Millî Gazete köşe yazarı Ali Haydar Haksal, 'AB ve İşte Gerçek Yüzü' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Haksal yazısında, 'Fransa’da başlatılan Kur’an-ı Kerim’deki Yahudilerle ilgili ayetlerin çıkarılması kampanyası bir rastlantı değil. Bütün olaylar birbiriyle doğrudan ilişkili. Medine’de kilise açma girişimi de bunun bir sonucu. Dahası, İslâm düşüncesine, Kur’an’da belirtilen hükme göre, “Allah katında din İslâm’dır” hükmü bütün kültürleri tedirgin ediyor. Çünkü İbrahimî veya kitabi din diye tanımlananlar din olma özelliklerini yitirmişlerdir. Tevrat, İncil, Zebur, bunların tamamı asıl değildir, bozulmuşlardır. Bunlara bağlı oluşlar din olmaktan çok birer kültürdür. Böyle olunca bu durum onlar açısından tedirgin ediyor.' ifadelerinde bulundu.
Yazının tamamı şu şekilde:
AB, Katolik Hıristiyan ümmet birliğidir. 12’lerin kurduğu bu yapı özü gereği Katolik Hıristiyanlardır. Bünyesine sonradan aldığı Ortodokslar onlar için sadece bir çeşnidir. Asıl olan sözünü ettiğimiz yapıdır.
Bu konu üzerinde yıllardır düşünüyoruz, tartışıyor ve konuşuyoruz, yazıyoruz. Hiçbirzaman ve dönemde, kurulduğu ilk günden beri sahih ve samimi olanlar bu oluştan uzak durdular, endişelerini dile getirdiler. Fakat siyasal geleceklerini riske etmemek adına muhafazakârlar bile bu yalancı ve yabancı sevdadan vazgeçmediler. Yüzünü Batı’ya çevirmiş gönlen ve kalben bağlı olanların niyeti zaten belli. Onlar için medeniyet, kültür vs hiç de önemli değil. Ha orası ha burası. Fakat asıl üzücü olanı şu ki İslâmî gelenekten gelenler sağa ve muhafazakâr alana geçtiler. Onlar Batıcılardan daha çok AB’ci oldular. Hatta en olmadık anlaşmalara bile imza attılar. AB sözleşmesini Papa’nın heykeli altında imzaladılar.
Siyasal tarihimiz boyunca en çok itiraz ettiğimiz konuların başında AB geliyor. Çünkü bu Katolik Hıristiyan birliği Rusya’dan kopan Ortodoksları da dairesine alarak daha çok güçlenmeyi tercih etmişlerdir.
Batı’nın özellikle de Avrupa ülkelerinin Yahudilere diyet borcu var tarih boyunca. İnsan yerine konulmadıklarından, kentlerin varoşlarında yaşamaya mahkûm edildiklerinden, birçok ülkeden sürgün ile soykırıma uğradıklarından ötürü. Gerek Ortodokslar ve gerekse Katolikler vebal anlamında ortaktırlar. Rusya, Polonya, Almanya, İspanya gibi ülkelerde aynı. Bundandır ki günahlarını, veballerini, sorumluluklarını üstlerinden atıyorlar, Müslümanları günah keçisi yapıyorlar. Bu, Yahudilerin de işine geliyor. Tarihte bu konuda en masum olanlar da Müslümanlardır. Müslümanlarla birlikte insanca yaşadılar.
1949 tarihinden beri Türkiye AB’nin kapısında bekletiliyor. Dayatılan hemen hemen bütün yasalar çıkarıldı, verilen ödevler yerine getirildi. Birkaç hayatî dayatma dışında bütün istekler karşılandı.
Tezimiz şudur ki AB yanı Katolik Hıristiyanlar Müslümanları kendilerine benzetmedikleri sürece kendi dairelerine almayacaklardı. Hatta birçok yazımızda özellikle vurguladık bu konuyu. Batıcıların özellikle temel vurguları var. “İslâmsız İslam”, “Ilımlı İslâm” vb. yakıştırmalarda bulunuluyor.
Fransa’da başlatılan Kur’an-ı Kerim’deki Yahudilerle ilgili ayetlerin çıkarılması kampanyası bir rastlantı değil. Bütün olaylar birbiriyle doğrudan ilişkili. Medine’de kilise açma girişimi de bunun bir sonucu. Dahası, İslâm düşüncesine, Kur’an’da belirtilen hükme göre, “Allah katında din İslâm’dır” hükmü bütün kültürleri tedirgin ediyor. Çünkü İbrahimî veya kitabi din diye tanımlananlar din olma özelliklerini yitirmişlerdir. Tevrat, İncil, Zebur, bunların tamamı asıl değildir, bozulmuşlardır. Bunlara bağlı oluşlar din olmaktan çok birer kültürdür. Böyle olunca bu durum onlar açısından tedirgin ediyor.
Batılı düşünürleri de en çok kaygılandıran ve düşündüren sorun İncil’de hüküm ayetlerinin olmayışı. Öğütler ile bir milleti yönlendirmenin güçlüğü anlamına geliyor bu çıkış.
Batıcılarla birlikte muhafazakârların aynı düşüncede buluşmaları ilginç değildir bize göre. İçinde bulunulan zihni kırılmaların ve sapmaların bir sonucudur bu durum. Batı’ya bel bağlamak, onlarsız yola çıkamamak, karar verememek başlıca sorun. Müslümanların parçalanmışlıkları, dağılmışlıkları bu düşünceyi de güçlendiriyor. Sorunlara çözüm bulacaklarına düşmanlarının suyuna gitmeyi tercih edişlerine hayıflanıyoruz. Denenmiş bir süreçten ısrar etmenin bir anlamı kalmadı. 28 Şubat’ta korkudan, endişeden, çaresizlikten savrulan Müslümanlar bir türlü yerlerine dönemiyorlar. Adaleti, hakkaniyeti, özgürlüğü, insan haklarını, demokrasiyi Batı’da arayanlar aradıklarını bulamadılar. Sonuç, gelip kitabımıza müdahil olmaya kadarpervasızlaşabiliyorlar. Ama Müslümanlara ne oluyor?...