Allah'ın Kulu Ve Rasulü Mesih İsa (a.s)'ın Hikmetli Beyanlarından

Abdullah Dai

“Ey kitap ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah'a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa ancak Allah’ın Rasulü ve Kelimesidir. Onu (‘ol’ kelimesini) Meryem’e yöneltmiş ve O’ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah’a ve Rasulüne inanınız: ‘Üçtür’ demeyiniz. (Bundan)  Kaçının, sizin için hayırlıdır. Allah, ancak bir tek ilâhtır. O, çocuk sahibi olmaktan yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.

Mesih ve yakınlaştırılmış (yüksek derece sahibi) melekler, Allah’a kul olmaktan kesinlikle çekimser kalmazlar. Kim, O’na ibadet etmeye karşı çekimser davranırsa ve büyüklenme gösterirse (bilsin ki,) onların tümünü huzuruna toplayacaktır.”1 diye buyurun “doğurmamış ve doğrulmamış”2Âlemlerin Rabbi ve İlâh’ı Allah Teâlâ “Meryem oğlu İsa” nın O’nun Kulu ve Rasulü olduğunu apaçık beyan etmiştir…

Allah Azze ve Celle’nin Kulu ve Rasulü olan Mesih İsa (a.s.), Allah’ın insan kullarına:” Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının”3  diye tebliğ yapıp onları hakka davet etsinler diye gönderdiği Rasullerinden bir Rasuldür…

“Allah’a kul olmaktan kesinlikle çekimser davranmayan,” Allah’ın Kulu ve Rasulü “Meryem oğlu Mesih, yalnızca bir Rasuldür. O’ndan önce de Rasuller gelip geçti. O’nun annesi dosdoğrudur, ikisi de yemek yerlerdi.”4     

Allah’ın Kulu ve Rasulü Mesih İsa (a.s.) Allah’ın en salih kulları olan Nebîler ve Rasullerden bir Salih kul idi…

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Zekeriya’yı, Yahya’yı, İsa’yı ve İlyas’ı da (hidayete eriştirdik). Onların hepsi salihlerdendir.”5 

“Andolsun Biz, Nuh’u ve İbrahim’i (Rasul olarak) gönderdik. Peygamberliği ve Kitabı onların soylarında kıldık. Öyle iken, içlerinde hidayeti kabul edenler vardır, onlardan birçoğu da fasık olanlardır.

Sonra onların izleri üzerinde Rasullerimizi birbiri ardınca gönderdik. Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik, O’na İncil’i verdik ve onu izleyenlerin kalblerinde bir şefkat ve merhamet kıldık.”6

“Hiç şüphesiz din Allah katında İslâm’dır.”7  “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa (benimserse), asla ondan kabul edilmez. O, ahrette de kayba uğrayanlardandır.”8 

Ve Meryem oğlu Mesih İsa (a.s.) diğer Nebîler ve Rasuller gibi “İslam dini”nin peygamberlerinden bir peygamberdir… Bütün Muvahhid mü’min Müslümanlar, O’nu Allah’ın kulu, Nebîsi ve Rasulü olduğuna katıksız iman ederler…

Yegâne Rabbimiz ve İlâhımız Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Ey iman edenler, Allah’dan sakınıp korkun ve O’nun Rasulüne iman edin. Size, kendi rahmetinden iki kat (güzel karşılık) versin. Size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nûr kılsın ve size mağfiret etsin. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.”9 

“Rasul, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü’minler de. Tümü Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve Rasullerine inandı.'O’nun Rasulleri arasında hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış, ancak Sanadır’ dediler.”10

“Ey iman edenler, Allah’a, Rasulüne, Rasulüne indirdiği kitaba ve ondan önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, Rasullerini ve ahiret gününü inkâr ederse, şübhesiz uzak bir sapıklıklar sapmıştır.”11

Katıksız iman eden tüm muvahhid mü’minler:

“Şübhesiz ben Allah’ın kuluyum. (Allah) bana kitabı verdi ve beni peygamber kıldı.”12diyen Mesih İsa (a.s.)’ın nübüvvetine ve risâletine yani Allah’ın Nebîsi ve Rasulü olduğuna iman ederler… İsa (a.s.)’ın Allah’ın kulu ve Rasulü olduğuna şahidlik edip inanırlar…

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Ben, Meryem oğlu İsa’ya dünya ve ahirette insanların en yakınıyım. Esasen peygamberler, babaları bir kardeştirler, anneleri ayrı ayrıdır. Dinleri birdir.”13 

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan,

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Bir keresinde Meryem oğlu İsa, hırsızlık yapmakta olan bir kimse görmüş de ona:

Sen çaldın mı? diye sormuş.

O da:

Kendisinden başka (ibadete lâyık) hiçbir ilâh bulunmayan Allah’a yemin ederim ki, ben asla çalmadım, diye cavab vermiş.

Bunun üzerine İsa:

Allah’a iman (ve O’nun adına yemin edeni tasdik) ettim ve kendi gözümü yalanladım, demiştir.”14

Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.), İslâm peygamberi, Allah’ın kulu ve Rasulü Mesih İsa (a.s.)’dan böyle söz ederek, O’nun faziletini ve hikmetini anlatmaktadır!..

Ebu Galib, şu sözün İsa (a.s.)’ın tavsiyelerinden olduğunun kendilerine söylendiğini rivayet etmiştir.

İsa (a.s.), Havarilerine hitaben:

Ey Havariler topluluğu, bazı günahkârlar vesilesiyle Allah’ın sevgisini kazanmaya çalışın. Onlara buğz, ederek Allah’a yakınlaşın. Onlara gönül karartıp hınç duyarak Allah’ın rızasını arayın, demiş.

Havariler:

Ey Allah’ın peygamberi, o zaman kimlerle oturup kalkalım? diye sormuşlar.

O (a.s.) :

Aklı amellerinizin artmasına vesile olacak, kendisini gördüğünüzde Allah’ı sizlere hatırlatacak, yapıp ettikleri dünyada sizi zühde sevk edecek kimselerle düşüp kalkın! demiştir.11     

Allah’ın kulu ve Rasulü İsa (a.s.) da Allah’ın bütün Nebîleri ve Rasulleri gibi, Allah’dan aldığı vahyi, Allah’ın kullarına tebliğ etmiş, onlara nasihat eylemiş, hayat önderi ve örneği olarak Allah’a nasıl ibadet edilip kul olacaklarını yaşayarak, anlatarak göstermiştir…

Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

“Sen, öğüt verip hatırlat. Çünkü gerçekten öğütle hatırlatma, mü’minlere yarar sağlar.”

Allah’ın kulu ve Rasulü Meryem oğlu İsa (a.s.) inananlarına şöyle demiştir:

Sizler, benim ashabım ve kardeşlerim iseniz nefislerinizi insanlardan gelecek husumete ve buğza alıştırın. Böyle yapmazsanız, benim kardeşlerim değilsiniz!

Ben sizlere, öğrenesiniz diye öğretiyorum, yoksa şaşırasınız diye değil.

Sizler, ümid ettiğiniz hedeflere, hoşlanmadığınız şeylere sadece sabrederek ulaşabilirsiniz.

Nefislerinizin arzuladığı şeyleri terk etmedikçe, ümid ettiklerinize erişemezsiniz.

Kalbde şehveti besleyecek şeylere bakmaktan zinhar kaçının. Böyle bir şey sahibine fitne olarak yeter.

Gözü, kalbini gözetleyip durana, kalbi, gözünü gözlemeyene ne mutlu!

Geçip gidenler, ne kadar uzakta kaldı, gelecekler ise ne de yakındır!

Dünyaya dalmış kimseye yazıklar olsun! Oysa ölecek ve dünya onu terk edecek! Dünyaya güveniyor, oysa onu aldatıyor. Ona güveniyor, oysa ona tuzak kuruyor.

Dünyaya aldananlara yazıklar olsun! Hâlbuki hoşlanmadıkları ölüm onlara çok çabuk gelecek, arzulamadıkları vaadle karşılaşacaklar, gece gündüz arzulayıp peşinden koştukları şeyleri terk edecekler.

Arzusu dünya, hatalı amelleri olanlara yazıklar olsun! Yarın Rabblerinin huzurunda nasıl da rüsvay olacaklar.

Allah’ın zikri dışında çok konuşmayın, çünkü yumuşak da olsa kalbleriniz katılaşır. Kasvetli (katı) kalb ise, Allah Azze ve Celle’den uzaktır. Fakat sizler, bunu bilmiyorsunuz.

Köle sahibleri gibi, insanların günahlarına bakmayın! Köleler gibi, kendi günahlarınıza bakın!

İnsanlar iki halde bulunurlar: Ya afiyettedirler, ya da bir musibete mübtelâ kılınmışlardır.

Afiyette iseniz, bu halinize şükredin ve musibete uğramış insanlara merhametle davranın.

Yağmur dağın üzerine düştüğünde toprağı yumuşatır. Sizler ise, nicedir hikmetleri öğreniyorsunuz da kalbleriniz yumuşamıyor.

Ne kadar tevazu sahibi olursanız, o kadar merhamet olunacaksınız.

Ne kadar ekiyorsanız, o kadar biçeceksiniz.

Kötülük üzere bulunan âlimler, kötü yemiş veren ağaca benzer. Seyredenleri hayran bırakır amma yiyenleri öldürür. Sizlerin sözleri şifadır, hastalığı gideriyor, ancak amelleriniz hastalıktır, şifa ona fayda etmiyor (konuşmalarınızın faydası dokunmuyor).

Kötü köleler gibi, muallimi ayaklar altına aldınız!

Ben sizlere, Allah adına söylüyorum, ancak sözlerimden istifade edeceğinizi nasıl ümid edeyim ki? Çünkü hikmet ağızlarınızdan çıkıyor, ancak kulaklarınıza girmiyor. Oysa iki duyu organı arasında dört parmaklık mesafe var.

Kalbleriniz, söylediklerinizi bellemiyor.

Ne kerem sahibi efendiler var, ne de muttakî köleler!17

Allah’ın kulu ve Rasulü Mesih İsa (a.s.)’ın bu nasihatleri, ne kadar taze, ne kadar yeni ve muhatabları olan bizler hayattayız, O’nu dinliyoruz!..

Ebu Muaviye el-Esved, İsa (a.s.)’ın sözlerine delil olarak Allah Azze ve Celle’nin şu ayetleri zikretti: 18 

“Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, (eğlence türünden) tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir çoğalma tutkusudur. Bir yağmur örneği gibi, onun bitirdiği ekin ekincilerin (veya kâfirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir. Bir de bakarsın ki, sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise, şiddetli bir azab, Allah’dan bir mağfiret ve bir hoşnudluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir.

Rabbinizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) çaba gösterip yarışın ki, (o cennet) genişliği, gök ile yerin genişliği gibi olup, Allah’a ve Rasulüne iman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah’ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah, büyük fazl sahibidir.”19

Yegâne hayat nizamı İslam Dini’nin peygamberlerinden Meryem oğlu İsa (a.s.), nasihatlerine devamla şöyle söylüyor:

“Fasid âlimler, zâhiren oruç tutar, namaz kılar, sadaka verir, fakat gerçekte Allah’ın kendilerine emrettiği şeyi yapmazlar. İnsanlara ders verirler, amma kendileri hakkı öğrenmezler. Yaptıkları davranışlar, verdikleri kararlar ne de kötüdür onların! Dilleriyle sahtekârca tevbe ederler, fakat hevâ ve heveslerine göre amel ederler.

Şunu biliniz ki, kalbleriniz kirli iken bedenlerinizi temizlemeniz hiçbir işe yaramaz, sizi kurtarmaz!

Şimdi size hakikat olarak şunu söylüyorum: Hâlis unu alta geçiren, fakat işe yaramaz kepekleri üstte tutan elek gibi olmayın! Ne yazık ki, durumunuz bundan ibarettir. Ağzınızdan hikmetli sözler çıkı veriyor, amma kin ve garez hâlâ kalbinizde bulunuyor.

Ey dünya kulları, dünyaya olan şehveti bitmek tükenmek bilmeyen kimse nasıl ahiret saadetine ulaşabilir ki?

Hakikat olarak size şunu söylüyorum:

Amelleriniz nedeniyle kalbleriniz iyice çürümüş durumdadır. Dünyayı dillerinizin altına, ilmi ise ayaklarınızın altına almış durumdasınız.

Hakikat olarak size şunu söylüyorum:

Sözleriniz, ahiret hayatınızı mahvetmiştir. Zaten ahiret saadetinden çok dünya saadetini istiyorsunuz. Sizden daha büyük bir hüsran içinde olan var mıdır? Ah bir bilseniz!

Yazık sizlere! Ruhbânlaşmış kimselerin mahallesinde ikamet ediyor ve Allah’a giden yolda yürüyenlere yol mu açıyorsunuz?

Aslında siz, dünya malı sahibi olanlara dünyadan vazgeçmelerini söylerken, o malları, usulca size teslim etmelerini istiyorsunuz.

Yazık size! Düşünün bir kere, içerisi zifiri karanlık olan bir evin damına kandil konulmasının ne faydası olur? İşte sizin durumunuz da budur. Kalbleriniz zifiri karanlık halde iken, ağızlarınızda ilim olsa neye yarar ki?

Ey dünya kulları, sizler, ne ilmi ile amel eden âlimlerden, ne takva sahibi abid kullardan, ne de hür ve saygın kimselerdensiniz!

Dünyanın, sizin kökünüzü kazıması, yüzüstü yere çalması, burunlarınızı sürtmesi ve perçemlerinizden yakalaması yakındır! Sonra sahib olduğunuz ilim sizi tersyüz edecek, Hâkimler Hâkimi olan Allah’ın huzurunda yapayalnız olarak dikecek ve bütün kötülüklerinizi gözünüzün önüne serecektir. Ondan sonra da Allah sizlere, bu amellerinizin cezasını verecektir. 20

Allah’ın kulu ve Rasulü Mesih İsa (a.s.)’ın hitab ettiği ilim sahibi kişiler, günümüz toplumunun içinde yaşayanlar, akîde noktasında tehlikeli bir durumda olanlar, amel konusunda ise, bildikleriyle amel etmeyenlerdir… İsa (a.s.), kendisiyle aynı zamanı ve aynı vatanı paylaşanlara seslenirken, iki bin yıl sonra gelen ve aynı hâlde bulunanlara da nasihat etmektedir… İlim cephesinde ki ilmiyle âmil olmayan, tağutlara uşaklık eden kötü âlimler her çağda ve her beldede aynı kötü durumu sergilemektedirler… Dünyevileşme girdabına yakalanmış, hevâ ve heves bataklığına saplanmış bu ilim adamları, topluma iyilik ve hayırda önder olacaklarına, insanların uyutulmaları, sömürülmeleri için ilimlerini kullanmışlardır… Onlar ahiretin yerine fâni dünya ve dünya menfaatini tercih ettikleri için, kötülüğü tercih edip, hep bunun peşine düşmüşlerdir. Halbuki kendilerine lütfedilen ilim ile hem kendi derecelerini yükseltebilme imkânlarına sahib olmuşlardı, hem de içinde bulundukları toplumu!..

Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurdu:

“Onlara, kendisine ayetlerimizi verdiğimiz kişinin haberini anlat. O, bundan sıyrılıp uzaklaşmış, şeytan onu peşine takmıştı. O da, sonunda azgınlardan olmuştu.

Eğer biz dileseydik, onu, bununla yükseltirdik. Amma o, yere meyletti (veya yere saplandı), hevâsına uydu. Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına bıraksan dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek haberi onlara aktar ki, düşünsünler.”21  

İslam peygamberi, Allah’ın kulu ve Rasulü Mesih İsa (a.s.), Allah’ın indirdiği hükümleri geçersiz kılıp, onların yerine hevâlarını ilahlaştırarak hükümler koyup yönettikleri mazlum ve müstez’af halka uygulayan zalim egemen tağutlara ibadet, yani itaat edenlerin felâket olan sonlarını, bir mucize olarak etrafındakilere göstermiş olup, kendisinden iki bin yıl sonra yaşayacak günümüz insanlarına bir ibret tablosu bırakmıştır!..

Muhacir el-Esidî, Vehb b. Münebbih’den rivayet ediyor:

İsa (a.s.), insanları, cinleri, kuşları ve tüm hayvanları ölmüş bir köye uğradı. Durdu ve bir süre helâk olan köye baktı. Sonra köy halkına yöneldi ve:

Bunlar Allah’ın azabıyla ölmüştür. Başka bir nedenle ölmüş olsalardı ayrı ayrı ölürlerdi, dedi.

Sonra:

Ey köy halkı, diye seslendi.

Aralarından biri:

Buyur ey İsa, dedi.

Bunun üzerine İsa (a.s.), ölüler arasından ses veren adama:

Suçun neydi? diye sordu.

Adam:

Tağutlara ibadet etmek ve dünya sevgisi, karşılığını verdi.

İsa (a.s):

Tağutlara nasıl ibadet ederdiniz? diye sordu.

Adam:

Allah’a asî olanlara itaat ederdik, dedi.

İsa (a.s.):

Dünyayı nasıl severdiniz? diye sordu.

Adam:

Çocuğun annesini sevdiği gibi severdik. Onu elde ettiğimizde sevinir, yitirdiğimizde ise üzülürdük. Büyük emellerle Allah’ın kulluğundan yüz çevirdik ve gazabına yöneldik, dedi.

İsa (a.s.):

Durumunuz nice idi? diye sordu.

Adam:

Geceyi afiyet içinde geçirdik, sabaha erince helâk olduk, dedi.

İsa (a.s.):

Arkadaşlarına ne oldu? Onlar, neden konuşmuyorlar? diye sordu.

Adam:

Onların ağızlarına ateşten dizgin vuruldu, dedi.

İsa (a.s.):

Sen nasıl benimle konuşabildin? diye sordu.

Adam:

Ben onların arasındaydım, fakat onlar gibi değildim. Azab gelince,  beni de onlarla beraber götürdü. Sadece bir kıla tutunuyorum. Ateşe mi düşeceğim, yoksa kurtulacak mıyım, bilemiyorum, dedi.22

Ve kendisinden başka hak ilâh olmayan, yalnız ibadet edilmeye lâyık olan, hükümde ortağı bulunmayan Rabbimiz Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

 “Sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden korkup sakının. Bilin ki, gerçekten Allah (cezâ ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.”23

Dipnot

 

1- Nisa, 4/171-172

2-İhlâs, 112/3

3- Nahl, 16/36

4- Mâide, 5/75

5- En’âm, 6/85

6- Hadid, 57/26-27

7- Âl-i İmrân, 3/19

8- Âl-i İmrân, 3/85

9- Hadid, 57/28

10- Bakara, 2/285

11- Nîsa, 4/136

12- Meryem, 19/30

13- Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Enbiyâ, B. 50, Hds. 113

    Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Fedâil, B.40, Hds. 145

    Sünen-i Ebu Davud Kitabu’s-sünne, B. 13, Hds. 4675

    Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 2, Sh. 463

 14- Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Enbiyâ, B. 50, Hds. 114

    Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Fedâil, B.40, Hds.149

    Abdullah ibnu’ul-Mübarek, Kitabü’z-Zühd, çev. M. Adil Teymur, İst. 1992, sh. 174, Hds.697                      

    Ayrıca bkz. . Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 2, Sh. 314

15-Ahmed ibn Hanbel,  Kitabü’z-Zühd, çev. Mehmed Emin İhsanoğlu, İst. 1993, C. 1, sh. 92, Hbr. 299

   Abdullah ibnu’ul-Mübarek, Kitabü’z-Zühd, sh. 89, Hds.355

16- Zariyat, 51/55

17- Beyhakî, ,  Kitabü’z-Zühd, çev. Enbiya Yıldırım, İst. 2000, sh. 138-139, Hbr. 407

    Ebu Said İbnu’l-Arabî, Zühd ve Zevahidlerin Vasıflar, çev. Mehmet Emin Akın, Ank. 2006, sh. 69-70

    Ahmed b. Hanbel,  Kitabü’z-Zühd, C. 1, sh. 95, Hbr. 311 (kısmen)

18- Ebu Said ibnu’l-Arabî, A.g.e. sh. 71

19-  Hadid, 57/20-21

20- Hâris el-Muhâsibî, Hakkı Arayanlara Nasihatler, Muhammed Coşkun, İst. 2011, sh. 33-34

21- A’râf, 7/175-176

22- Ebu Nuaym el-İsfahânî, Sahabeden Günümüze Allah Dostları, Hilyetu’l-Evliyâ, çev. Said Aykut, Vdğ. İst. 1995,         C.3, sh. 126

    Celâleddîn es-Suyutî, Ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tehîr bi’l-Me’sûr, çev. Hüseyin Yıldız, İst. 2012, C. 15, sh. 572-573

23- Enfal, 8/25

vuslatdergisi