Salı akşamı 20.00-22.30 arası, Hilâl TV’de, son ihanet hareketi etrafında, iki buçuk saati aşkın bir süre devam eden programa katıldıktan sonra, önce Adnan Menderes (Vatan) Caddesi’nde, İstanbul Emniyet Md.lüğü önüne gittim. Saat 23.00’ü geçmişti. Orası yine ana-baba günüydü; kadın-erkek- çocuk, binlerce insan ellerinde bayraklar, dillerinde ‘tekbîr’ler..
Benim zihnimde ise, Ortadoğu konularında uzman bilinen Robert Fisk isimli İngiliz yorumcunun, ‘Türk ordusu başarılı olsaydı, emin olabilirsiniz ki, USA, Erdoğan’a da, talihsiz Mursî’ye olduğu gibi kibirle yaklaşacaktı..’ şeklindeki sözleri..
***
Taksim’i de görmeliyim..’ diye, metroyla Taksim’e geçtim.. Oraya gittiğimde, saat 24.00 suları idi.. Orada da binlerce insan.. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş kürsüde..
İstiklal Caddesi de canlı.. Orada, Almanya’dan gelen genç dostlarla da karşılaştım.
Bazı kimselerin şu minvaldeki ilginç sözleri de kulağıma geliyordu: ‘O Gezici haytalar gelsinler de; gecenin bu saatinde, ortalıkta hiçbir güvenlik tedbiri olmadığı halde, binlerce insanın, etrafı yakıp yıkmadan, barışçı bir şekilde nasıl gösteri yaptıklarını görsünler. Üstelik mağazalar, işyerleri o saatte açık.. Sadece seyyar satıcılar değil, binlerce insan, ticaretini de yapıyor.’
***
Bu arada AKM’ye asılan kocaman bir pankart.. İki tarafına Erdoğan’ın posterleri de iliştirilerek, sanki onun sözleri imiş gibi bir hava oluşturulmuş.. O pankarttaki yazı, ‘Şeytanın köpeği f...’ diye başlıyor ve ‘Seni ve senin köpeklerini kendi tasmanızda asacağız..’ gibi bir laf var..
İmza yerinde ise, ‘Bu aziz milletin yiğitleri’ yazısı..
Bizim uslûbumuz böyle mi olmalı? Uslûb, kişinin aynasıdır.
Akılsız dostlar mı, taraftar gözükerek bizi utandıran işgüzarların veya saptırıcıların işi mi?
Bu çirkinliğin kaldırılması için, ilgilenebilecek durumda olanlara gereken not geçiliyor.
***
* Diyanet’in, ‘darbecilerin cenazelerine şer’î hizmetlerin verilmeyeceği’ni açıklaması üzerinde günlük duygularla değil, daha dikkatli durulmalı herhalde.. Unutmayalım ki, Hz. Ali, kendisine isyan ettikleri için ‘Haricî’ diye nitelenen kendisine bağlı eski askerlerin Nehrevan Cengi’nde bertaraf edilmesinden sonra, -tarihî rivayetlere göre-, onları tekfir etmedi ve cenazelerinin şer’î usûllere göre defnini istedi.
* Bir hoca da, darbecilerce öldürülen bazılarının cenazesinde bazı insanların şerrinden Allah’a sığınırken, ‘Bilhassa okumuşların şerrinden...’ demiş.. Haberi medyaya düştü..
Birilerini, ‘okumuşlar’ diye nitelerseniz, kendinizi ‘okumamışlar’ durumuna düşürmez misiniz? Onun yerine, ‘bilgisini şeytanın emrine vermiş olanlar..’ gibi daha dikkatli bir cümle kuramaz mıydınız?
***
* Bazı malûm kimseler de bir bildiri yayınlayıp, darbecileri alkışlamışlar.. Medyada ‘aydınlar bildirisi’ diye sözediliyor. Böylesi karanlık kişiler, başlarına çalsınlar o aydınlıklarını..
Ama, yazık ki, bizim insanlarımızdan niceleri de, bu nitelemeyi aynen tekrarlıyorlar.
Ne aydınlığı? Bize ne ayrı dünyaların insanlarının aydın olup olmadıklarından..
*Bu vesileyle, Liberal Düşünce Hareketi’nin önde gelen isimlerinden Prof. Atilla Yayla’nın yazısından bir paragrafı buraya aktarayım.. ‘... Darbeyi sâde, mütevazı, dindar insanlar kurtardı. Yaptıkları insanın gözünden yaş getirecek türdendi. T. Erdoğan’ın çağrısından yarım saat sonra insanlar tankların üzerine yürümeye başladı. Bunu yaparken tekbir getirmelerinden daha tabiî ne olabilir? Allah ve kader inancı olmadan bu insanlar nasıl ölümü göze alabilirdi? (...) Kaç defa darbe oldu.. Kaç solcu sokağa çıktı, darbecilere kafa tuttu? (...) Ey sâde, mütevazı kitleler selâm..’
***
Bir takım çevrelerde de, bunun ‘bir tiyatro’ olduğuna dair yorumlar.. Yani, illâ da, bombardımanlar altında ezilen bir halk ve ülkeyle karşılaşıldığında mı, ‘Aaa, gerçekmiş..’ diyecek bu gibi safdiller?
stargazete