Biz devletimizi hep çadırda kurduk, Sarayda kaybettik. Zaferleri bir vadiden geçerken tozu dumana katıp, yeri yerinden oynatan ihtişamı ile değil, karınca vadisinden geçerken karıncaları ezmemek için yolunu değiştiren ordularla kazandık. Davud bilir ki, kılıcının keskinliğinden önce onu tutan elin adaletindedir zaferin sırrı. Çünkü o oraya Goliath’ı deviren “sapan taşı”nı fırlatan sapanı tutan eldir.
Burunları havalarda kırallar, teb’a ve reayalarını karınca gibi görürler ve alem-i ibret olsun diye, kendine itiraz edenlerinin yüreklerine korku salmak için onları ezmekte sakınca görmezler. Haşa kendi irade ve saltanatının gücünü göstermek için, alemlerin rabbini ve O Rabbin alemlere rahmet için gönderdiği resulünü unutup, İlahlık ve Rab’lik taslayarak aleme nizam verme iddiası ile, birilerini zindanlarda boğdurduğu ya da halife kisvesi giyip İmamı Azamı önce işkence edip sonra sütüne zehir katıp öldürdüğü gün kaybettik gücümüzü Çünkü Allah cahillere ve zalimlere yardım etmez. Onların işlerini sarp dağlara sardırır. Bakıyorum da saltanat erbabı rubutiyeti için sürekli salmalar salıyor. Sürekli insanları “Reaya” olarak gördükleri için riayet etmeye zorlayacak yasalar, yönetmelikler çıkartıyor. Teb’a olarak gördükleri insanları kendilerine tabi olmaya zorluyorlar. “Yan bendensiniz ya da benden, değilseniz bana düşmanlık ediyorsunuz demektir”! öyle demeye getiriyorlar. Hani “Raina” demeyecek, “Unzurna” diyecektik!
Çevrenize bakın, liderlerini, örgütlerini, Şeyhlerini göklere çıkartan bir sürü insan göreceksiniz. Onlar aslında kollektif bir histeri ile lider, örgüt ve şeyhleri kutsar, onları yükseltirken, o kaftanın altında kendi nefislerini gizleyerek, o kutsal kişi ve onun yüce bakamı adına kendileri nefislerini yücelterek, insanlar üzerinde İlahlık. Ve Rab’lik taslıyorlar. Hiç düşündünüz mü, peygamberler niye sürekli “Tevbe istiğfar ederler”. Onlar masum değil mi? “Abese” diye niye uyarılırlar. Niye “İnni küntü minezzalimiyn” derler ki! Masumiyetler, yüksek ahlakları sebebi ile risalet anlamında mutlak, ferdi tasarruflarında doğrudan Cebrail’in ikazlarına muhatap olup ve hemen uyarılara uydukları içindir. Eğer sırat-ı müstakim üzerinde tutulmasalar da onlar da beşerî olarak hata yapabilirlerdi. Kaldı ki, artık peygamber de gelmeyecek. Hz. Yusuf iftiraya uğradığında “niye nefsimi aklayacak değilim” dedi ki! “Bana inan, bana güven gerisini merak etme sen” demedi. “Delillere bakın, eğer suçlu isem beni cezalandırın. Bakın benim gömleğim arkadan yırtık” dedi. O ondan kaçarken o arkadan tutup çekmişti. Buna rağmen zindana gitti. Onun Medrese-i Yusufiye hayatı, sarayın dışında, toplumun içindeki kriminallerin ve Firavun düzenine karşı çıkan, isyan edenlerin öteki yüzünü bir arada görecekti.. Mısır’a sultan olma yönünde ilerlerken bu tecrübe gerekiyordu. Onu öldürmeye gelenler onda dirilecekti.
Orada sabır gerekti. Yerin ve göğün sahibinin sevgilisi çilelerle yoğrulacaktı. Hz. Yusuf Peygamberler soyundan geliyordu. “Ben gelirsem şunu yaparım, bunu yaparım” demedi. Firavunun rüyasını yorumlayarak, ona tedbirler önerdi. Olacakları söyleyen Firavundu. Hz. Yusuf ona “Ben gelir düzeltirim” demedi. Olacak olanları Firavunun rüyasından okuyarak söyledi. 7 Yıl Bolluk, 7 yıl da kıtlık olacağını söyledi. Bolluk ve kıtlığın elbette sebebleri olacaktı ama bilinen bir geleceğe yürürken bile, Hz. Yusuf kendi nefsini savunmadı. Övünen birinin, Allah (cc) ve resulü (sav) ve onun yolundan gidip, ilim ve hikmet sahibi, tevazu, kanaat ve ikram sahibi sabırlı biri değilse, çok övdüğü başka biri vardır. O kişi var ya o kişi, birini ne kadar yüceltiyorsa, ötekileri o kadar aşağılıyor ve övdüğü kişiyi İlah ve Rab konumuna yükseltiyor demektir.
Evet, onlar Allah’a ve ahiret gününe inanmıyorlar. Başlarındakiler Allah’ın takdiri olan kaderi değiştirebileceklerini düşünüyorlar. Onlara göre, rızıklarını taksim eden odur, ecellerini tayin eden de odur. Maaşları değil mi rızıkları, ecelleri de kahraman orduları, gıda ve şifa veren (!?) sağlıkçıları, modern hastaneleri değil mi? Sürekli ona övgüler dizerler, onu eleştirenleri ise suçlarlar, onlara hakaretler ederler. İslam dünyasının genelinde durum böyle değil mi? Devlete ne büyük roller yüklüyor, onu kutsallaştırıyoruz. Devleti kutsayanlar, kendi kendine tapınanlardır. Kendinin parçası olduğu bir yapıyı kutsayarak kendini de onlar ve onların geçmişi, hali hazırı ile kutsamış oluyorlar.
Yemen örneğine bakalım. Yemen kadim uygarlıklardan biridir. Ebrehe’nin Kabe’yi yıkmak üzere gelişini de biliyoruz, Saba Melikesi Belkıs’ın saltanatını da. Geçmişten ders alacaksak, uzak geçmişe de bakacağız yakın geçmişe de. Yemen yakın tarihte Kuzey ve Güney diye ikiye bölünmüştü. Ulus devlet fikri 1650’ye gelirken, Sömürü mirasını paylaşamayan beyaz adamın, uydurduğu bir hikâye. Bunun için yüzyıl savaşları verdiler kendi aralarında. Sonra derebeyler kendi aralarında masaya oturdu, ardından da Kilise ile masaya oturdular. Fransız devrimine gelene kadar kiliselerden bağımsız topluluklar ve kilise dışı topluluklar kendi aralarında din savaşı verdiler. Fransız devrimi ile kilise ile devlet arasında bir uzlaşma sağlandı. Sonra yaşananları biliyorsunuz, 1. Dünya savaşı, 2. Dünya savaşı, soğuk savaş. “Yeni kutsal” aslında “kutsal dışı /seküler bir kutsallık”tı.
Suriye’de durum nasıldı. Düşünsenize, sınırlarını dünyayı yağmalayan soyguncu beyaz adam kendinden olanlarla bir Uluslararası düzen kurdu ve kendinden olmayanları ise kendine bağladı. Kurdukları devletçikler dini, mezhebi, etnik, ideolojik, politik, felsefi kanaat farklıklarına göre bölünmüş devletlerdi. Bunlar birbirilerine karşı kışkırtılacak ve böylece kendileri rahat edeceklerdi. Bunun adı “kontrollü bunalım stratejisi” idi. Sürdürülebilir bir çatışmaya ihtiyaçları vardı. Bunun için Kaos içinde bir düzen, çatışma içinde barış arayışı ile oyalanan halklar, Diktatörleri iş başına getirenler de kendileri idi, özgürlük hareketlerini destekleyenler de. O “kutsal devletler”in sınır, rejim ve iktidar yapılarını aslında o gün bu global güçler kendileri belirlediler. “Kutsal” ilan ettikleri “o “devletler”, o vatanlar” aslında böyle bir şey. Din yerine “kutsal ideolojiler” ya da “resmi din”ler icad ettiler. Ve hepsini birbirine karşı kışkırttılar. Bugün, bizi eş başkanları yaparak BOP ile yapmak istedikleri de bu anlamda bir revizyon hareketi değil mi? Bizim reddettiğimiz Osmanlı kimliği aslında bu şekilde ötekiler kullanıyorlar, Osmanlı Milletler topluluğu alanında daha kolay hareket etmek için.
Bugün de Kutsal bir Kürdistan ulusu ve vatanı icad etmek için kolları sıvadılar.
Bakın Yemene ne oldu. Önce ideolojik olarak Kuzey-Güney diye böldüler. Sonra Şii-Sünni işi girdi işin içine. Ardından Ortada kalan halkın kimi Suud’a sığındı, kimi Ummana. Umman üzerinden BAE girdi devreye. Gelinen notayı biliyorsunuz. İç savaş öncesi Gat çiğneyerek kendini uyuşturan yoksul bir halk kaldı geriye. Sonrası malum.
Kürdistan “Kutsal Ulus”un “kutsal devlet”i nasıl “kutsal vatan” sahibi olacak? Önce Türkiye’den toprak alacak. PKK bunun mücadelesini veriyor. Irak’ta Barzani ve Talabani iki bölgede özerk bir alan açtı kendilerine. Musul petrolünden pay alıyorlar. Doğruda İran Kürdistanı ve PJAK var. Suriye’de, Türkiye üzerinden geçip Amerikan askeri üslerine yerleştiler. SDG şemsiyesi altında Sadece Kürt ve Ermeni Yahudileri yok, Arap ve Fars Yahudileri de var. Bu durum Türkiye’de de büyük ölçüde böyle, Azerbaycan’da da aslında.. Bizde Sabatay’lar da var, CHABAT’da! Türkiye’de Radikal İslam suç, ama Radikal Yahudi Siyonizm serbest bu anlamda. Kurulacak Kürdistan’da da durum farklı olmayacak, eğer kurulursa. Dünya Yahudi konseyi şimdiden iç savaş sebebi ile ülkeden ayrılıp dünyaya yayılan Yahudilerin Suriye’ye ve Kürdistan bölgesine geri dönüşü için hala, dün olduğu gibi bugün de, eğitilip donatılıyor. Suriye’den bir bölüm de alacak. Bütün bunlar Dostumuz, müttefikimiz, stratejik ortağımız, bölgeyi yeniden dizayn edecek BOP da eş başkanı olduğumuz ABD ve AB, İngiltere ve İsrail’in desteği ile yapacaklar.
SDG içinde, sadece Kürtler yok, Arami, Ermeni, Süryani, Ezdi, Dürzi, Yahudi, LGBT’li, Sağcı-solcu, Liberal, Milliyetçi grublar var. Bütün bölgedeki gayrimüslim unsurları sırtında taşıyacak bir Kürt devletinden söz ediyorlar. Bakın Kurulması söz konusu olan, Hani şu Dahlan Senaryosu’nun ürünü olan, başkenti Kudüs’ün doğusunda bir yer olacak olan Filistin devleti var ya, aslında o da böyle bir şey. Bu iki devlet ikiz. İsrail’in çevresinde varlıkları İsrail’in varlığı ile kaim, onun güvenliği için çevresinde bir bariyer oluşturacak olan iki devletçik. Türkiye’nin garantörü olmasını istedikleri Filistin devleti, Kürdistan planı gerçekleşirse onun ikizi olacak. Hatta, Kürdistan, Filistin ve İsrail, ebedi barış anlaşması bile yapabilir.. Düşünsenize İsrail ve ABD, PKK’ya Davud koridorundan Akdeniz’e kadar bir yol açacak. ABD ve İsrail PKK ya devlet armağan etmek için Türkleri, Arapları, Farisileri ezecek, etkisiz hale getirecek ve Kürtlerin Ulus devlet olarak ortaya çıkmasına zemin hazırlayacak.
Sahi böyle bir devlete, Türklerle, Araplarla, Farisilerle akrabalık, ortaklık ilişkisi kuran Kürtler ne diyecek. Kürt Şeyhler, aşiretler ne diyecek bu işe. Zaza’lar ne diyecek, Gurmanço’lar, Sorani’ler daha onlarca Kürt aşireti var, onlar ne yapacaklar.. İstanbul’u, Antalya’yı bırakıp doğuya göç edecekler mi?
Niye biz adil, kalıcı bir barışı sağlayamıyoruz. Bu konuda Türkler, Araplar biz de kendimizi sorgulamamız gerek!. Ya hu, bugün Satanist, Pedefolik Siyonistler Trans Humanizm’le, dini, mezhebi, etnik, ideolojik, politik, felsefi ve vicdani kanaat farklılıkları yok eden yeni bir düzen inşa etmek için geliyorlar. Biyolojik insanın sonundan söz ediyorlar. Nesnelerarası iletişimin nesnesi olan ve GENDER diye tanımlanan bir GENOM gündemde. Kürtler bu projenin dışında mı tutulacak yoksa. 8 Milyar insan 1 milyarın altına çekilmeye çalışılıyor, Kürtlerin bu anlamda imtiyazlı bir konumu mu olacak. Ulus da yok, Devlet de yok, Vatan da. Bu anlamda PKK’lıları ve Kemalistler’i anlamak kolay değil. İkisi de TEOPOLİTİK düşünmüyor. Ya hu Musevi ve İsevi teolojisi ile İslam inanışında var olan bir Kıyamet teolojisi var. Biz Alemlere rahmet olarak gönderilen ahir zaman peygamberinin ümmeti değil miyiz? Bölge devletlerinin, İslam dünyasının, Arap dünyasının, Türk dünyasının Siyasetinin körlüğüne isyan ediyorum. Gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar, kalpleri var hissetmiyorlar. Bu kıyamet coğrafyasında, Satanist, Pedefolik Siyonist’lerin oynamakta oldukları oyunu görmüyor musunuz? Bölgede henüz oyunlar bitmedi. Yeni başlıyor. Eğer yine de uyanmazsak, başımıza gelecek olanlar bugünü aratır. Bugün elde edilen başarıyı bir adım ötesine götürmeyecekseniz, Allah’ın yardımını alacak işler yapıp insanları öne çıkartmayacaksanız vay halinize! Allah’ın ipine tutunanlar için zafer inananlarındır ve zafer yakındır inşallah. Selam ve dua ile.