Seçim her ülkede hayatî bir konudur.. Çünkü, bünyeyi şu veya bu şekilde zayıflatır.. Ama, ’öldürmeyen yara, güçlendirir’ misali durumlar da olur.. Çünkü, açıklanan kurallar dairesinde yapıldığı zaman seçilemiyenler ülkenin direkt yönetiminden, karar alma mercilerinden uzaklaşmak zorunda kalırlar ve seçilenler, birilerinin hiç istememesine, kabullenmek istememesine rağmen ülkenin yönetim mekanizmalarının başına gelirler, ve dahası, icraat ve beyanlarıyla kamuoyunun yönlendirilmesinde propaganda odaklarını daha bir harekete geçirme imkanlarına kavuşurlar..
Bu da, bazan, sadece ülke içinde değil, dünya çapında da bir takım etkilenmelerin, etkileşimlerin, yansımaları kıvılcımlarını ateşlendirir..
*
Alınız size, Birleşik Amerika’yı.. Yeni bir başkanlık seçimlerinin sath-ı mailine girildiği şu sırada (ki, 13-14 ay sonra başkanlık seçimleri yapılacak..) Amerikan toplumuna hükmetmek için yarışa giren güç odaklarının ve onların aday göstereceği kişilerin dünya görüşleri şimdiden bütün dünyayı derinden ilgilendirmeye ve hattâ bazan endişelendirmeye bile başlamış bulunmaktadır..
Nitekim, Cumhuriyetçi Parti adaylarından ağzı epeyce bol laf yapan ve sıradan halk kitlelerini etkileyeci, kolay yutulur hap şeklinde populist, halkı cezbeden, kandırankurtarıcı formülleri ifade eden birisi, diğerlerinden daha öne çıkıyor gibi bir hava vermiş bulunuyor..
Ki, bu kişi, evvelki akşam, bir tv. proğrramında, canlı yayında, ’Ülkemizi müslümanlardan nasıl kurtaracağız.. Amerikalıları öldürmek için özel eğitimler alan bu dinin mensubları her yerdeler.. Barack Obama da zâten onlardan birisi.. Bu tehlikeyi önlemek için ne yapacakcasınız..’ dediği zaman, geleceğin başkan adaylarından birisi olması muhtemel olan o kişi, bu gibi sosyal paranoid sendrom ifadelerini reddetmek yerine, ’Araştıracağız, çaresini bulacağız, düşüneceğiz..’ cevabını verebilmiştir.
Böylece, yüzmilyonların, milyarların inancına yönelik böyle bir suçlama topluma yansıtılmış ve onu etkisiz hale getirebilecek bir karşı görüş dile getirilememiş ve geleceği zehirlemeye yönelik bu çıkış, toplumda sözkonusu olmaya, etkisini sürdürmeye başlamış demektir.
*
Buyrunuz, seçim atmosferlerinin toplumda estirdiği zehirli havaya bir örnek.. Ki, henüz yakın zamana kadar kendisini dünyaya ’hür dünyanın lideri’ olarak sunan bir ülkede bu kadar saçma, hezeyan tipi, paranoid iddialar sözkonusu edilebiliyorsa, 10 yıl öncelerde, ’Tanrı bana emretti, git Irak’ı özgürleştir dedi.. Ben de gittim, kurtardım..’ diyen Bush misali, bir başka Başkan’ın da yarınlarda, ’Tanrı bana git, müslüman coğrafyalarını özgürleştir dedi, ben de onun için gittim..’ demesinin hiç de uzak ihtimal olmadığını düşündürebilir..
Halbuki, şimdi, bu sözlere ’seçim atmosferinde ve kazanmak ve rakibleri bertaraf etmek için söylenmiş günübirlik sözler’ olarak söylenmiş diye bakılabilir..
*
Bizde de, özellikle 7 Haziran seçimleri öncesinden ve hele de HDP’nin beklenmeyen şekilrde yüzde 13 oy alıp, Meclis’de de 80 sandalyeye ulaşmasından sonra, inisiyatifin kendi ellerinden çıkabileceği endişesiyle midir ya da başka faktörlerle midir; her ne planla yapılmış olursa olsun, PKK’nın Kandil’deki savaş baronlarının HDP’ye ve hele de Demirtaş’a silah namlusuyla yön göstermeye ve onu azarlamaya kadar varan açıklamaları, benzer şekilde zehirleyici idi ve zâten bir şeylerin habercisi gibiydi..
Bu bakımdan seçim ortamlarında atılan adımlar, söylenen sözler, bünyeyi kan zehirlenmesine götüren durumlar da ortaya çıkarabilir.. Nitekim, HDP’nin başına bir şey gelir mi, gelirse endişesiyle, şimdiden DBP (Demokratik Bölgeler Partisi) diye bir yan kuruluş daha devreye girmiş ve HDP’den belediye başkanlıklarını kazanmış niceleri, bu gölge partideki yerlerini alarak, ’Biz seçim öncesinde, halkımıza, demokratik özyönetim yöntemi oluşturacağımızı va’detmiştik, işte bunu uygulamaya koyuyoruz..’ diyerek mevcud kanunlarda öngürülmeyen bir takım düzenlemeleri kendi diledikleri gibi hemen uygulamaya başlayınca..
Bu belediye başkanlarından pek çoğu sok iki-üç hafta içinde vazifelerinden alınmış ve tutuklanmış bulunuyorlar. Buk da elbette başlı başına yeni problem ve gerilimlere dayanak oluşturuyor.. Bir hukukçu olan Demirtaş, bu insanlara, şunu söyleyemiyor:’Arkadaşlar, siz bunu düyünebilirsiniz, proğramınıza ideal olarak koyabilirsiniz, ama, bunu yapabilmek için ülkenin genel iktidarına gelmek gerekir. Yoksa, bu bir ideal olarak kalır..’
Evet, bunu söyleyemiyor.. O bunu söyleyemeyince, onlar da, herkesi kör yerine koyucu bir tarazda ididalarını sürdürüyorlar ve, ’Biz partimizin tüzüğünde,özyönetim yöntemini gerçekleştireceğiz..’ diye halka söz verdik ve bu tüzüğü İçişleri Bakanlığı’na verdik ve hiç bir itirazla da karşılaşmadık..’ diyebiliyorlar.
Halbuki, diğer partiler de yığınla vaadlerde bulunuyorlar ve hattâ iktidara geldiklerinde bile, onları yerine getiremiyorlar. Çünkü, bu değişikliklerin yapılması için kanunların değiştirilmesi lâzım.. Nitekim, AK Parti de 13 senedir iktidara hep, seçimleri kazanarak geldiği ve her dönemde anayasayı değiştireceğini açıkladığı halde, bizzat HDP de dahil, diğer bütün partilerin dayatma ve itirazı ile, bu vaadlerini yerine getiremiyor..
O halde, bu arkadaşlar, bu özyönetim iddialarını hemen uygulamaya koymakla, ülke bütünlüğünü tehlikeye atacak veya devamlı karışıklık kaynağı ve kaos vasatı oluşturmak gibi bir yöntemi esas alıyorlar denilemez mi? Ve o zaman da, mevcud rejimi yürütmekle vazifeli olanlar, onlara karşı bir takım kanunî tedbirleri uygulayıp , onları görüşlerini, ideallerini mevcud kanun düzeni içinde kalarak gerçekleştirmeleri gerektiği ihtarıyla, kanunî yollardan frenleyince zulüm ve baskı mı olur?
*
Bugün bu konuları çoğu kimse düşünmüyor.. Hattâ bazıları, ’yahu, öyle yapıyorlarsa yapsınlar, o zaman üzerlerine silahla mı gitmek gerekir..’ bile diyebiliyorlar.. Ve bunu yapanlar arasında, İslamî tebliğ çalışmaları yaptığını iddia eden bazıları da var.. Daha bir kaç ay öncesine kadar, ’AK Parti bize soğuk duruyor, düşman sayıyor, belediyeler salonlarını bize vermiyor.. Bize paralel yapı muamelesi yapıyor..’ diyerek, birçok yerleri harekete geçirmeye çalışanlardan birisi, geçtiğimiz günlerde, ’Yahu birkaç asker veya polis öldürüldü diye, Kandil’in veya diğer yerlerin bombardıman edilmesi, ne demek.. Böylesine zorbalık mı olur?’ demeye başladı.. Ki, o görüşleri bizim eski bir dostumuz da açıkça gazetesinde yazmıştı, ’İki polis öldürüldü..’ diye, böylesi genişi bir harekata mı geçilmeliydi?’ diye sorarak..
Bu gibi yaklaşımlara karşı, bir kaos ortamının oluşması tehlikesine işaretle, mevcud kanun düzeninin bütün yanlışlıklarına rağmen, kaosun daha da derinleşmemesi için bu tutarsızlıklara işaret ettiğinizde suçlama hemen sizin için de hazırdır: ’Devletçi oldunuz..’
Onlara göre, her ne olursa olsun devletin karşısında olmalısınız, ve de merhametli..
*
Bu gibi çevreler şimdilerde, ’ateş-kes’in de devlet tarafından bozulduğunu iddia ediyorlar, yaygın şekilde; hâfızamızla, idrakimizle alay edercesine..
Hele de, Suruç Patlaması’nı devletin yaptırdığı gibi bir iddiayı kendilerine dayanak yaparak, ’Ateş-Kes’in artık kaldırdıklarını açıklamaları ve hemen ardından da düzenli, planlı şekilde muhtelif noktalarda gerilla savaşı tipi saldırıları başlatmaları ve geçen üç ayı aşkın zaman içinde kanlı saldırılarda bu kadar iki taraftan da dünya kadar can kaybına vesile olmaları ve yol ve mal emniyetini, tehlikeye atmaları, yüzlerce kamyon, TIR, ve iş makenelerini yakmaları, aradan geçen bu kadar kısa süreye rağmen, bugün halkın hâfızasında unutulmuşa benziyor ve birileri çıkıp, ekranlarda ’Tayyib Erdoğan’ın, seçimde aldığı yenilginin intikamını almak için saldırılar başlattığı’ şeklindeki yanıltıcı, asılsız iddiaları tekrarlayınca, ne yazık ki, balık hâfızalı kimseler de bu olan bitenlerin çetelesini tutmadıklarına göre, bu yanıltıcı ididaları gerçekmiş gibi değerlendirmeye başlayıveriyorlar..
Ve dahası.. Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier de bu atmosferde, güya Suriye Buhranı ve sığınmacılar problemini konuşmak üzere Ankara’ya geliyor ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile de görüşüp, Erdoğan’ın 1 Kasım seçimleri sürecindeki siyasetini eleştirerek, “Erdoğan, PKK ile mücadeleyi öne çıkartarak ve basını suçlayarak seçimleri kazanmak istiyor” ifadesini kullanıyor.
Kılıçdaroğlu da bu sözler üzerine, ’AK Parti ile PKK’nın ne sözler verdiğini kamuoyu bilmiyor. Süreç devam ederken PKK’nın şehirlere silah yığınağı yaptığı anlaşılıyor. Sürecin karşılıklı güvensizlik inşa ettiği, bu nedenle sürecin bu noktaya geldiği görülüyor” ifadesini kullandıktan hemen sonra, “Erdoğan, amacına ulaşamayacak, Kürt tabanını kaybediyor. Türkiye’nin en ücra köşesinde dahi, vatandaşlar artan çatışma sürecinden Erdoğan’ı sorumlu tutuyor” diyerek, aynı fitne çarkına böyle bir kirli su döküyor..
*
Erdoğan Almanya’ya gidip kendi vatandaşlarıyla görüşüp konuştuğunda, alman medyasında, günlerce, ’Bu adam bizim iç siyasetimizi etkilemeye çalışıyor..’ diye eleştiri yağmuruna tutan çevrelerden habersiz olan Kılıçdaroğlu gibiler, bu kişiye, ’Bu bizim iç mes’elemiz, lütfen siz bu konulara karışmayın..’ diyemiyor..
Evet, alt tarafı seçim değil mi demeden.. Ve Almanya’dan Amerika’ya İsrail’e kadar ve hattâ halkı müslüman nice ülkelerin rejimlerinin tepelerinde bulunanlara kadar, nicelerinin, başkasını değil de, sadece ve özellikle Tayyib Erdoğan’ı hedef seçmeleri ve onu güçsüzleştirmeye çalışmaları, bize halk olarak önemli bir yol kavşağında olduğumuzu göstermiyor mu?
*
dirilişpostası