Toplumsal barış için anadil hakkının önündeki engeller kaldırılmalıdır
Askeri darbe ürünü olan 1982 anayasası ve kışla ürünü olan anayasanın mantalitesi çerçevesinde hazırlanan başta siyasi partiler kanunu ve benzeri düzenlemeler tektipleştirici, jakoben, inkarcı ve dayatmacı bir ruha sahip olmuşlardır. Bu ruh ve mantalite Türkiye de demokrasinin ve insan haklarının sağlam zeminler üzerinde inşa edilmesine bariyer oluşturduğu gibi toplumsal barışın tesisine de engel olmuştur. Küreselleşen dünya da insan haklarının yaygınlaşması ve çoğulcu toplumun birbirini tanımasıyla birlikte gelişen süreçte insan hak ve özgürlüklerini teminat altına alan birçok uluslararası sözleşmeler hazırlanmıştır. Bu sözleşmelerin önemli bir kısmına birçok devlet gibi Türkiye Cumhuriyeti devleti'de taraf olarak bu sözleşmelerin gereğini yerine getireceğine dair ulusal ve uluslar arası topluma taahhütte bulunmuştur. Türkiye bu taahhüdüne rağmen birçok sözleşmenin gereğini yerine getirmeyerek uluslararası mekanizmalarca hukuki yaptırımlarla cezalandırılmıştır. Avrupa birliği uyum süreciyle birlikte, darbe ürünü olan 1982 anayasasının 90.madde sonuna eklenen "usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır" fıkrasıyla darbe anayasasının mantalitesine göre hazırlanmış temel hak ve özgürlüklere ilişkin yasaların uygulamayacağını Türkiye Cumhuriyeti devleti ulusal ve uluslararası topluma taahhüt etmiştir. Hal böyle olmasına rağmen temel hak ve özgürlüklere ilişkin birçok noktada Türkiye Cumhuriyeti devletinin altına imza attığı uluslararası sözleşmelere riayet etmediği Avrupa İnsan Hakları Mahkeme'sinin Türkiye hakkında vermiş olduğu kararlarında anlaşılmaktadır.
Temel hak ve özgürlüklerin başında gelen anadilin kullanılmasına ilişkin yasak ve kısıtlamalar Türkiye'de halen devam etmekte, anadil kullanımından kaynaklı ayrımcı uygulamalar ve cezalandırmalar yaygınlığını korumaktadır. Cezaevi yönetmeliklerinden, siyasi partiler yasasına, özel radyo ve televizyonlara uzanan bu durum özgür ve eşit bir toplum düzeninin önünde önemli ölçüde engel oluşturmaktadır. Hukukun evrensel ilkeleri ve insan hakları değerleri açısından bu kabul edilemez durum, toplumsal barış ortamının kurulmasını da imkânsız kılmaktadır. Yasalarda var olan insan haklarına aykırı olan anlayışlar değişmelidir. Yeni bir anayasa ile farklı birçok özgürlük alanında var olan yasaklar iptal edilmelidir.
DTP gurup toplantısında, Ahmet Türk'ün konuşmasının bir kısmını Kürtçe yaparak bu duruma dikkat çekmesi tartışma ve tepkilere neden olmuştur. Hangi niyet ya da siyasi beklenti ile yapılmış olursa olsun, Türkiye'de devam eden çifte standartçı tutuma ışık tutmuş olması itibarı ile söz konusu girişim önemli bir gerçekle yüzleşmemize neden olmuştur.
MAZLUMDER, hak ve özgürlüklerin kullanımının önündeki tüm engellerin kaldırılması gerektiğini hatırlatmakta ve toplumsal barışı geciktiren uygulamalarda daha fazla ısrar edilmemesini istemektedir.
MAZLUMDER GENEL BAŞKANI
DR. ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU