Fadime Özkan'ın röportajı
Türkiye'de çevrenin merkeze yürüdüğü tespitleri artık eskidi, mevcut durumu anlatmakta yetersiz kalıyor. Çevre artık merkezde, statü, güç ve para sahibi, giderek daha mobilize, haliyle daha çok görünüyor, hatta 'göze batıyor'
'Milenyum'da yaygınlaşıp derinleşen değişimin ilk virajı 90'larda alınmıştı. 9 yıl önce kurulan MÜSİAD, Anadolu'daki küçük ve orta ölçekli sanayiyi çatısı altında toplayarak dünyaya açtı, 'Anadolu Kaplanları'yla birlikte nur topu gibi bir de 'burjuva sınıfı'mız oldu.
Eleştirileri haklı çıkaran mide bulandırıcı durumlar olmakla birlikte, yekpare bir bütün olarak algılanıp gösteriş merakıyla, rüküşlükle, dinin kibirlenme uyarısına kulak tıkamakla itham edildiler. Kim bunlar, nereden geldiler soruları zamanla yerini ne yer ne içerler, ne giyer nereye giderler merakına bıraktı. Bu ilgi ve didiklemenin ardında üstenci bir bakış, bir hor görü ve burun kıvırma yok demek imkánsız. Artık yok sayılmıyorlar ama kabul gördükleri de söylenemez. Olup biteni, değişim sürecinin tetikleyicisi MÜSİAD'ın fikir babası, kurucu başkanı Erol Yarar ile konuştuk.
MÜSİAD'IN KURUCU BAŞKANI EROL YARAR:
'Bunlar cephelerde nesillerini tüketmiş ailelerin çocukları' diyen Yarar, iddialı konuşuyor: Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler ama artık asli unsur olması gerektiği yerde
Türkiye'de iyice açığa çıkan bir kavga var. Neyin kavgası sizce?
Türkiye'de sosyal siyasi bir değişim var. Bir ergenin yüzünde nasıl sivilceler çıkar, vücudunda değişiklikler olursa Türkiye de benzer bir dönem yaşıyor, akılla beden çatışıyor.
Fikriyatla statüko. Siyasi-iktisadi konumunu korumak isteyenler direniyor, değişim isteyenler güçlendikçe sesi gürleşiyor.
Bilmediği için korkanları anlıyor bildiği halde direnenleri küstah ve kibirli buluyorum. Ülke gerçeğini görmek istemiyorlar.
Çok ilgilidir. Bazıları Türkiye'deki inançları bir hayvanat bahçesine sokmak istediler. Orada en vahşi hayvan bile para kazandıran bir metadır, çeşitlilik iyidir. Ama şimdi Amazon'da yırtıcı hayvanlar arasında kalmış gibi hissediyorlar.
KOYUNUN OLMADIĞI YERDE
Hiç beklemiyorlardı, hayvanat bahçesindeki kadar kontrol mekanizmaları vardı. Türkiye'de din hep kontrol altında tutuldu, bir nehrin barajla tutulup istendiği miktarda bırakılması gibi bir durum var.
Bir ağacın kökü çok kuvvetliyse ne yaparsanız yapın bir yerden filiz verir.
Ben buna yeni değil asli diyorum. Diğerlerinin sundukları ve Türkiye'nin değeri diye tanıtmak istedikleri hiçbir değerin kültürün kökü, aslı bu toprakta değil.
Kesinlikle. Çünkü bunlar cephelerde nesillerini tüketmiş ailelerin çocukları. Ne zaman Yeniçeri teşkilatı kaldırıldı; Türkiye'nin askeri Türk milletinden temin edilmeye başlandı ticari hakimiyet azınlıklara geçti. 19. yüzyıl zaten savaşlar yüzyılıydı, Osmanlı 35 yıl fiilen savaştı. Arkasından Balkan ve Cihan savaşı, neslimiz Çanakkale'de bitti. Ticaret yapacak adam kalmadı. Yetimler önce mecburen çiftçi, nüfus artınca 50'lerde işçi oldular, 80'lerde Özal bunları biraz ticarete soktu. 90' larda ise MÜSİAD bu nosyonu dünyaya açtı.
Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler. Ama asli unsur artık olması gerektiği yerde. Devlet eliyle semirtilmediler, çalıştılar, yokluk çektiler. Öyle işadamları tanırım ki lastik ayakkabıyla gelmiş İstanbul'a, araba yıkamış...
Çalıştılar şükrettiler, azken verdiler, Allah da daha çok verdi çünkü daha cömert.
Potansiyel vardı ama işin şifrelerine sahip değillerdi, biz sahiptik, Allah lütfetti.
Kapitalist sistemin dünya iktisadına, insanına getirdiği çarpık bir model var. Değişmesi lazım. Bizim kültürümüzde inancımızda da bunu değiştirecek dinamikler var. Bir fikriyatın ancak kurumsal yapıyla büyüyebileceği fikriyle kuruldu MÜSİAD.
Ben bu çevrenin içindeydim. Babam TÜSİAD'ın kurucusu, annem Robert Kolej'den Ecevit'lerin sınıf arkadaşıydı. Işık Lisesi mezunuyum ben de ama ailemde din ve dünyanın bir araya getirilebileceğini görmüştüm. Oysa toplumda iki taraf da birbirini tanımıyordu. Öyle ki MÜSİAD'ın ilk kongresini 5 yıldızlı bir otelde yaptık diye arkadaşlarımız 'ne işimiz var burada' diyorlardı! Asli olduklarını unutmuş, marjinalliği kabullenmişlerdi, Türkiye'nin zencileri gibi hissediyorlardı kendilerini. Ötekileri tanımadıkları için de çok fazla su-i zanda bulunuyorlardı.
Ben din nedeniyle husumet görmedim. O sonradan çıktı zaten, birileri pompaladı.
Kurumlaşmadan sonra. Sizi ferdi gördüklerinde sorun olmuyor.
Çoğu yurt dışına gitmemiş. Avrupa'ya, Amerika'ya, Rusya'ya düşman. Bir lokma bir hırkaya inanan, helal olsun az olsun, oğlum okusun işin başına geçsin, kızım okumasa da olur, diyen bir yanlış anlayış. Bunu değiştirmek için aksiyonlar yaptım.
ASIL DEVRİM MESCİTTE!
Direkt tavır değil tabi ama bana kızdılar. 'Eski köye yeni adet getiriyorsun, ne gereği vardı, güzel güzel yiyor içiyor eğleniyorduk, bunlar da nerden çıktı' vs. Çok şey dendiğini biliyorum ama İstanbul kültürü, vakarı ve 'hak bildiğin yolda yalnız gideceksin' prensibiyle sığ tartışmalara girmedik. Ainesi iştir kişinin.
Bu bir dini milli misyondu. Türkiye üç beş ailenin eline bırakılamayacak kadar önemli bir ekonomik potansiyele sahipti ve bunun tabana inmesi gerekiyordu. Ülkenin kültürüyle barışılması gerekiyordu, ülkeye ancak barışık insanlar önemli değerler getirebilirdi. Ben buna inandım.
Kadınlara daha çok hissettiriliyor, erkekler o kadar etkilenmiyor. Geçen gün büyük bir alış veriş merkezinde mescide girdim. Baktım ayakkabıların hepsi marka! Arkadaşların yanına döndüğümde 'Türkiye'de devrim oluyor, haberiniz yok' dedim. Nerede, dediler; mescitte, dedim!
Oo, süper ayakkabılar var.
TÜSİAD gibi devletten nemalanmıyoruz
Yanlış okudular, güzel yorumladılar.
Hürriyet. Paranın esiri olmamak.
Devletten nemalanmamak.
Sayısal çoğunluk MÜSİAD'da, parasal çoğunluk TÜSİAD'da. Onlarda 40 yıllık sermaye birikimi var ama aradaki fark çok azaldı. TÜSİAD geçmiş MÜSİAD gelecek demek.
Yolun çok başında, adapte olmaya çalışıyor.
O bizim imtihanımız işte. Peygamberimiz diyor ki: 'Benim ümmetimin afeti maldır'.
Para makam iktidar çevre alabilir ama kültür satın alamaz. Hanzoysan hanzosundur.
İngiliz aristokratlar gibi tavana kadar kütüphane yaptırıp hiç kitap okumayan da var ama olumlu örnek de çok. Artık seyahat biçimi değişti. Batıya batıyı görmeye gidiyorlar artık.
Kültürel değerlerine uygun olanlara, musiki konseri, hat sergisi.. sponsor oluyorlar aslında. Kendi kültürleri haricinde gördüklerine sponsorluk yapmıyorlar, beklemek de yanlış olur. Zaman alacak.
Ahmet Hakan kendine baksın
Eygi içerden eleştiriyor, o yüzden tutarlı. Ahmet ise o kimlikten değilim ama onları tanırım ha, diye yaptığı için pek sevilmiyor. Bazı yazılarına katılsam da, Nişantaşı'nda cafede oturup entel görünmeye çalışıyor, atıp tutuyor. Bunları yazdırtmak fikriyatı amacı açısından Hürriyet'in bir başarısı. Ahmet açısından ne demektir, buna da kendisi baksın.
İnsanların geldikleri yere değil, geldikleri yeri reddedip reddetmediklerine bakarım.
Bu sevgi işidir, mekanik değil. Bir erkek çevre faktörüyle başörtülü bir kızı almalıyım diyorsa kınarım. Bir erkek bilinçli olarak tam tersini yaparsa da kınarım.
Abdurrahman'dır söyler, normal. Biri böyle söylemiş deseydiniz de Abdurrahman Dilipak'tır derdim.
Yiğit ondur dokuzu dondur
1) Kimseye muhtaç olmamak 2) Aileme iyi bir hayat sağlamak 3) Çevreme, akrabalarıma fakirlere yetime sahip çıkmak.
Sabrederim. Parasızlık da imtihandır.
Beş. Şimdilik!
Analitik düşünürüm. Dinsel önceliğim çoktur. Mescitleri, evliya ziyaretlerini çok severim. Düzenli spor yaparım.
Nasıl göründüğümle ilgiliyim. Yiğit ondur, dokuzu dondur sözüne inanırım.
Düşkünlük seviyesinde tarih sosyoloji okurum. Bir de çok Kuran okurum.
Ülkenin kültürüne İslami kimliğe önem verenlerin siyasette başarılı olmasına çalışırım. Türkiye'nin geleceği burada.
Bir lokma bir hırkaya inanmam
Ben şekil olsun diye değil sünnet olduğu için bıraktığımdan kesmedim. Her dönüşümün güzellikleri, çirkinlikleri var tabi. Nesiller alması gereken değişim bir nesilde yaşanınca tuhaflıklar oluyor. Farklı değilim, sizin gibi giyiniyorum, beni de kale alın gibisinden, markayı gösterme arzusu var, absürd ama temiz şekilde, maddi imkanları değiştiği için yapan da var.
Bazı aşırılıkları gözlüyorum ama bir lokma bir hırka felsefesine de inanmam. Bu bize yutturulmuş bir zokadır! Allah verdiği nimetleri kullarının üzerinde görmek ister. Osmanlı padişahının giyimi Karacaoğlan gibi değil. Ölçü minumum giyinmekse İmamı Azam'ın giyimini nasıl izah edeceğiz? Evi Bağdat'ın en güzel eviydi. Zekatımı veriyorsam İslam'da kimse niye böyle yapıyorsun deme hakkına sahip olmuyor. Malının tümünü infak etmeyi Allah'ın Resulü de izin vermiyor. Zannediyoruz ki adam zenginleştiği halde fakir hayatı yaşayacak. Öyle bir şey yok.
Bir insanın kibirli yürümemek kaydıyla zengin olduğu anlaşılmalı sokakta. Fakir anlasın da gelip derdini anlatsın diye. Mao gibi gri kıyafetlerin giyildiği bir düzene inanmıyoruz ki. Okuduğum ayet ve hadislerde herkesin harcamasının Allah'ın ona verdiği kadarıyla olduğunu biliyorum.
Denetime de karşıyım. Hata varsa isim vermeden ortaya konuşarak ikaza inanırım. Herkes hesabını Allah'a verir.
Olamaz da. Alemlerin Rabbi bizi kendisini tanıyıp tanımama konusunda özgür bırakmış. Kim kime baskı yapacak, Allah'tan büyük güç mü var?
Star