"Hicret, ilk önce nefislerimizdeki her türlü gayri islami anlayış ve duygulardan arınmak, amellerimize yerleşen gayri islami davranış ve alışkanlıkları terketmektir. Hicret insanın en çok sevdiği, fakat Allah'ın dininin yaşanmasına engel olduğu zaman vatanın, milletin, ailenin, sosyal sınıfın, makam ve mevkinin Allah'ın dinine hizmet etmek için terk edilmesidir. Hicret bir kaçış değildir. Aksine kafirlere ve zalimlere terkedilen haklarımızı geri almak, mücadelenin şartlarını yaşanır hale getirmek için hazırlanmaktır. Yani geri dönüş ve hesap sorma eylemidir hicret."
KUR'AN'DA HİCRET
Onlar ki inandılar, göç ettiler. Allah yolunda savaştı lar. İşte onlar, Allah'ın rahmetini umarlar. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. (Bakara: 218)
Allah yolunda göç eden kimse, yeryüzünde gidecek çok yer ve bolluk bulur. Kim Allah ve elçisi için göç et mek amacıyla evinden çıkar da kendisine ölüm yetiş mezse, onun mükâfatı Allah'a düşer. Allah, bağışlayan dır, esirgeyendir. (Nisa: 100)
Onlar ki inandılar, hicret ettiler; Allah yolunda mal larıyla, canlarıyla savaştılar ve onlar ki (yurtlarına gö çenleri) barındırdılar ve yardım ettiler. İşte onlar, birbir lerinin velisi (dostu, koruyucusu)dirler. (Enfal: 72)
Ey inanan kullarım, benim arzım geniştir, bana kul luk edin. (Eğer bir şehirde bana kulluk etmeniz mümkün değilse, bana rahatça kulluk edeceğiniz bir şehre göçün) (Ankebut: 56)
İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanların, Allah katında dereceleri daha büyüktür. İşte kurtuluşa erenler onlardır.
Rableri onlara, kendisinden bir rahmet, rızâ ve sü rekli kalacakları nimeti bol cennetleri müjdeler.
Orada ebedi kalacaklardır. Allah, işte büyük mükâfat onun yanındadır. (Tevbe: 20/22)
Rab'leri onlara karşılık verdi: "Ben, sizden erkek ka dın, hiçbir çalışanın işini zayi etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz. Göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yo lumda işkence edilenler, vuruşanlar ve öldürülenler... El bette onların kötülüklerini örteceğim ve onları, altların dan ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Yaptıklarına) Allah katında bir karşılık olarak (onlara bu nimetleri ve receğim). Karşılıkların en güzeli Allah katındadır. (Al-i imran: 195)
Onlar ki inandılar, hicret ettiler. Allah yolunda sa vaştılar ve onlar ki (göç edip gelen mü'minleri) barındır dılar ve (onlara) yardım ettiler. İşte gerçek mü'minler on lardır. Onlar için bağış ve bol rızık vardır.
Onlar ki sonradan inandılar, hicret ettiler, sizinle be raber savaştılar; işte onlar da sizdendir. Rahim sahipleri (kan akrabaları), Allah'ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar. Allah herşeyi bilir, (Enfal: 74-75)
Kendilerine zulmedildikten sonra Allah uğrunda göç edenleri, dünyaya güzelce yerleştireceğiz. (Onlara vereceğimiz) ahiret mükâfatı ise daha büyüktür. Keşke bilseler.'(Nahl:41)
{Tarafımdan) De ki: Ey inanan kullarım, Rabbinizden korkun. Bu dünya hayatında güzel davrananlara güzel lik var. Allah'ın yeri geniştir. (Bir yerde ibadet ve itaatini yapamayan inancına göre yaşamayan kimse bunu yapa bileceği başka bir yere göçebilir). Ancak sabredenlere mükafatları hesapsız ödenecektir. (Zümer-10)
Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gide cek çok yer ve bolluk bulur. Kim Allah ve Elçisi için gö-çetmek maksadıyla evinden çıkar da kendisine ölüm ye tişirse mükafatı Allah'a düşer. Allah bağışlayandır, esir geyendir. (Nisa-100)
İnkar edenler seni tutup bağlamaları, öldürmeleri ya da yurtlarından çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarken Allah da onlara tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en iyisidir. (O kendisine tuzak kuranların tuzaklarını başlarına geçirir, (Enfal- 30)
Eğer siz o (Elçimiz Muhammed)'e yardım etmezse niz iyi bilin ki; Allah ona yardım etmişti: Hani yalnız iki kişiden biri olduğu halde inkar edenler kendisini (Mek ke'den) çıkardıkları sırada ikisi mağarada iken arkadaşına üzülme Allah bizimle beraberdir diyordu. (İşte o zaman) Allah ona (yardım etti). Üzerine sekine (huzur ve güven duygusunu, indirdi ve onu sizin görmediğiniz askerlerle destekledi. İnanmayanların sözünü alçalttı. Yüce olan yalnız Allah'ın sözüdür. Allah daima üstündür. Hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe-40)
Allah yolunda göç edip sonra öldürülen veya ölenle re gelince Allah onları en güzel bir rızıkla bekleyecektir. Doğrusu Allah, rızık verenlerin en iyisidir.
Onları memnun olacakları bir yere sokacaktır. (Ora da gözün görmediği, kulağın işitmediği, insanın hatırına gelmeyen nimetler bulacaklardır.) Doğrusu Allah, bilen dir, hakimdir. (Hacc: 58-59)
Düşünün ki bir zaman siz azdınız. Yeryüzünde hır palanıyordunuz. İnsanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz. Allah, sizi barındırdı, sizi yardımıyla destekledi, sizi güzel şeylerle besledi ki şükredesiniz. (Enfal: 26)
Size ne oldu ki Allah yolunda ve "Rabbimiz bizi şu, halkı zalim kentten çıkar, bize katından bir koruyucu ver, bize katından bir yardımcı ver." diyen zayıf erkek, kadın ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz? (Nisa: 75)
Nefislerine yazık eden kimselere, canlarını alırken melekler "Ne işle idiniz (dininiz için ne yapıyordunuz)" dediler. (Bunlar): "Biz yeryüzünde aciz düşürülmüştük." diye cevap verdiler. Melekler dediler ki: "Peki, Allah'ın yeri geniş değilmiydi ki onda göç edip gönlünüzce ya şayabileceğiniz bir yere gid)eydiniz?" İşte onların durağı cehennemdir, ne kötü bir gidiş yeridir orası!
Yalnız hiçbir çareye gücü yetmeyen ve göç için yol bulamayan, gerçekten zayıf erkekler, kadınlar ve çocuk lar hariç
Çünkü Allah'ın onları affetmesi umulur. Allah, çok affeden, çok bağışlayandır. (Nisa: 97-99)
KAVRAM OLARAK HİCRET
İnsan dünyayı hiçbir zaman Coğrafya ilminin söz ettiği biçimde ve ölçüde göremez. Kişinin dünya görüşü üyesi bulunduğu toplumun maddi ve manevi ölçülerine bağlıdır. Yeryüzü bir ferdin gözünde, içinde yaşadığı kentin (Medine'nin) değişmesi ölçüsünde değişebilir an cak. Hatta denebilir ki ferdin sahip olduğu zihinsel bi çim, onun sahip olduğu dört sınıfsal dalıyla da aynı tip, aynı ölçü ve benzerliktedir. (Toplum, doğa, tarih ve nef sin sosyolojik konumu, ferdin dört sınıfsal dalını belir ler.) Yani bir bakıma dış dünya ferdin gözünde, kendi toplumundan ve kendi sınıfından yansıyan olaylar ve görüntülerden oluşmuş bir biçimdir. Dış dünya, toplum bilim dilinde zihniyet ve bireyin süjesinin (görünmeye nin), gerçeklik ve bireyin objesini (görünenini) kendi üzerinde yontup renklendiren bir ressam ve bir heykeltı raştır.
Bergson'un deyimiyle, dış dünya, 'kapalı toplum'da yaşamakta olan bir ferdin gözünde sınırlı, kü çük, durgun bir dünyadır. Bunun aksine, 'açık top-lum'a bağlı olan bir fert ise aynı dünyayı sınırsız ve sü rekli değişim içinde görür. Birincisi için yeryüzü, mem leketinden biraz daha büyük bir toprak parçasıdır. Gök yüzü ise, ona her taraftan kapalı olan, çok yakın ufukla rında yerle bağlantılı, kümbetleri andıran durgun ve do nuk bir çatıdır. Kaf Dağı, varlık âleminin sınırı, Cabulsa ve Cabulka ise varlık âleminin uzanabildiği en son noktalardır. Meselâ yeryüzüne Arap yarımadasından ba kacak olsa görecektir ki, o mâmur yerden (Arap yarıma dasından) başka mâmur yer yoktur. Evet, kapalı bir toplum Kapalı Toplum/Din ve Açık toplum/Din kavramları Fransız Filozof Henry Bergson'a aittir. Kapalı toplum veya din şudur: İnanç, amel, gele nek ve görenek kalesinde kişinin düşünceleri tutsak durumundadır. Bun dan dolayı da devamlı durgun haldedir. Asırlar geçse de gene durgun ve hareketsiz kalır. Bir değişim göstermez. Bunun tersi olan Açık toplum ve ya din ise şudur: İnanç, amel, gelenek ve görenekler kalesinin kapıları kı rılmıştır. Bunlar diğer toplum ve dinlere açıktır. Bu durum onun değiştiği ni, genişleyip zenginleştiğini gösterir. Böylece sürekli bir olgunluğa gider. Yahudi kavmi ve dini kapalı toplum veya dine örnektir. İslam dini ve hic retin ikinci, üçüncü ve dördüncü asırlarındaki islam toplumu da açık top lum veya dine örnektir. Habeşistan Hıristiyanlığı kapalı toplum ve dine, Batı Avrupa Hıristiyanlığı ise açık toplum ve dine örnektir.Cabulsa ve Cabulka, biri doğuda, diğeri batıda olduğu düşünülen efsanevi şehirler.
lumda âlem kişisel, basit, çok küçük ve hareketsiz bir 'çatı'dır. Ve onun çok yakın olan sınırlarının ötesinde -ki bu sınırlar vatan sınırlarından birazcık daha uzaktır-yokluk, mutlak gizlilik ve karanlıktan başka birşey yok tur.
Toplum biçimlerden oluşur. Ferdin hak, âdet, gele nek ve görenekleri toplumu oluşturur. Din ise 'gökten inmiş olan' değişiklik kabul etmez, 'niçin' ve 'nasıl'ı ol mayan, cebrî, katı kurallı, akıl ve mantıktan uzak, sebep-sonuç ilişkisine önem vermeyen, kendisine bağlı ki şilerin ruhsal yapılarına göre biçimlenen ve tek bir 'biçim'i ve 'seviyesi' olan inanç ve âmeller bütünüdür. Körükörüne bir bağlılıktır. (Bir ölçüde doğru olan) Durk-heim'ın deyimiyle 'Din, toplumun genel ruhunun dış görünüşü ve büyütülmüşüdür'.
Toplumbilim araştırmalarında, özellikle medeniyet lerin, toplumların ve dinlerin başlangıçlarından günü müze uzanan tarih hikâyelerinde görülen odur ki insa nın -gerek birey gerek toplum olarak- 'yer'e bağlılığının temel esası din ve dünya görüşüdür. Toplumbilim bu esasın doğruluğunu toplumsal sınıflar üzerinde de gös termiştir. Çiftçi sınıfı, toplumsal sınıfların en donuk, en hareketsiz olanıdır. Bergson'un deyimiyle toplumsal sınıfların en 'bağlı' olanıdır. İnsan-yer ilişkisini, bu ilişki nin ruhbilim ve toplumbilimdeki yerini dikkatlice ince leyen ve ruhbilim konusunda söz sahibi olan araştırmacı Holbach bunun sebebini sağlam ve sabit bir ilişkiye bağlamaktadır. Ona göre bu sınıf yer ile (zemin ile, top rak ile) vardır ve yer onun varlığının gereği olmuştur.
Hattâ yer çiftçinin tek dostu, ezelî ebedî mekânı ve ma nevî mirasının sahibi olarak görünür. Çiftçi, toprağa bağ lılığını ilâhî ve dini bir bağlılık olarak algılar. Yer onun için refah ve huzurdur. O yaptığı tarımı, manevi ve be şeri kişiliğiyle, ailesiyle, inançlarıyla, ahlâkî ve toplum sal temelleriyle bir olarak görür. Bu durumun dilbilime ansımalarından biri şudur: Çiftçileri adlandırmak için genel olarak yer'in değişik biçimleri kullanılır. Göçebe isimleri yer ile değil, daha çok hareket ile ilintilidir. (Anadolu'da göçebelere neredeyse tamamen Yörük den mesi ve bu kelimenin 'yürü' fiiliyle aynı kökten olması müellifi haklı gösteriyor.
Bütün bunlardan sonra denilebilir ki şu veya bu bi çimde hareket imkânı tanımayan mekân, toplumu veya ferdi bağlar, donuklaştırır, hareketten alıkoyar. Böylece o toplum veya fert ilerlemekten, yükselmekten, değişip ge lişmekten ve genişlemekten yoksun kalır. Bunun doğal sonucu olarak da düşünce, duygu, akıl, ilim, sanat, kül tür, din ve dünya görüşü donar, canlılığını yitirir ve ölü me hüküm giyer. Veya kendisiyle ilişkiye giren hareketli, dışa açık bir din, kültür ve toplumun içinde eriyip yok olur.3 Batı toplumu ortaçağın kapalı kafesi içinde Avrupa Bana göre Yunanlıların gerilemesi ve onların hasta Rum toplu mundaki çöküşü 'site'lerin kapalı kalelerinde mahsur kalmaları ve dış âlemle bağlarının kopuk oluşudur. Her yabancıyı Berberî olarak niteleme leridir. (Barbar kelimesi buradan kaynaklanıyor. Nihayet Batı dillerinde yabancı ve vahşi anlamını kazanıyor. Cahili Arapların kendilerinden ol mayan bütün kavimlere 'Acem' demeleri gibi. Bunun delillerinden biri de onların kıt düşünceleridir. Dinî ve felsefî potansiyellerinin kendilerine haspa'yı âlemin merkezi olarak görüyor. Katolik mezhebini de âlemin dini sayıyordu. Ona göre yeryüzü insanlığı 'dik vücutlu, geniş tırnaklı, çamur derili, çıplak, pazara gidip eve dönen iki ayaklı bir hayvan'dı. Belirli olan, be yaz derili, mavi gözlü, sarı saçlı... ötesi kâfiristan... biraz gizemli, şaşırtıcı bir şey... Ona göre âlemin doğusu Cenova... Ve Venezüella'dan ötesi tam bir efsane. Âlemin batısı Lizbon.. Ötesi yokluğun sımsıkı kucağında ve meçhul... Avrupalının kapalı kapılar ardındaki yüzlerce yıllık uykusu bu düşüncelerinden kaynaklanıyordu. Haçlı savaşları4 bu kendi içine mahkum kalenin kapıla rını doğuya açıncaya kadar bu böyle devam etti. Ken dinden başka bir din görmemiş olan Hıristiyanlık gözü nü İslama açınca Batı kafesinden milyonlarca insan dökülüverdi. Ve bu insanlar âlemlerin ötesinde başka bir dünyanın, başka toplumların var olduğunu gördüler. Binlerce perde kalktı gözlerinin önünden ve yepyeni ufuklar belirdi. Dünya, gerçek boyutlarına yaklaştı. 'Biz'den başka 'başkaları'nı, 'yalnızca burası'ndan başka 'başka yerler'i gördüler, tanıdılar. Öteleri bilinmez kale ler çıktı önlerine. Ve dünya görülmesi gereken bir alan olarak açılıverdi önlerinde birden bire. Sarsılmaz iman olmasıyla varoluşun anlamsal ve evrensel yönünü kaçırdılar. Sonuçta ken dilerini halihazırda var olan geniş, açık ve büyük bir dinin kolları arasına bıraktılar. Susuzluklarını Kızıldeniz sahillerindeki Hıristiyanlıktan giderdi ler.
(4) Hans Portoz Avrupa'nın uyanışını, keşifler, ıslahatlar dönemini, Rönesans ve bütün bir Batı uygarlığını Haçlı seferlerine bağlıyor.
lar sarsıldı, kopmaz sanılan bağlar koptu. Sayısız kalıp lar kırıldı ve hareket başladı. Toplumbilim diliyle söyle mek gerekirse, 'toplumsal zaman'ı gösteren, bin yıl önce 395(5) rakamı üzerinde donup kalmış olan saatin akrebi harekete geçti ve günden güne hız kazandı.
Beyaz adam, yeryüzünü tanıma isteğini Haçlı sefer leriyle kazandı. Bu geniş ve hareketli dünya Batının ce sur ve araştırmacı insanlarını yeni yerleşim bölgeleri ta nımaya, yeni yollar aramaya sevketti. 15. ve 16. yüzyıl larda büyük dünya seferlerinin, coğrafi keşiflerin, yeni deniz ve kara yollarının sebebi buydu. Artık efsanevi As ya'nın gizemli Afrika'nın ve zengin Amerika'nın keşfi, dünya görüşünün genişletilip uygarlığının bu temellere oturtulması kaçınılmazdır. Gerek tarihçiler gerek top lumbilimciler her zaman şunu iddia etmişlerdi: Haçlı se ferleri (yani bir grup Batılının doğuya hicreti), coğrafi ke şifler ve dünya turları (yani Asya, Afrika ve Amerika'ya hicret) Avrupa'nın uyanmasının, harekete geçmesinin ve bugünkü Batı medeniyetinin ilk ve temel esasıdır.6 Bu durum, hicret esası üzerine kurulmuş olan bugünkü
(5) Bu tarih Ortaçağın başlangıcını ve 1453 İstanbul'un Müslümanlar ta rafından fethi de Ortaçağın sonu kabul ediliyor.
(6) Doğu ve Batı'nın en büyük medeniyetini oluşturan yarı vahşi, Arya kavimlerinin güneye ve batıya doğru hicret etmeleri, Sümer, Babil, Akad ve Aram sülalerinin büyük uygarlıkların kurulmasına sebep olmaları, Sami kav minin Beynelnehreyn (iki ırmak arası-Mezopotamya), Mısır ve Kuzey Afri ka'ya hicret edişleri, israiloğullarının Mısır'dan Filistin'e hicretleri, Berberi lerin batıya ve doğuya hicretleri; Frenklerin, Hunların, Slavların, İngiliz ve Saksonların... Avrupa'ya hicretleri şu gerçeği gösterir: Bedevî kabile toplum larının merkezi ve büyük toplumlar haline geçişinin temeli hicret eylemidir.
Amerika'nın uygarlığında daha açık bir biçimde görül mektedir. Avrupa'nın maceracı insanları kendi ülkelerini terkedip yeni kıtalara hicret etmekle bugünkü büyük ve ileri toplumun temelini atmışlardır. Üstelik bu insanlar ülkelerinde kalacak olsalardı, ya katil, ya da soyguncu olacaklardı
İnsanlık tarihindeki kapalı ve açık dinlerin, kapalı ve açık toplum ve uygarlıkların incelenmesi şu gerçeği or taya çıkarmaktadır ki, hicret fert veya toplumun yer'e bağımlılığını koparır, onu (fert veya toplumu) bağımlılık tan kurtarır. Hicret, insan ve toplumun dünya görüşünü değiştirir ve sonuçta da dinsel, fikirsel, duygusal donuk luğu ve gerilemeyi iptal eder, toplumsal çürümeyi önler. Topyekün bir hareket ve toplumsal bir diriliş sebebi olan hicret, insanı, içinde bulunduğu dört donuk unsurdan (Tarih, toplum, tabiat ve ten) kurtararak yüce ve kâmil makamlara ulaştırır.
Her uygarlığın ardında bir hicret vardır. Araştırıp in celediğimizde görürüz ki her büyük toplumun ardında mutlaka bir hicret vardır. Hicret, Kur'an'da ve Peygam ber (s)'in hayatında tarihi bir olaydan çok farklı bir olay dır. İslamda Hicret'in konumuna bakacak olursak göre ceğiz ki, o büyük ve toplumsal bir esastır.
Ali Şeriati/Her Hicret Bir İnkılaptır kitabından alıntıdır...