Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Amerika’nın keşfi” ile ilgili sözleri; kimin “millet”, kimin “illet” olduğunu bir defa daha ortaya koydu... Bu sözler, kimlerin “din ve millet şuuru” taşıdığını, kimlerin “aşağılık kompleksi”nin çukurlarında yuvarlandığını da gözler önüne serdi.
Öyle bir “aşağılık kompleksi” ki;
Müslüman yaparsa “tu kaka!”
Hıristiyan yaparsa “baştacı!”
İngiltere’de, Fransa’da, Hollanda’da ve bilmem hangi ülkede “kral”lar “dev saraylar”da otururlarken, bunlara tek lâf etmeyen “ezik-büzük ve kompleksli taifesi”, sıra Ankara’daki “Cumhurbaşkanlığı Yerleşkesi”ne gelince, mangalda kül bırakmıyor!..
Malûm, “Yahudi sermayeli Batı medyası ve onun yerli işbirlikçileri”nin ilk diline doladığı olay, “Cumhurbaşkanlığı Binası”ydı... “İsraf”tan başladılar,“debdebe” ve “haram”dan çıktılar!..
Tam bir algı operasyonu!..
SÜNNETLİ YAPAMAZ, KABUKLU YAPAR!
Karşılarına, “Cumhuriyet dönemi”nde yaptırılan “Köşk”ler, “Saray”lar,“Malikane”ler ve “1 milyon liraya yaptırılan İnönü heykelleri” çıkarılınca;“baltayı taşa vurduklarının farkına vardılar” ve yeni bir “algı operasyonu”na başladılar...
Bu defaki “malzeme”leri, Tayyip Erdoğan’ın, “Amerika’nın keşfi” ile ilgili sözleriydi...
Erdoğan demişti ki;
“Latin Amerika’nın İslam’la tanışması 12. yüzyıla kadar dayanır. Amerika’yı Kolomb değil, 1178’de Müslümanlar keşfetti. 1178’de Müslüman denizciler Amerika kıtasına ulaşmıştı. Kristof Kolomb anılarında Küba kıyılarında dağın tepesinde bir caminin varlığından bahseder. Ben, şimdi Küba’lı kardeşimle konuşurum. O dağın tepesine bir cami bugün de yakışır. Yeter ki izin versinler, olur desinler. Yani Kolomb daha Amerika kıtasını keşfetmeden İslam dini kıtada inkişaf etmiş, yayılmıştı.”
İşte bu sözler; “Paralel Medya”nın “köşe kadıları” ve “klavye militanları”başta olmak üzere “İslâm düşmanı” kalemşörler tarafından “alaycı bir üslup”la eleştirildi...
Öyle ya; bu “Paralel kafa”lara göre “sünnetli”ler hiçbir şey yapamaz ama“kabuklu”lar her şeyi yapar!.. Amerika’yı bile onlar keşfeder!..
Öyle dediler;
“Mümkün mü?.. Müslümanlar, koskoca Amerika’yı keşfedecek kadar cesur ve kâşif olabilirler mi?”
İSLÂMSIZ TARİH YAZILMAZ!
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bu köşe kadılarının “alaycı satırları”na cevap verirken, bazılarının “özgüven eksikliği” yaşadığını söyledi...
Enteresandır, Erdoğan’ın bu “itham”ına tek itiraz eden Soner Yalçın oldu... Soner Yalçın; “defalarca yazdım” dedi ve ekledi: “İslâm’ın uygarlığa katkıları görmezden gelinerek tarih yazılamaz.”
Sonra da, “isim”leri sıraladı:
l Bağdat, Endülüs, Sicilya, Şam, Semerkand, Horasan, Kahire, Herat gibi İslam’ın bilim merkezleri inkar edilebilir mi? Cahız (776-869), El Kindi(801-866), Razi (865-925), Farabi (870-950), Biruni (973-1051) İbn-i Sina(980-1037), Ömer Hayyam (1048-1131), İbn-i Rüşd (1126-1198),Nasreddin Tusi (1201-1274) ve yüzlerce Müslüman düşün adamı nasıl görmezlikten gelinebilir?
l Rönesans ortalarına kadar Avrupa’da yazılmış bütün aritmetik kitaplarının kaynağı Harezmi’nin (780-850) “Hesab-ı Hindi”si değil mi?
l İnsanlık, ondalık kesirler sistemini Gıyaseddin Cemşid’den (1380-1437) öğrenmedi mi?
l Trigonometri’yibütün esaslarıyla Ebu’l Vefa Buzcani (940-998) yeniden kurmadı mı?
l Matematikte devrim yaratan “sıfır”ı 976’da Muhammed bin Ahmedkeşfetmedi mi?
l Modern optiğin ilk tohumlarını İbn-i Heysem (957-1029) atmadı mı?
l “Alkool” sözcüğü bile Doğu’dan Batı dillerine geçti. Sadece bir tek sözcük değil dillerine geçen; kimya, cebir, ziraat, botanik, narenç, zafran, suda, kutun, nilüfer, şerap ve yüzlercesi…
l Avrupa, katarakt, çiçek ve kızamık hastalığını ilk kez Müslüman alimlerden okudu; cerrahi müdahalelerde uyuşturucu kullanmayı, yüksek ateşi soğuk su banyosuyla düşürmeyi, damardan kan akıtma gibi tedavi yöntemlerini Müslüman tıp adamlarından öğrendi.
l Bugün sıklıkla dile getirilen, “insan bedeninin doğal iyileştirici yeteneğini” ilk keşfedenler de Müslüman tıp adamları değil miydi? İçi delik iğneyi 1256’da Al Mahusen’in bulduğu gerçeği reddedilebilir mi?
l Şam’da 1298’de ölen İbn-i Al Nafis, Portekizli Servet’e atfedilen kan dolaşımı sistemini ondan 300 yıl önce keşfetmedi mi?
l Modern sosyolojinin kuruluş yolunu İbn-i Haldun açmamış mıdır?
lTaberi’siz (839-922), Mesudi’siz (ö 956), İbn-i Miskeyf’siz (ö 1030) tarih yazılabilir mi?
HAYDAR BAMMAT’IN KİTABI
Bu tartışmalar, beni taa 1998 yılına götürdü. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz 16 Ağustos 1998 Pazar günü Hacıbektaş ilçesine gitmiş ve “Alevi vatandaşlara şirin görünmek” için, şu ifadeleri kullanmıştı:
“Kendilerine İslâm’ı referans alanlar biraz Acem, biraz da Arap hayranıdır!.. Bunlar da gericidir!”
Mesut Yılmaz, “Arap-Acem karışımı gerici zihniyet”ten dem vururken, 23 Ağustos 1998’de, yine bu köşede bir “kitap”tan söz etmiş ve şunları yazmıştım:
Elimde; “İslâmiyet’in Manevî ve Kültürel Değerleri” adlı bir kitap var... Baskı tarihi Ankara-1963... Resimli Posta Matbaası’nda basılan eserin yazarı Haydar Bammat Bey... Kendisi Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin eski Dışişleri Bakanlarından... Ülkesi Sovyetler tarafından işgal edilinceFransa’ya iltica etmiş... Kitabı da 1946 yılında Fransızca olarak ve Visages de l’İslâm adıyla basılmış... Türkçe’ye tercüme eden Bahadır Dülger.
Şimdi; tamamı 466 sayfa olan bu eserden kısa kısa paragraflar aktarmak istiyorum.
18 Mart 1883 tarihinde Sorbonne Üniversitesi’nde bir konferans verenErnest Renan şöyle diyordu:
l “Evet; 773 senesinden 13. asrın ortalarına kadar olan devrede Müslüman memleketlerinde pek çok fikir adamları ve pek büyük bilginler yetişmiştir. 11. asırdan sonra, Afrikalı Constantin, memleketinin ve devrinin en yüksek bilgisine sahipti... Çünkü, Müslümanların elinde tahsil görmüştü... 1130 ve 1150 seneleri arasında, Toledo’da Başpiskopos Raymond’un idaresinde kurulmuş olan bir tercüme kolejinde Arap bilgisinin önemli eserleri Latince’ye tercüme edilmişti.”
l “Bağdat, halifelerin olduğu kadar, kitapların da başkenti idi.”
l“Halife Me’mun’un sarayı; harpçi bir imparatorluğun sarayından ziyade, daha çok bir akademiye benziyordu.”
l “Fransızca’ya girmiş olan Arap asıllı kelimelerin pek çoğu İspanyolca vasıtası ile bu dile girmiş bulunuyor... Fransa; Haçlı seferlerinden evvel ve hatta bu seferler devam ederken Müslüman medeniyetinden çok şeyler almıştır. Ortaçağ’da Fransa’nın Müslüman Endülüs’ten doğrudan doğruya veya vasıtalı olarak aldıklarını, tamamiyle tesbit etmek, bugüne kadar mümkün olamamıştır.”
l “912 ile 976 yılları arasındaki devre, Endülüs’ün altın devridir. Bu yıllarda; bütün bilgi kollarında, edebiyatta ve sanatta büyük ilerleme kaydedilmiştir. Saraylar, okullar, rasathaneler, kütüphaneler kurulmuştur... Bu devirde, Endülüs’te 70 genel kütüphane vardı... Kurtuba’daki Halife El Hakkâm Kütüphanesi’nde; 44’ü fihristlerden ibaret olan 400 BİN CİLT kitap bulunuyordu.”
l “Castille’nin katolik hükümdarı Ferdinand d’Aragon ile İsabelle de Castille’nin, 2 Ocak 1492 tarihinde Gırnata’ya girmesiyle birlikte, yapılan anlaşma hilâfına Engizisyon Mahkemeleri kuruldu... Tarihçi Sedillot’un ifadesiyle, 3 milyon kişi bu mahkemelerin kurbanları oldu... İspanya’daki 1 milyondan fazla Arap, Afrika’ya sürüldü ve bu 1610 yılına kadar devam etti... En ağır işkenceler altında sınır dışı edilen bu müslümanlardan dörtte üçünden fazlası yollarda öldü.”
l “Müslüman bilginlerin Greko-Romen bilgiyi genişletmek ve devam ettirmek hususundaki büyük gayretleri olmasaydı, Rönesans hareketi imkânsız hale gelirdi.”
l L.A. Sedillot, 1854 yılında yazdığı Historie des Arabes adlı eserinde şunları yazıyor: “Araplar; Ortaçağ’da medeniyetin yegâne temsilcisidirler... Kuzey milletlerinin işgali ile sarsılmış olan Avrupa’ya yayılan barbarlığı, geri çekilmeye onlar mecbur etmişlerdir.”
KİMYANIN ÖNCÜSÜ ARAPLAR
l “Bağdatlı bilginler; güneşteki lekeleri incelediler, güneş tutulmalarını gözlemlediler ve dünyanın yerinde durmadığı şüphesini ilk defa ortaya atarak, Copernic ve Kepler’in öncüleri oldular.”
l “Münevver bir hükümdar olan Selçuklu Sultanı Melikşah astronomiye meraklı idi... Takvimin düzeltilmesini temin eden odur... Bu netice, Gregoryen devriminden tam 6 asır önce alınmıştır ve ondan çok daha sağlıklıdır.”
l “Aritmetik, geometri ve cebir Müslüman bilginlerinin keşiflerine büyük şeyler borçludur... Aritmetikte; bugün bile, hâlâ Arapların rakamlarını ve numaralama sistemlerini kullanıyoruz.”
l “Cebiri bulan; Muhammed bin Musa el Harizmi’dir... Onun “El Cebr v’el Muakala” isimli eseri Gerard de Cremon tarafından tercüme edilmiş ve Fransız okullarında okutulmuştur... El Harizmi ismi de, zaman içerisinde Algorithme haline sokulmuş, günümüzde ise Logaritma olarak anılmaktadır...”
l “Eğer; kimya ilmi, Araplardan önce mevcut değildi denilecek olursa, bu, hiç de mübalâğa olmaz.... Yunanlılar; altını eritme özelliğine sahip olan nitrik asit ve klorhidrik asit karışımından haberdar değillerdi... Bütün bunların hepsini Araplar keşfetti... Ayrıca; potas, amonyak tuzu, nitrat, darjan, süblime ve civanın üretim yollarını bulanlar da onlardı.... Kimyada kullanılan birçok terimin asılları Arapça’dan gelmektedir... Alkol, imbik, alkali ve eleksir kelimeleri bunların bir-iki örneğidir.”
l “Batılıların Rhazes adı ile tanıdıkları ünlü kimyacı, Ebu Bekir el Razi’den başkası değildir.”
l “Barut, pamuk, kâğıt, keten ve bez imalâtının mucidi Müslüman Araplardır... Barutun icadı; uzun zaman Roger Bacon ve Berthold Schwarz’a maledilmişti... Gustave le Bon’un da ifade ettiği gibi; barutun, mermileri sevk edici patlayıcı bir madde olarak kullanılması, dolayısıyla ateşli silahlar, sadece Arapların eseridir.”
l “Kahveyi, kuşkonmazı ve enginarı Avrupa’ya tanıtıp yayanlar da Müslümanlardır... Leylâk, Japon gülü, yasemin, lâle ve kamelya da Müslümanlar eliyle Avrupa’ya gelmiştir.”
DİNDEN UZAKLAŞINCA!
Tüm bunları yazmaktan amacım; elbette “mezar taşları” ile övünmek, hele hele bazılarının sıkıştığında yaptığı gibi, “Benim dedem de hocaydı, hacıydı” deme ucuzculuğuna sığınmak değil.
Amacım; “ısrarla vurgulanmak istenen” bir yanlışı düzeltmek:
Ortaçağ; Müslümanlar için değil, Hristiyan Avrupa için “karanlık” bir çağdı.
Ortaçağ; Müslümanların, hemen her sahada zirvede olduğu ve dünyaya ışık yaydığı çağdır.
Dolayısıyla; ikide bir “Ortaçağ karanlığı”ndan dem vurup, İslâmiyet’e dil uzatmak isteyenler, aslında Müslümanlara değil, ağababaları olan ve bugün yolundan gittikleri Avrupa’ya çamur attıklarını bilmelidir!..
Şunu unutmamak lâzım:
Müslümanlar “dinlerine sarıldıkça”, Hristiyanlar ise “dinlerinden uzaklaştıkça” ilerlemişlerdir.
Günümüz İslâm dünyasının “geri” kalmışlığının tek sebebi, ilk emri “oku”olan “din”lerinden uzaklaşmalarından/uzaklaştırılmalarından başka bir şey değildir.
Uzun lâfın kısası;
Tüm bunları “icat eden ve keşfeden” Müslümanlar, Amerika’yı mı keşfedemeyecek?!?..
Yine de “kuşku”su olan varsa;
Dr. Sigrid Hunke’nin, “Avrupa’nın üzerine Doğan İslâm Güneşi” isimli kitabını okusunlar, “Amerika’daki sokak, cadde, eşya ve insan isimleri” ile meselâ Cezayir’deki “Berberi Aşireti”nin halen kullandığı “isim”leri bir karşılaştırsınlar...
Göreceklerdir ki, “aynısının tıpkısı”dır!..
Heyy “Paralelci”ler ve “müttefik”leri;
Kurtulun şu “aşağılık kompleksi”nden!..
Ne diyor Soner Yalçın; “İslâm’ın uygarlığa katkıları görmezden gelinerek tarih yazılamaz!”
O halde, “Gavur yapmış arkadaş!” kompleksinden kurtulup; “Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır” deme bilincine bir an önce kavuşmalıyız!..
“Özgüven”iniz yoksa
Siz nesiniz ki?!?..
*******************************************************************
CHP’nin iktidar umudu yok ki, “balkon konuşması” olsun!
Kemal Kılıçdaroğlu’nun; “MİT, CHP’yi karıştırıyor” sözüne en güzel cevabıCHP İzmir Milletvekili Rıza Türmen’in verdiğini ve “Biz, zaten yeteri kadar karışığız!.. MİT’e ihtiyaç var mı?” dediğini dün aktarmıştım...
Bugün de, CHP’den ayrılıp “Anadolu Partisi”ni kuran Emine Ülker Tarhan’ın sözlerini aktarmak istiyorum... Emine Hanım, dün demiş ki;“CHP’yi bölen belli!.. CHP’de hiç kimse iktidar olunacağına inanmıyor!”
Eee, “iktidar” olunacağına inanılmıyorsa, demek oluyor ki, “Balkon konuşması”na da gerek yok!.. “Balkon konuşması” yapılmayacaksa,“balkon”a ne lüzum var?..
Dünkü Akit’te de okudunuz...
“Paralel Yapı”nın bir televizyonunda, “CHP Genel Merkezi”nden yapılan“canlı yayın” esnasında; sunucu Tarık Toros, şöyle bir “çanak soru” sormuşKemal Kılıçdaroğlu’na;
“CHP’nin birinci parti çıkması durumunda yapacağınız balkon konuşmasında neler söyleyeceksiniz?”
Kılıçdaroğlu bu soruya cevap vermeden önce, Gazeteci-Yazar Sami Dadağlıoğlu demiş ki; “Kemal Bey, içeri girerken Genel Merkez binanıza baktım da, hiç balkon göremedim!.. Herhalde mimarlar da CHP’nin iktidar olamayacağını düşünmüşler ki, konuşma yapacağınız balkona yer vermemişler!”
Sami Dadağlıoğlu, “Paralelcilerin pişirdiği aşa soğuk su katma”nın bedelini “istifa” ederek ödemek zorunda kalmış ama, o tesbiti, herhalde tarihe geçecektir!.. Tıpkı Rıza Türmen’in ve Emine Ülker Tarhan’ın sözleri gibi!..
Öyle ya; madem “iktidar” yok,
O halde “balkon” da lüzumsuz!..
yeniakit