Haşyet, takvâ gibi korkular, kişiyi daima Allah’ın rızâsını aramaya, nehyettiği hususları terk etmeye ve emrettiği hususları yapmaya sevk eder. Bundan dolayı Allah’tan korkmak, Allah'a iman hususunda bir rükün sayılmaktadır. “...Eğer mü’min iseniz, onlardan korkmayın, Benden korkun!” (3/Âl-i İmrân, 175) “İman edip sâlih amel işleyenlere gelince, onlar halkın en hayırlısıdır. Onların Rableri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden râzı olmuş, onlar da Allah’tan râzı olmuştur. Bunlar hep Rabbinden korkan, O’na saygı gösterenler içindir.” (98/Beyyine, 7-8)
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in ancak Allah’tan ve kıyâmetten korkanları korkutup uyararak onların uyanmasını sağlayabileceği (36/Yâsin, 11; 79/Nâziât, 45); Kitab’ın Allah’tan korkanlara öğüt olarak indirildiği ve Allah’tan korkanların öğüt alacakları haber verilerek, haşyet ile iman arasındaki bağ belirtilerek açıklanır (20/Tâhâ, 3; 87/A’lâ, 10). Mü’minlerin, Rablerinden korku duydukları (13/Ra’d, 21); bu haşyetle iman gereği titremekte oldukları bildirilir (21/Enbiyâ, 25; 23/Mü’minûn, 57). Bu, görülmeyen bir Rab’den olan korkudur ve korkuyu, ancak, ilim sahiplerinin duyabilecekleri haber verilmiştir (21/Enbiyâ, 49; 35/Fâtır, 18; 50/Kaf, 33). Haşyet duymamak ise, ancak, kalbi hasta olanlar için söz konusudur (5/Mâide, 52). O yüzden Allah’tan korkmayanın imanı yoktur. Bütün peygamberler, insanları Allah'a imana ve tevhide çağırırken, daha ilk mesajlarında Allah’tan korkmaya çağırmışlardır. Örnek olarak Hz. Nûh, kavmine şu dâvetle seslenmiştir: “(Allah'a karşı gelmekten korkmaz ve) sakınmaz mısınız (ittika)? Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir rasûlüm/elçiyim. Artık Allah’tan korkun, Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.” (26/Şuarâ, 106-108) “Andolsun ki Nûh’u kavmine gönderdik. ‘Ey kavmim! dedi, Allah'a ibâdet/kulluk edin; O’ndan başka tanrınız yoktur. Hâlâ (Allah’tan) korkup sakınmaz mısınız?” (23/Mü’minûn, 23)
Korku-tevhid ilişkisini anlatması açısından şu âyet çok mânidardır: “Allah buyurdu ki: İki ilâh edinmeyin! O, ancak bir İlâhtır; yalnız Benden korkun! Göklerde ve yerde ne varsa, O’nundur. Din de sürekli olarak yalnız O’nundur. Hâlâ Allah’tan başkasından mı korkuyorsu-nuz?” (16/Nahl, 51-52)
Haşyet ve Allah’a, âhirete iman; namaz ve zekât ile birlikte (9/Tevbe, 18), yine ittika ile birlikte haşyet, Allah’a ve Peygamber’e itaatin yanı başında anılabilecek ölçüde önemli bir tutumdur (24/Nûr, 52). Kitap, Allah’tan gereği gibi korkanları ürpertir (39/Zümer, 23); onlar insanlardan değil, Allah’tan korkmanın uygunluğunun (33/Ahzâb, 37) ve gerekliliğinin (5/Mâide, 3) idrâki içinde bulunmakla, tebliğ sırasında insanlardan çekinmezler (33/Ahzâb, 39).
Şirk, Bütün Yanlış Korkuların Kaynağıdır: Tevhid inancı, emniyet ve huzurun kaynaklandığı bir güç ve kuvvet olduğu gibi; şirk de korku ve kuruntuların, vehim ve stresin, çeşitli fobilerin kaynağıdır. Hurâfelerden, çeşitli evhâm ve kuruntulardan, uğursuzluk anlayışından ve cinlerden, onların içine girip kendisine zarar vermesinden korkar durur müşrik. Ve onları çıkar için korkutur durur bazı cinciler ve cin çıkardığını iddia edenler. Ölüm, müşrik ve kâfir için, sevdiği her şeyin bittiği ve yok olmak demek olduğu için çok korkunç ve ürkütücü bir olaydır. Şirk ortamlarında, ortada bir sebep yokken korku, uğursuzluk görüşü ve evhâma kapılma gibi rûhî ve mânevî hastalıklar, insanda çokça ortaya çıkar. Yoksa, bunların sebebi cin filan değil, cinlik yapan İslâm dışı düzen ve cahiliyye ortamı ve cincilik yapan korkutuculardır.
Allah Kimlerin Kalbine Korku Salar? “Hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi, Allah’a şirk/ortak koşmalarından ötürü, kâfirlerin/inkâr edenlerin kalbine korku salacağız.” (3/Âl-i İmrân, 151) Bu âyet, Allah’a inanmanın verdiği moral gücünden yoksun olanların kalplerini korku saracağını ifade etmektedir. Kalbin huzur ve mutluluğu ise, Allah’a iman ve O’na ibâdet/zikir ile mümkün olur (13/Ra’d, 28). Hidâyete tâbi olanlara, yani iman edip sâlih amel işleyenlere korku ve üzüntü yoktur (2/Bakara, 38, 62).
Vehim, stres, bunalım, fobi gibi her çeşidinin bolca örneklerini gördüğümüz çağdaş hastalıklar, çoğunlukla kaynağını korku damarından almaktadır. Kontrolden çıkmış ve sürati ayarlanamamış korku aracının, içindeki insanı götüreceği dünya durakları bunlar olduğu gibi, ondan sonrası daha da korkunç olacaktır. Fıtrî olan insandaki korku hissi, aslında hayatın koruyucu bir zırhı ve takvâ boyutu ile cennete götüren füze iken; imanla, akıl, şuur ve irâde ile kontrol edilememişse, hayatı tahrib eden bir musîbete dönüşecek ve içindekini cehenneme götürecektir. Yanlış ve yersiz korku, insanı her iki dünyada da rezil edecek; Takvâ, huşû ve haşyet kelimeleri ile ifade edilen Allah korkusu ise dünyada izzet, kahramanlık, gazilik ve şehidlik gibi rütbeler; âhirette de bir değil, iki cennet (55/Rahmân, 46) sahibi kılacaktır.
Ferit Aydın Hoca’dan bir alıntı yapayım: Büyü ve korku dini, büyü ve korkuyu din gibi önemsemek demek olan Fetişizme kapılan insanlar (fetişistler), ilkel insanlardır. Korkup ürktükleri hayvanlara, canavarlara ve tabiat güçlerine, onların şerrinden korunmak için büyü diyebileceğimiz bazı araçlara baş vurmaktadırlar. Bu araçlar onlara göre kurtarıcı birer çaredir. Şirkin en rezil görüntülerinden biri de bu fetişist inanışlardır. Onu, uygar ve eğitimli insandan ayıran en karakteristik psikolojik özellik budur. İşte ilkel insanın maddi olmayan imajlara karşı duyguları ve değer yargıları da büyük ölçüde tabiat olaylarının yönlendirdiği bu psikolojinin ürünüdür. Uygar insan, ilkel insan gibi zaman zaman korkulu anlar yaşasa bile risklere karşı daha akılcı yollara başvurur. Din onun için riskleri önlemede öncelikli bir araç değil, bilakis yaratıcıya karşı sırf kulluk amacını taşır. İşte ilkel insandan uygar insana, din kavramının yüklendiği anlam ve değer farkı budur. Örneğin idam sehpasındaki bir mü’min, kutsal metinlerden bir şeyler okuyup üzerine üflediği, ya da iki rekat namaz kıldığı takdirde, burun buruna gelmiş olduğu (mukadder) bir ölüm tehlikesinden bu sayede kurtulacağına ihtimal vermez. Yani Allah (cc) dilememişse ibadet yaparak, ya da bu anlamda çeşitli rûhâni eylemlerde bulunarak bir şerri üzerinden defedemeyeceğine inanır. Buna rağmen sırf Allah'ın huzuruna imanla gitmek için yine dua eder. Çünkü Allah'a kesin surette iman eden insanın temel amacı şu veya bu beladan kurtulmak değil, bilakis Allah'a kul olmak ve kâmil bir imanla âhiret âlemine intikal etmektir. Zira ebedi mutluluğun şartı dünyevî felaketlerden kurtulmak değil, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaktır. İlkel insana gelince o, yaptığı bir büyü ile, örneğin bir vahşi hayvan saldırısına (veya cinin musallat olmasına) karşı kendini sağlama almış olduğuna inanır. Fetişizm, çok ilkel bir şirk türüdür. Dolayısıyla müşrik kişi, eğer herhangi bir şeyi bilinçle, Allah Teâlâ'nın kâinât üzerindeki egemenliğini etkileyici veya O'nun egemenliğinden bağımsız bir güç olarak görüyor -bu nedenle- o şeyden korkuyorsa, bunu, ister bağımsız bir din adı altında, ister bir tören olarak, isterse bir büyü veya herhangi bir eylem olarak icra etsin, bunun adı şirktir. Bu bakımdan fetişist insan müşriktir. (Ferit Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları, s. 138). Burada anlatılan fetişizmle cinlerden korku arasında nice benzer yönler bulmak mümkündür.
Kur’an, bütün duygularımıza istikamet gösterir, meşrû ve faydalı hedeflere yönlendirir. Aynı zamanda ifrat ve tefrit gibi aşırılıklardan koruyarak onların itidâlde kullanılmasını öğütler. Korku duygusu için de bunlar geçerlidir. Kur’an, insan fıtratındaki korku hissini yönlendirerek, bu duyguyu her çeşit sahte, sapık, yanlış ve boş hedeflerden alıkoymaya çağırır. Sonra da doğru hedef göstererek, bu duygumuzu esas korkulması ve sığınılması gereken Yüce Allah'a bağlar. İnsandaki korku hissi iyi yönlendirilmezse veya asıl korkulması gereken makam olan Allah’tan hakkıyla korkulmazsa; insanın hayatındaki denge bozulduğu gibi, kişi, bir sürü sahte otoriteye boyun eğmek zorunda kalır. İnsan, tarih boyunca böylesine lüzumsuz ve yanlış korkular yüzünden sayısız tanrı icat etmiştir. Doğa güçlerinden korkmuş, ateşi, gökleri, karanlıkları; firavunlardan ve diktatörlerden korkmuş, onları; açlıktan korkmuş, ekmek ve maaş verenleri; yalnızlık ve sahipsizlikten korkmuş, putları veya cinlerden korkmuş, üfürükçüleri veya cinleri ilâh edinmiştir. Bu lüzumsuz korkular yüzünden insanoğlu, sığınılacak kucaklar aramış, ancak çoğu zaman sığındığı kucaklar kendisi için tehlikeli ve zararlı olmuştur. Denize düşmüş, kurtarıcı diye yılana sarılmıştır.
İnsan, Allah’ın dışında başka şeylerden gerçek anlamıyla korkarsa, korktuğu çoğunlukla başına gelir; Allah korktuğu şeyi veya kimseyi ona musallat eder. Bu, yanlış korkunun dünyadaki zararlarındandır. Cinden çok korkan kimse, sanki içinde cin varmış gibi hisseder ve bu korkudan ancak cinciler ve cin çıkardığını iddia edenler yararlanır.
Zâlim müstekbirler, tarih boyunca tedhiş, zulüm, baskı gibi şiddetli korkutma araçlarını etkili bir silâh olarak kullanıp halklarını istedikleri gibi yönlendirebilmişlerdir. Bu günkü üfürükçüler dünyasında da temelde pek farklılık yoktur; sadece yöntem ve araçlar daha farklı şekillerde insandaki korku hissine kendi çıkarları çerçevesinde yön vermektedir. İslâm, insanı yersiz korkuların elinde esir olmaktan kurtarabilmek için, sadece Allah’tan korkmayı esas almış, ruhlarda bu anlayışı yerleştirmeye çalışmıştır. Allah korkusunun gereği gibi yerleştiği kalplerde başka kimselerden ve herhangi bir şeyden korku olmaz. Ne cinlerden korkar bir mü’min, ne cincilerden. Mü’minde dünyevî korkular, gerçek korku değil; mecâzîdir, bir çeşit tedbirden ibarettir. Mü’min bilir ve inanır ki, Allah kendisini korku ile imtihan etmektedir (2/Bakara, 155). Kimlerin ve nelerin korkusunu ne oranda kalbine yerleştireceği sınanmaktadır. Cinlerden, şeytanlardan mı korkuyor, Allah’tan mı?
İnsanları takvâya, Allah’tan korkmaya çağırmaları ve başka her türlü korkudan uzaklaştırmaları gereken nice insan, üç kuruşluk para için insanlara cinleri korkunç varlıklar olarak sunmakta, “içine girer, sana olmadık şeyler yaptırır, hasta eder, çarpar çırpar…” diye onları korkutarak korkuları üzerinden rant elde etmeye çalışırlar. Rabbimiz imanla korku arasında bağ kuruyor: “İşte o şeytan, yalnız kendi dostlarını korkutabilir. (Veya şeytan, sizi kendi dostlarından korkutmaktadır.) Eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, Benden korkun.” (3/Âl-i İmrân, 175). Şeytanın korkuttuğu dostları olmamamız gerektiği gibi, şeytanın dostlarından korkuttuğu korkaklardan da olmamalıyız. Eğer iman etmiş isek sadece Allah’tan korkmamız gerekiyor. Hidâyete tâbi olanlara, yani iman edip sâlih amel işleyenlere korku ve üzüntü yoktur (2/Bakara, 38, 62) buyuruyor.
Ama gerçek mü’min, sadece Allah’ın kulu olduğunun bilincindedir. Müşriklerin korktuğu korkunç diye takdim edilen cinler, bostan korkuluğu gibi gözükür müttakî mü’minin gözüne. Birkaç gündür yazıyla ve telefonla beni tanımadıklarını da, bana yaklaş(a)madıklarını da belli ettiklerini fark etmeden “yüzünde tik var, vücudunda titreme var” gibi bende olmayan hastalıkları bana varmış gibi sunarak, bir de kendilerine göre başka bir kanıt göstererek “bak, sen büyünün etki ettiğine, cin çıkardığımıza inanmıyorsun; öyleyse içinde cin var” diyerek cinlik yapmaya kalkan cinciler! Hiçbirinizden korkmuyorum, Rabbim yalancıları, üfürükçüleri, sihirle ve sahtekârlıkla uğraşanları başarıya ulaştırmayacağını söylüyor. Ben Rabbime inanıyorum, O’na güveniyor, O’na tevekkül ediyorum. 62 yaşımda hayatın bin bir sıkıntısını çekmiş ve (cinlerin değil) Rabbimin otuz beş civarında imtihan için verdiği farklı hastalıkları sabırla başkalarına fark ettirmemeye çalışan, komada iki gün kalmış, felç geçirip iyileşmiş, on bir ameliyat geçirmiş, vücudunda (cin değil) üç ayrı yabancı âlet bulunan birisi olarak, hamdolsun hiç şikâyetim yok, mutlu ve huzurlu birisiyim. Allah’tan başka korkulacak bir varlık olmadığını ifade etmek için anlamayanlara anlatmak adına diyorum ki: Ey dua satarak rukyeyi geçim ve sömürü aracı yapanlar! “Öcü var öcü!” der gibi “içinde cin var!” diye saf insanlara korku salmaya ve şeytanın dostlarından korkutmaya çalışarak ve daha da çirkini; bu yaptıklarını Sünnetin ve selefin yolu diyerek onları da lekeleyerek işlerini sürdürenler! Ey cinciler! Cin çıkarma adıyla insanları cinlerden korkutanlar! Bütün cinlerinizi toplayın, gelin bana zarar verin! Allah dilemedikçe vallahi de, billâhi de zerre kadar zarar veremezsiniz; zerre şüphem ve korkum yok. Allah, biz mü’minleri böyle çirkin korkulardan uzaklaştırıyor. Siz bir taraftan “hayrihi ve şerrihi minallahi Teâlâ / hayır ve şer Allah’tandır” der; diğer taraftan şu hastalıklar, şu problemler cinlerden, içine cin girmiş o sana zarar veriyor” diye inancınızı yalanlayan insanlarsınız. “Eğer Allah sana herhangi bir zarar verecek olursa, bil ki onu, O’ndan başka giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun lütfunu engelleyebilecek de yoktur. O, bunu kullarından dilediğine eriştirir. O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (10/Yûnus, 107)
İnsan, dünyevî ve fâni şeylerden korkmayı ifrat derecesine vardırırsa, küçük ve gizli de olsa şirke düşmenin sınırına girmiş olur. Mü’min inanır ki, insanları ve bütün varlıklarıyla tüm dünya bir araya gelse, Allah istemediği müddetçe en küçük bir zarar veremezler. Güç ve kuvvet, yalnız Allah’ındır. O yüzden korkulmaya lâyık tek zât O’dur. Bazı insanlardan korkmanın getireceği esâret ve istibdat zehirinin panzehiri olarak İslâm, Allah korkusunu yerleştirmiştir.
İki tane de hadis-i şerif: “Allah’ım! Korkaklıktan Sana sığınırım.” (S. Müslim Terc. 7/188)
“Aman dikkat edin! Halk korkusu, kişiyi hakkı söylemekten alıkoymasın.” (Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, c. 6, s. 349)
İmanlar, korku terazisiyle tartılmaktadır. Korkunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. Ya sadece Allah’tan korkup takvâ zirvesine tırmanarak Allah katında en ekrem, yani ikram edilmeye en lâyık yiğit bir Allah eri olmak; ya da ayaklar altında ezilinceye kadar sümüklü böcek gibi, cinlerden, cincilerden korkarak yaşamak. İnsan özgürdür; bu iki yoldan birini seçebilir. Ama takvâ yolunu seçerse, bilmelidir ki, bunun gerekleri var: Korku hissinin tevhidî bilinçle, mü’mine has irâdeyle kontrol altında tutulması, şeytanın ve dostlarının korku oklarının fedâkârca savuşturulup karşı hücuma geçilmesi gerekecektir, hem de ömür boyu.