Başörtüsü yasağı, "yasak" kelimesinin de yanıltmasıyla yasal bir dayanağa sahip olan bir uygulama olarak algılanır. Son 10 yıllık sürecin başlangıç noktası 28 Şubat kararları ile hukuksuz, yasal dayanaksız bir süreç işlemiştir. Türkiye'nin hukuk devleti ilkesi 10 yıl önce başlatılan bu yasak uygulamasıyla devletin kendisi tarafından tahrip edilmektedir. Siyasi ve ideolojik sebeplerle başörtüsü uygulaması halka rağmen yasaklanmaya çalışılmışsa da maalesef hukuk devleti ilkesi zararlı çıkmıştır.
Eğitim hakkı, eğitim özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü gibi temel insan hak ve özgürlüklerinin teminatı, koruyucusu, uygulayıcısı yani her yönüyle garantörü olmak durumunda olan anayasal kurumlar, azınlık bir grubun tahakkümü ile 10 yıldır sürekli mağduriyet üretmektedir.
Türkiye son aylardaki bu tartışmaya, genel anlayışı açısından da tüm uygulama alanı itibariyle de Türkiye'nin yeni sivil bir anayasaya ihtiyaç duyması ve bununla ilgili gündemle başladı. Başörtüsü yasağının ortadan kaldırılmasına yönelik mevzuat değişikliğinden bahsedildiğinde de açıkçası yeni ve sivil bir anayasa ile Türkiye deki bütün temel sorunların en azından hak ve özgürlükler açısından eşitlikçi ve adil bir konuma geleceği ve kurumların da buna dayanacağı fikri oluştu. Ancak gördük ki; yeni ve sivil anayasa meselesinden önce sadece başörtüsü yasağına odaklı yeni değişiklik teklifi ortaya çıktı. Oysa hükümet, tüm kurumların mevcut mevzuata göre bu yasağı ortadan kaldıracak etkin bir uygulama ortaya koymasını hukuken sağlayabilirdi.
Anayasa'nın ve genel eşitlik ilkesi uyarınca zaten devletin ve kurumlarının kanun önünde eşit davranma yükümlülüğü bulunmaktadır. Mevcut anayasal değişikliğinin Anayasa Mahkemesinde iptali meselesine gelince Anayasanın 148 maddesi açıkça buna cevap vermektedir. Anayasanın 148. maddesindeki hüküm şu şekildedir: "Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün Anayasa'ya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler... Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır." Çok net ortada olan bu hükme rağmen aksinin hukuk devleti ilkesi gereğince mümkün olmaması gerekir.
Başörtüsü yasağı konuşulduğunda iki temel hak ve özgürlük birlikte konuşulmalıdır. EĞİTİM HAKKI VE DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ. Din ve vicdan hürriyeti gerek anayasaya göre gerekse uluslar arası sözleşmelere göre "Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, açıkça veya özel tarzda ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir." İlkelerinin de uygulanması gerekir. Oysa var olan tartışmalar ve başörtüsü yasağının kendisi insanların eğitim hakkı ve din ve vicdan hürriyeti arasında tercihe zorlanması gibi bir sonuçla karşı karşıya bırakılmaktadır. Düzenleme ve uygulamaların insanların temel hak ve özgürlükleri arasında tercihe zorlanmasına meydan vermesikabuledilemez.
Sonuç olarak sorunumuz mevzuat yanlışlığı ya da eksikliği değil yapılan hukuksuzluğun siyasi mekanizmalar ve yargı mekanizmaları tarafından üretilen/üretilemeyen çözümsüzlüğüdür. Yoksa sadece Türkiye'nin taraf olduğu ve Anayasanın 90. maddesine binaen Anayasaya aykırılığı dahi iddia edilemeyen Uluslararası Sözleşmeler dahi bu alandaki ve diğer insan hak ve özgürlükleri alanlarındaki sorunların çözümü için yeterli mevzuat kaynağıdır.