NOT : 17 Mayıs 2010 günü Afganistan"da meydana gelen bir uçak kazasında vefat eden merhûm Bahaeddin Yıldız kardeşimizin ruhu için Dortmund"da bulunan ailesi tarafından 20 Haziran Pazar günü, Herten- Ewaltstr. 173"deki DİTİB Camiinde öğle namazını müteakib, bir hatim cemiyeti tertib olunacaktır.. O çevrede (Almanya"nın NRW eyaletinde) bulunan kardeşlerimizin, bu acılı aileye gurbet içinde gurbet yaşatmamak için gereken ilgi ve hassasiyeti gösterecekleri umulur..
*
Amerikan eski başkanı G. W. Bush"un, "Tanrı bana, "Git, Irak"ı kurtar!" diye emretti, ben de gittim, kurtardım!. Kötü bir şey yapmadım.." diyerek, müslüman coğrafyalarına saldırdığı günlerde, Amerikan emperyalizmince ortaya atılan bir projeden sözediliyordu.. Açılımı (Büyük Ortadoğu Projesi) olan bu plan kısaca "BOP"olarak isimlendirilmişti..
Ve adı üstünde, bir projeydi.. Ama, sanki gerçekmiş gibi, konuyu bilmeyenlerce bile, nice siyasî polemikler yapıldı.. USA emperyalizmi, kendi emellerine ve planlarına uygun olarak, herbirisi Birinci Dünya Savaşı"ndan galib çıkan emperyalist galib güçlerce, yenilgiye uğratılan ve parça parça edilen Osmanlı Devleti"nin enkazı üzerinde meydana getirilmiş olan Ortadoğu ülkelerinin rejimlerine roller biçmek istiyordu..
Ve bölgedeki rejimlerin yönetim kadrolarında bulunanlar bilerek -isteyerek ya da bilmeksizin bu projenin, içinde kendilerine verilen rolleri yerlerine getirecekler ve rüzgarın önünde savrulan kuru yaprak misali, bir mechul geleceğe doğru sürükleneceklerdi..
Ama, evdeki hesab çarşıya uymadı ve USA emperyalizminin dayatma emellerini yansıtan bu "Büyük Ortadoğu Projesi" (BOP) gerçekleşme ihtimali bulamadan, sahnelemeden çöktü..
Şimdi, yeni ve üstelik tarihî temellere ve de müslüman halklar arasında son yüzyılda olmayan şekilde meydana gelen gönül birliği gibi unsurlara dayalı yeni ve kendi içinden bir "BOP" yükseliyor..
Evet, bu, bizzat Ortadoğu"nun müslüman halklarının ortaya koymak istedikleri ve fiilî işaretlerini vermekte oldukları bir projedir ve elbette ki, öyle kolayca gerçekleşeceği de beklenmemelidir. Çünkü, herşeyden önce, emperyalizmin bu bölgede yerleştirdiği rejimler ve kadrolar, müslüman halkların gösterdiği ve dipten gelen dalgalar halindeki gelişmelerden dehşet duymaktadırlar..
Hâşimî Refsencanî, yıllarca önce, Tahran"daki bir Cuma Hutbesi"nde "Ortadoğu halkları, bilhassa arab dünyası, emperyalizmin kendilerine yaşattığı bu zilleti devamlı olarak taşıyamazlar; bu, eşyanın tabiatına aykırıdır.. Bu halkları harekete geçirecek yeni bir Nâsır çıkacaktır.." dediğinde, "Eyvah, Nâsır gibi bir zâlimi örnek gösteriyor.." diye hayıflanacaktım ki, bir-iki cümle sonrasında, asıl vurguyu yapmıştı: "Ama, bu seferki İslamî olacak!"
Bu, sadece bir temenni değildi.. Öyle de olması gerekiyordu.. Çünkü, Ortadoğu"nun müslüman halkları, 100 yıldır üzerlerinde oynanan emperyalist oyunlardan kurtulabilmek için, "denize düşen yılana sarılır.." kabilinden, nice arab kavmiyetçisi, kapitalist veya komünist cereyanlara bağlı liderlerin ardından koşmuş ve hepsinden acı ve zehirli meyvalar devşirerek çıkmıştı.. Ama, bunların hiçbirisinin sadre şifâ olmadığını, çok kanlı ve acı tecrübelerle gören Ortadoğu müslümanları, 30-40 sene öncelerde, Ortadoğu"daki hemen her kurtuluş hareketlerinin solcu liderlerin elinde olduğunu acı ile hatırlamakta ve bugün, halklar kendi inançlarından beslenen İslamî hareketlerin potasında yeniden eriyip şekillenmekte, acıyı ve ağuyu aş kabul etmişcesine, mukavemet ve mücadelelerini, günübirlik dünyevî hedefler ve zaferlere göre değil, haklılık ve Hakk anlayışı üzerinde vermenin haysiyetli tavrını sergilemektedirler..
Böyle bir noktada, İran"da 30 yıl öncelerde gerçekleşen İslam İnqılabı"nın tutuşturduğu özgürlük meş"alesinin etkisi büyük ise de; bu hareketin arab dünyasında, geniş kitleleri etkilememesi için, mezhebî, kavmî / etnik farklılıklar veya bazı tarihî etkenler kullanılarak kurulan emperyalist tuzaklar da başarısız değildi.. Hele 8 yıl süren İran- Irak Savaşı sırasında, hemen bütün arab dünyasının, sadece rejimleriyle değil, halkları derinden etkileyen kamuoyu araçlarıyla da, İslamî İran"a nasıl düşmanca bir noktaya sürüklendiği ortadadır..
Osmanlı"nın parçalanış döneminden bugüne kadar emperyalist odaklarca canlı tutulan ve I. Dünya Savaşı"nda arabların türkleri arkadan hançerlediği, İngiltere ve diğer emperyalist saldırganlarla işbirliği yaptığı gibi, gerçeklere hiç de uymayan ve amma devamlı canlı tutulan düşmanca propagandaların etkisiyle, arab-türk düşmanlığı da karşılıklı olarak bir asra yakın zamandır, müslüman halkları zehirliyordu..
(Ki, bu vesileyle hemen belirtelim, o dönemde, ingiliz güçleri 400 yıldır Osmanlı hâkimiyetinde bulunan Filistin"i işgal ettiğinde, o cebhedeki Osmanlı kumandanlarından M. Kemal Paşa, yenilen ordusunu, birliklerini başsız bırakıp İstanbul"a gelirken; Filistin"deki yahudilerden 3 bin kadar siyonist de, ve hem arabça ve hem de türkçe bilmiş olmalarının da verdiği imkanlarla, İngilizlerle işbirliği yaparak, korkunç bir oyun oynamakta ve arab seçkinlerini, gençlerini ve halktan insanları Osmanlı askeri görünümünde katletmekte ve bir taraftan da, yerli arab halklarının kılığında, arkadan vuruyormuş gibi bir görünümde, Osmanlı askerlerine elbette yine ingiliz desteğinde pusular kurup darbeler indirmekteydiler.. Halbuki, o sırada, Osmanlı ordusunda ise, arab kavminden de onbinlerce asker vardı ve ayrıca da arab gönüllüsü 90 bin kişi de Osmanlı"ya destek vermek için cebhelerde savaşıyordu.. Ama, siyonist yahudilerin ingiliz himayesinde geliştirdikleri taktikler tutacak ve arab-türk düşmanlığının temelleri atılacaktı.. Bu hususları, 2002"lerde, NTV"de katıldığı bir proğramda, ingiliz belgelerine dayanarak İsmail Cem bile doğrulamıştı..)
Ama, bu zehirli propagandalar artık miadını doldurmuşa benziyor ve halkların beyninde ve kalbinde, emperyalizme karşı direnilebileceğinin, çaresiz olunmadığının kıvılcımları, içten içe yanan bir tılsımlı kütük gibi, giderek gelişiyor...
Ortadoğu"da, bütün beşerî ideoloji ve sistemlerin çıkmaza saplandığı ve emperyalist saldırılarının da bir İslam korkusundan hareketle, tam bir İslam düşmanlığına dönüşmekte olduğununun idraki, müslüman halkların kendilerini yeniden keşfetmelerine, kendilerini yeniden bulmalarına hizmet ediyor, bugün..
Bugün, Ortadoğu"daki en katı laik rejimlerden birisince yönetilmekte olan Türkiye"de bile, bu rejimin bütün zorlamalarına ve bu kemalist/ laik rejimin en diktatörce -zorbaca sınırlamalarına rağmen, müslüman halkın taleblerine daha fazla dikkat eden ve kendi içinden çıkan kadroların yükselişi, Tayyîb Erdoğan"ın Davos"ta ve sonra da İnsanî Yardım gemisi Marmara"ya karşı uluslararası sularda barbarca tezgahlanan deniz haydutluğu üzerine siyonist İsrail rejimince karşı dile getirdiği görüşler ve bu rejimle T.C. arasında yapılmış olan geçmiş anlaşmaları ve askerî işbirliği çalışmalarını ibtal etmeye başlaması, hele de Ortadoğu"daki müslüman halklar nezdinde müthiş bir heyecan meydana getirmiş bulunuyor..
Arab dünyasında, arab kavminden bir -İslamî- Nâsır beklenirken, şimdi Tayyîb Erdoğan"ın böyle algılanmaya başlanması, İslam kardeşliği duygu ve düşüncelerinin ulaştığı merhale açısından, emperyalistler için ürkütücüdür..
Evet, Ortadoğu, birkaç yıl öncesinde hayal bile edilemiyecek büyük gelişmelerin eşiğindedir. Bu durumda Ortadoğu rejimleri değil, ama, Ortadoğu"nun müslüman halkları olarak, gerçek mânada bir "Büyük Ortadoğu Projesi"ni düşünebilir ve ödenecek büyük bedelleri de gözönüne alarak, "Büyük Ortadoğu Birliği"ne geçmek için, gerçek mânâda bir "BOP" (Büyük Ortadoğu Projesi) geliştirmek yolundaki ümid ve çabalarımızı daha bir güçlendirebiliriz.. Tayyîb Erdoğan bu konuda, kemalist-laik rejimin cenderesi içinde, bir şeyler yapmak istese bile, yapabileceği hususlar sınırlı olmakla birlikte, birkaç atakla, Ortadoğu"nun müslüman halklarının kalbindeki duyguları cûş-u hurûşa getirmiştir ve bugün müslüman halklar, yeni bir zuhûrun eşiğinde bulunduklarının heyecanını duymaya başlamışlardır.. Kişilere ümid bağlamadan, ama, cepanelikleri havaya uçuran bir kıvılcımı tutuşturanların bazen muazzam sonuçların ortaya çıkmasında etkili olabileceğini de gözardı etmemek gerek..
Türkiye ile Suriye, Lübnan, Ürdün, Libya gibi ülkelerle vizelerin kaldırılması, Irak"ın da aynı halkaya dahil olacak olması ve kezâ, İran"la zâten vizesiz durum ve Avrupa Birliği"ne karşı bir Büyük Ortadoğu Birliği"nin kurulmakta olduğu kuşkuları, emperyalist dünyayı derinden tedirgin etmişe benziyor..
Nitekim, AB çevrelerinden, "Eyvah, Türkiye"yi yitiriyoruz.. Türkiye"yi AB"ye kabul etmeliyiz.." görüşleri, Türkiye"nin eksen kaymasına uğradığı iddialarıyla birlikte en yüksek perdelerden dile getirilmeye başlandı.. Ki, Tansu Çiller, Mesud Yılmaz ve Bülend Ecevit gibi TC başbakanlarının, AB"ye üye olmak isterken, nazlanan AB liderlerine "Bizi kabul etmezseniz, gelişmekte olan İslamcı akımlar sebebiyle, sadece biz kaybetmeyiz; Batı"nın Osmanlı"yı yönlendiren 200 yıllık siyasetleri de iflas eder.." diye yakarmalarını da bu vesileyle hatırlamalıyız..
Bu arada, Türkiye"nin siyonist İsrail rejimiyle münasebetlerinin en soğuk bir noktaya gerilemesi üzerine, Bush dönemi kalıntısı Amerikan "neo-con"larının kızgınlıklarını, "Türkiye, NATO"dan çıkarılmalıdır.." diye dile getirmeleri üzerine, kapitalist -emperyalist dünyanın Avrupa"lı önde gelen liderlerinin, "Türkiye, Batı"ya aiddir, ayrılmasına müsaade etmeyiz.." misilli laflar etmeye başlamalarını da unutmayalım.. Osmanlı"nın yıkıntıları arasından geride kalan ve Temmuz-1923"de dayatılan Lousanne (Lozan) Andlaşmasıyla teslim alınan müslüman halkımız, tarihin yeni bir büyük oluşumunun eşiğinde olduğunun idrakinden uzak kalmaz ve büyük ve çetin yarınlara kararlı bir şekilde hazırlanmak gerektiğinin halet-i rûhiyesini bileylerse, bugün geçmekte olduğu zaman tüneli, ona büyük şerefler bahşedebilir..
Birinci Dünya Savaşı"nın öncesi dengeleri, büyük çalkantılardan sonra da olsa, Avrupa"da yeniden yerine geldi denilebilir.. O savaştan yenik ve komünist ve nazist gibi bambaşka rejimlere dönüşerek çıkan bir Rusya, bir Almanya ve diğer Avrupa güçleri, bugün genel çerçevesi itibariyle, yine I. Dünya Savaşı öncesi durumdalar..
Ama, müslümanların büyük gücü olan Osmanlı"nın yerinde oluşturulan 25 kadar ayrı devletçikler hâlâ yerlerinde duruyor ve bu, normal olmayan bir durum.. Üstelik de, bu anormal bünyeye bir siyonist İsrail rejimi zorla; zulümle, barbarlıkla yerleştirilmiştir..
Bugün Ortadoğu, o eski güç dengesinin , otoritenin yokolmasından sonra yaşanan sosyal rahatsızlıklar içinde kıvranmaktadır ve giderek artan bir şuûrlanma ile, müslüman halkların arasındaki kardeşlik duyguları, emperyalist-şeytanî gücçlerin bütün hilelerine rağmen, gün geçtikçe derinden derine, toplumları etkilemektedir..
Ve, I. Dünya Savaşı"nın enkazı üzerinde, o savaştan bu zamana kadar, ilk kez, müslümanlar lehine böylesine büyük çaplı bir değişiklik oluyor.. Her ne kadar, merdivenin henüz ilk basamaklarında isek de, daha sonraki basamaklar için, bu ilk basamaklardan geçemek de gerekli..
*
Kimbilir, "meşime-i şeb"den (gecenin karnından) gün doğmadan neler doğar; görelim..
haksöz