Bugün, bir "kavga"nın var olduğu, tartışılmaz bir gerçek... Ancak, kavganın "ne kavgası" olduğuna dair "teşhis"i tam koyamazsak, vereceğimiz "hüküm" de sağlıklı olmaz... Malûm, bir hastalığın tedavisinin yapılabilmesinin ilk ve en önemli şartı "doğru teşhis" koymaktır... Eğer teşhis doğru yapılmazsa, başı ağrıyan bir adamın böbreğini söküp alabilirsiniz... "Tıp" alanında "doğru teşhis" ne kadar önemli ise, "siyaset"te ve "hukuk"ta da böyledir... O halde, bugün Türkiye"de devam eden "kavga"ya da "doğru teşhis" koymak zorundayız... Bugünkü kavga, "Hükümet ile ordu" veya "Hükümet ile yargı" arasında mıdır, yoksa "bürokrasi" ile "millet" arasında mı?.. "Egemen olan propaganda"ya kulak verirseniz, Hükümet"in; "asker"le, "yargı"yla, "üniversite"lerle, hasılı kelâm "herkesle" kavgalı olduğunu düşünebilirsiniz... Ama, yaşanan gelişmelere "at gözlüğü" ile değil de "geniş perspektif"ten bakarsanız, görürsünüz ki; kavga "milletin hak ve hürriyetleri"ni esas alanlarla "devleti kutsayan" zihniyet arasındadır!.. Yani, kavga; "siyasetin merkezi"ne "devlet"i alanlarla "millet"i alanlar arasındadır!..
NİYE "SİVİL VESAYET" DİYORLAR?
Bunu daha iyi anlayabilmek için; CHP"nin "altı ok"la ifade edilen "ideoloji"sine bakmakta yarar vardır... CHP, bu ideolojiyi "Cumhuriyet"in nitelikleri" veya "kurucu felsefe" adı altında pazarlamaya çalışmış, hâlâ da bu "pazarlama taktiği"ni uygulamaktadır!..
Peki, ne var bu "felsefe"de?..
Bu felsefe, "halkın cahilliği" üzerine kurulmuştur... Bu felsefeye göre; "halk cahildir ve bu hurafelere inanmakta"dır, dolayısıyla, "halk, sürekli vesayet altında tutulmalı"dır!.. Yani, güdülmelidir!..
"Bürokratik vesayet" sürmelidir!..
"Yargı vesayeti" sürmelidir!..
"Askerî vesayet" sürmelidir!..
"Anayasa değişikliği"nin gündeme gelmesinden bu yana gazetelerde "köşe" kapmış ve "köşeyi dönmüş" olan "medya vaizleri"nin yazılarına bakacak olursanız, görürsünüz ki; AK Parti iktidarı, "sivil vesayet"e yelken açmış, bir "sivil dikta" kurmaya çalışmaktadır... "Anayasa değişikliği"nin asıl amacı, "yargıyı kuşatmak" ve hatta "ele geçirmek"tir!..
Bu "iddia"ların arka plânını görmek için, herhalde "müneccim" olmaya gerek yok... Bu iddiaları ortaya atanların zihinlerinin bir yerlerinde "askerî vesayet rejimini savunma refleksi" vardır!.. Yani, "sivil vesayet" derlerken, aslında "Askerî vesayet sürsün" demek istemektedirler!..
"Militarist Cumhuriyet" anlayışı devam etsin ki; "din" ve "dogma" haline getirdikleri "laiklik" de hükümranlığını devam ettirsin!..
Medya vaizleri, işte bunun kavgasını veriyorlar!..
"KORKUT VE YÖNET" STRATEJİSİ
Tabiî, bu kavgayı verirken de "toplumun sinir uçları"na dokunup, insanları hop hop hoplatmak istiyorlar.
Malûm;
Bugün, toplumun en iyi bildiği "siyasi teori"lerden birisi, "böl ve yönet" stratejisidir!..
Bu strateji, ilkokullardan itibaren zihinlerimize kazınmış ve bizler hep inanmışızdır ki; "dünyadaki büyük devletler ve gizli güçler, bizim gibi daha küçük ülkeleri bölerek yönetmek ister"ler!..
Bu tesbit, aslında doğrudur!..
Ama, aylık Misak dergisinin Nisan sayısında; "böl ve yönet" stratejisine ek olarak, Türkiye"de uygulanmakta olan "yeni bir strateji"den söz ediliyor.
Misak"a göre, bu stratejinin adı;
"Korkut ve yönet"tir!..
Ki, olayın bu boyutuna hiç kimse kafa yormasa da; "Cumhuriyet"in kuruluş yılları"ndan bu yana, "asker ve sivil bürokratlar" bu stratejiyi başarıyla uygulamaktadır!..
Misak"a göre;
Friedrich A.Hayek adlı filozof, "Esarete Giden Yol" isimli eserinde, totaliter rejimlerin "korkut ve yönet" stratejisini nasıl başarıyla uyguladıklarını izah etmiştir. Bu stratejinin en güzel uygulamaları, Nazi Almanyası ve Stalin Rusyası gibi totaliter rejimlerde görülmüştür. Bütün totaliter ve otoriter rejimlerde, insanların sistematik biçimde korkutulmaları "devlet politikası" haline getirilmiştir.
Dergi, şu soruyu sormaktadır:
"Türkiye"de İslâm fıkhına meydan okuyan, farzları yasaklayan ve haramları teşvik edenlerin; ülkemizi bölüp-yönetmeye karar veren dış güçler değil, lâiklik ideolojisini "sivil din" haline getiren iç güçler olduğunu dikkate almamak mümkün müdür?"
Dergi, bu soruyu sorduktan sonra; Türkiye"de uygulanan "korkut ve yönet" stratejisinden şu örnekleri veriyor:
"Yaşadığımız hadiselerin özeti şudur. Türkiye"deki her kesim için farklı bir korku kaynağını tesbit eden derin devlet çeteleri, kendi ihtiraslarını tatmin için, yıllardır askerî darbe planı yapmakla meşguldürler.
Darbelerin muhatabı; kendilerine "iç düşman" statüsü verilen çevrelerdir.
Mahkemelere intikal eden ve dava konusu olan darbe planları, hazırlanan planların yarısı bile değildir.
28 Şubat Süreci"nde "Refah Partisi"nin militanları silahlanıyorlar, İran tipi ayaklanmalar olacak" şeklindeki paranoyaları doğru çıkmasa da "irtica" korkusunun bazı insanların kalplerine sindiğini söylemek mümkündür.
Yürürlükteki mevzuatta irticanın tanımı olmadığı gibi, mürtecilere verilecek ceza ile ilgili bir hüküm de yoktur. Bunları aklımızda tutarak günümüz Türkiye"sine baktığımız zaman; iktidar partisi olan AK Parti kadroları dahil, her siyasi hareket için "Korkut ve Yönet" stratejisinin uygulandığını söyleyebiliriz. Türkiye"de yaşayan insanların tamamı, yıllardır resmi ağızların kullandığı "iç düşmanlar" yaygarasıyla korkutulmaktadırlar.
Türkiye"nin stratejik ortağı olan ABD"nin (!) veya AB ülkelerinin Türkiye"yi bölmeye karar verdiğini, İstanbul"un yakında "Bizans"ın Başkenti" olacağını söyleyen sivil ve asker bürokratların sayısı da az değildir.
Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Resmi ideolojiye iman eden ve "hikmet-i hükümet" felsefesini savunan bazı sivil ve asker bürokratlar, egemenlik ihtiraslarını tatmin için Türkiye"yi "Korku Cumhuriyetine" dönüştürmeye karar vermişlerdir."
Bu "tesbit" ve "tahlil"ler de gösteriyor ki; devam etmekte olan "kavga"nın temelinde yatan asıl sebep şudur:
Türkiye "bürokratik cumhuriyet" olarak kalmaya devam mı edecek, yoksa "demokratik cumhuriyet" mi gelecek?..
PAKET, ELBETTE MÜKEMMEL DEĞİL!
Ahmet Altan, 31 Mart tarihli yazısında, bu konuya değinip, diyordu ki;
"AKP, bir anayasa paketi getirdi Meclis"e.
Mükemmel mi?
Hayır.
Mükemmel olan, bütün mükemmel anayasalar gibi "devletin gücünü kısıtlayan, vatandaşın özgürlüklerine geniş yer açan" yeni bir anayasa yapmaktır.
Bunu yapacak bir parti var mı?
Yok.
Bugün demokrasinin yolunu açmaya çalışan, dünyayla bütünleşmeyi amaçlayan, ordunun ve yargının hukuk dışı gücünü kısıtlamaya uğraşan tek bir parti bulunuyor, o da AKP.
CHP ve MHP, eski düzenin sözcülüğünü üstlenmiş, her türlü değişime karşı çıkan, 12 Eylül Anayasası"yla hesaplaşma bir yana o anayasayı bütün güçleriyle savunan partiler.
BDP ise enerjisini büyük ölçüde Kürt meselesine harcayan, orduya ve yargıya karşı verilen demokrasi mücadelesinde pek öne çıkmayan bir parti görünümünde.
(......)
"AKP"ye güvenmiyorum, AKP yeterince demokrat değil, ilkeleri bulunmuyor" diyebilirsiniz ve AKP"yi desteklemezsiniz.
O zaman "demokrasiyi" genişletebilecek olan tek partinin "değişim önerisinin" arkasındaki gücü de eksiltirsiniz.
Bu kavgada, AKP"nin getirdiği değişikliğin ardındaki destekteki her eksiklik, bir artı olarak CHP-MHP blokuna eklenir.
Bugünkü düzenin devamına yardımcı olur."
BİR GENÇ KIZIN HAZİN HİKAYESİ
Ahmet Altan, yazısına, çok bilinen bir sözle girmiş;
"Mükemmel, iyinin düşmanıdır!"
Yani, "mükemmel"e ulaşmak isteyen bir insan, "iyi"yi de kaybedebilir!..
Hani, bir atasözümüz vardır ya;
"Dimyat"a pirince giderken
Evdeki bulgurdan olabilirsin!"
Ya da, şöyle bir söz;
"Eldeki bir kuş,
Daldaki iki kuştan iyidir!"
Şunu söylemeye çalışıyorum:
İdeal olan, elbette "mükemmel"i yakalamaktır!.. Ama, bu her zaman mümkün olmayabilir!.. İnsan, bazen "evdeki bulgur"la veya "eldeki bir kuş"la yetinmesini de bilmelidir!..
Aksi halde, hepsini kaybedebilir!..
Tıpkı, "hikaye"deki gibi;
Vakti zamanında güzel mi güzel bir kız yaşarmış ülkenin birinde... Kendisiyle evlenmek isteyen pek çok yakışıklı, zengin ve soylu genci reddedermiş.
O güzel kızı, yakın köylü bir genç de, hevesle annesinden istetmiş.
Cevap yine aynı;
"Hayır!" demiş kız, daha iyi bir talip beklemek için.
Genç adam başka biriyle evlenip, yuva kurmuş.
Seneler sonra bir vesileyle delikanlının yolu evlenme tekliflerini reddeden kızın köyünden geçmiş....
Merak edip bir köylüye sormuş; "Filanca kız ne yaptı?" diye.
Evlendiğini öğrenince, şanslı adamı görmek için evinin önünde gizlenip beklemeye başlamış...
Bir de ne görsün?
Kel, şişman ve orta yaşlı bir adam çıkmış kapıdan. Genç adam, evin erkeği gittikten sonra kapıyı çalmış ve yıllar sonra bile güzelliğinden hiçbir şey kaybetmeyen o kızı karşısında tekrar görmüş.
Heyecanlı heyecanlı kendini tanıtarak; "Böyle biriyle nasıl oldu da evlendin?" diye sorabilmiş.
Kız, şöyle demiş:
"Bunun cevabını vereceğim, ama önce senden arka bahçeden en güzel çiçeği koparıp, bana getirmeni istiyorum.
Ama bir şartım var;
Geçtiğin yoldan asla geri dönmeyeceksin!"
Genç delikanlı, kızın dediğini yapmış.
Bahçeye girdiğinde yüzlerce renkte çiçeğin arasında harika sarı renkte bir gül görmüş.
Tam uzanıp yolacakken, karşıdaki başka bir çiçeğe gözü takılmış.
Kırmızı, pembe, beyaz derken, bahçenin sonuna gelmiş.
Ama artık beğenebileceği çiçek de kalmamış.
Tam geriye dönüp, "en güzel çiçeği" koparmaya niyetlenmiş ki, kızın şartını hatırlamış ve önündeki hafif solgun duran çiçeği koparıp kıza getirmiş.
Kızın cevabı acı gerçeği apaçık ortaya koymuş:
"Gördün mü? Daha güzelini ararken, elindekilerden de oluyorsun."
Demek ki neymiş;
"Armudun sapı, üzümün çöpü" diyerek önüne çıkan fırsatları kaçırmak yerine, "elindekine" sahip çıkacaksın!..
Yoksa; "kel, şişman ve yaşlı" biriyle evlenmek zorunda kalabilirsin!..
İşte, elimizde bir "Anayasa değişikliği paketi" var... Dün, "Anayasa Komisyonu"nda görüşülmeye başlandı... Elbette "dört dörtlük" değil!.. Elbette "eksiklik"leri var!.. Ama, "İlla da mükemmel olsun" dersek, hiç şüpheniz olmasın ki; "CHP ve MHP"nin ekmeğine yağ sürmüş" oluruz!..
"Tam özgürlük" isterken, bir de bakmışız, "askerî vesayet" devam ediyor!..
O halde, tavrımızı netleştirelim;
"Eldeki bir kuş mu, daldaki iki kuş mu?"
Ben derim ki, "var olan"a sahip çıkalım!..
====================
İmar Partisi mi, Hizmet Partisi mi?
Adana Büyükşehir Belediye Meclisi Başkan Vekili Mustafa Tuncel, İçişleri Bakanlığı kararıyla Aytaç Durak"ın Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinden uzaklaştırılması dolayısıyla bugün yapılacak Belediye Başkan Vekilliği seçimleri için teklifte bulunmuş!..
Makamında düzenlediği basın toplantısında demiş ki; "3 parti bir aday üzerinde birleşsin, olmuyorsa 2"si birleşsin. Bunları yapamazlarsa beni seçsinler."
Ne ilginç... Mustafa Tuncel"in bu "uyanıklığı" sergilediği gün, Aytaç Durak"tan bir mektup aldım... Durak, Mustafa Tuncel"in, Adana basınında "İmar Partisi Genel Başkanı" olarak anıldığını söylüyordu.
Bu da gösteriyor ki; bugünkü "ikinci tur oylama"da eğer Mustafa Tuncel seçilirse, "Belediye Başkanvekili" değil, "İmar Partisi"ne genel başkan seçilmiş olacak!..
Tabiî, böylece "260 bin dolarlık rüşvet iddiası"nın da üzeri örtülmüş olacak!..
Göreceğiz bakalım; Adana Belediye Meclisi "İmar Partisi"ne mi oy verecek, "Hizmet Partisi"ne mi?.
"İllâ da beni seçin" diyen "politikacı"dan korkmak lâzım!..