Ana tartışma: Nasıl bir laiklik?
Evet, Türkiye'nin ana tartışması bu: Laikliğin muhtevası ne olsun? Sancılar da buradan kaynaklanıyor. Bu tartışma bitmeden, sancılar da bitmez. Ak Parti, savunma ya da cevabında doğrusunu yaptı.
Önce ilkesel çözümü öngördü. O alanda uzlaşma olmadan, hayat tarzınız dahil yaptığınız her şey bir laiklik tanımına göre suç kapsamına giriyorsa "Vallahi ben o niyetle yapmadım" demenin bir ağırlığı olmayacağı açık. Laikliği "yaşam tarzı" olarak niteleyen bir anlayış, "dindar" diye nitelenebilecek bir Başbakan'a razı olur mu? Ya da yaşam çerçevesinde dini değerleri önemseyen bir Cumhurbaşkanına?
Bakanları, milletvekillerini ya da herhangi bir kamu görevlisini saymıyorum? Bir dönem, eşi başörtülü bir mülki amir kara listeye alınıyordu.
Halen, bazı kurumlarda eşin başörtülü olması o kurumdan ihraç sebebi sayılabiliyor. Demek ki, laiklik yorumu, sadece kamu görevlisinin hayatını denetlemekle kalmıyor, aile bireylerinin hayatını bile cendereye alabiliyor. Bir ara, Başbakan'a, "Bu işte rahatlama olmasını istiyorsan eşinin başını aç" çağrıları bile yapılmıştı? Herhalde şu anda Cumhurbaşkanı'nın eşi başını açsa, müthiş bir laiklik hamlesi olarak alkışlanacak. Bu mudur laiklik? Normalde başörtülü olan bir bayanın, milletvekili olduğunda Meclis'ten kovulması mıdır laiklik? Toplum hayatını dini tezahürlerden arındırmak mıdır?
Ya da toplum hayatında var olan bir dini tezahürün, kamu görevine gelindiğinde ortadan kaldırılması mıdır? İkili bir hayat çerçevesi midir laik sistemlerde topluma empoze edilen yaşama modeli?
Kimse "Biz laikliği toplum hayatını dinden arındırmak gibi algılamıyoruz, ama kamu görevinde de dini görüntü olmasın" dediğini söylemesin. "Dindarlaşma arttı" tarzındaki kamuoyu araştırma sonuçları neden haber oluyor? "Ak Parti iktidarı ülkeyi muhafazakarlaştırıyor!" iddiaları bazı çevrelerde neden prim yapıyor?
Aslında bu iddia, sadece Ak parti'ye karşı değil, çok partili hayata geçildiğinden bu yana CHP dışındaki hemen tüm partilere karşı devreye sokulmuş ve açık örtülü demokrasi dışı müdahalelerin gerekçesi olmuş. Belli ki, işin başından beri tüm toplum hayatına yönelik yukardan aşağıya bir "laikleştirme" politikası öngörülmüş, oysa demokrasi milleti öne çıkardığı ve sandıkta millete hesap vermeyi gerekli kıldığı için bu politikanın uygulanması zorlaşmış, millet kendi hayat biçimiyle öne çıkmış.
Milletin büyük kısmı muhafazakar değerleri önemsediği için de "Ülke muhafazakârlaşıyor" gibi bir sonuca varılmış. Ardından laikliğin ihlali gerekçesiyle müdahaleler gelmiş. Bugün, AK Parti'ye özgü bir şeyi değil, bu bitmez sancının 2000'ler versiyonunu yaşıyoruz, o kadar. Şimdi Ak Parti, savunma Cevabında diyor ki:
"Biz, devlet politikası olarak laikliği önemsiyoruz, bundan vazgeçme gibi bir niyetimiz asla yok, ayrıca bunu demokrasinin olmazsa olmazı kabul ediyoruz. Ama... "Ama..." diyor ve son derece önemli bir rezerv koyuyor: "Ama laiklik, devletin sahiplendiği bir felsefi inanç, bir din, bir yaşama tarzı değil. Şayet öyle görülürse, devlet adına bürokratik iktidara, diğer tüm inanç mensuplarına müdahale imkanı verir, bu da inanç özgürlüğünü ortadan kaldırır, devletin tüm inanç alanlarını boğduğu bir yapı ortaya çıkar. bu da demokrasi değildir."
Ben biliyorum, Başsavcı'nın iddianamesinde yer alan "laiklik tanımı"nın kökleri Anayasa Mahkemesi'nin Başörtüsü ve Refah'la ilgili kararlarına kadar uzanıyor. Onun için Ak Parti'nin savunmacevabının, laikliğe ilişkin "muhtevayı tartışma" boyutu, kapatma davası açısından ümitvar sonuçlar vaat etmiyor olabilir. AYM çoğunluğu, hemen yakında verdiği iptal kararından da anlaşılacağı gibi "Başsavcının laiklik yorumu zaten bizden alınma, onun için biz eski yorumumuzda ısrar ediyoruz" diyebilir. Onun için Ak Parti'ye, "Bu tarz bir savunma, AYM'ye kendi elinizle gerekçe sunmaktır" demek yanlış olmaz.
Ama... Ak Parti'nin tavrı, "Bu ülkede laikliğin ihlali gerekçesiyle bin kere parti kapatılabilir, siyasi hayata bin kere demokrasi dışı müdahalede bulunulabilir, başbakanların asılması kadar kanlı işlere imza atılabilir, ama ülkenin varıp tartışacağı şey, bu laikliğin bu ülke insanıyla uyum arz edip etmediğidir. Laiklikle millet iradesi çelişiyorsa, burada sancıyı bitirmek mümkün olmaz.
O zaman bu ülkede hiçbir şekilde demokrasi olmayacak demektir. İstenen bu mudur? İstenen bu değilse, AYM'nin de, diğer yargı kurumlarının da, ülke yönetimine katılan tüm birimlerin de, laikliği, milletin değerlerini dışlamayan bir çerçeveye oturtmak için çaba sarf etmesi gerekir. "Türkiye'ye özgü" sözü önemseniyorsa, tam da bu uyumun sağlanması açısından önemsenmelidir; tepeden inmeciliği meşrulaştırmak açısından değil.
bugün