran, 1979 Devrimi'nin ardından kazandığı zafere rağmen, Batı dünyası tarafından hâlâ farklı bir gözle değerlendiriliyor. Bu bakış açısı, sadece dini temellere değil, aynı zamanda İslami gelenek ve değerlere olan bağlılığına da dayanıyor. Liberal bireycilikle şekillenmiş Batı toplumları için bu durum çoğu zaman anlaşılması güç bir olgu olarak karşımıza çıkıyor.
Alçakgönüllülük ve ahlaki değerlerle yönetilen bir ulus fikri, Batı'nın alışık olduğu dünya görüşüne uzak kalıyor. Bu farklılık, kültürel ve ideolojik bir çatışmanın temelini oluşturuyor.
Günümüzde Direniş Ekseni olarak adlandırılan oluşum, sadece fiziksel bir mücadele vermekle kalmıyor; aynı zamanda ırkçılık ve Oryantalizm gibi düşünce kalıplarına karşı da savaşıyor. Batı basını ve siyasi çevreleri, bölge halklarına yönelik olumsuz anlatıları sürdürmeye devam ederken, bu mücadelenin uzun soluklu ve sabır gerektiren bir süreç olduğu unutulmamalı.
ABD'nin 2003 yılında Irak'ta gerçekleştirdiği ve benzer söylemlerle meşrulaştırmaya çalıştığı eylemlerin bir benzerinin bugün Gazze ve Lübnan'da yaşandığını görmek mümkün. Bu durum, Batı'da yerleşik Oryantalist ideolojilerin ve "beyaz kurtarıcı" mitinin güncel bir tezahürü olarak değerlendirilebilir.
Filistin direnişi, baskıcı güçlere karşı mücadelesini toplumun farklı katmanlarında sürdürüyor. Hem Gazze hem de Lübnan'da hayatını kaybedenleri saygıyla anarken, bir yıl önce gerçekleşen Aksa Tufanı Operasyonu'nun Filistin halkı için önemli kazanımlar sağladığını da kabul etmek gerekiyor.
Amerikan yönetimi tarafından desteklenen bir gücün dayattığı zorlukları aşmak, küçümsenecek bir başarı değil. Bu mücadele, adanmışlık ve onur mücadelesi olarak görülüyor. Özgürlüğün gerçekleşmesi için halkın aktif direnişi şart görülüyor.
Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrullah'ın son konuşmasında belirttiği gibi, "Hepimiz öldürülsek de, hepimiz şehit olsak da, evlerimiz başımıza yıkılsa da, İslami direniş seçeneğinden vazgeçmeyeceğiz, bu yolu tamamlayacağız". Bu söz, özgürlük için mücadele eden kesimlerce bir rehber olarak görülüyor.
Özgür bir Filistin hedefi uzun ve zorlu bir yol olarak görülse de imkânsız olarak değerlendirilmiyor. 7 Ekim operasyonunun birinci yıldönümünde, Filistin davası ve toprakları için mücadele edenler anılıyor.