Ankara’nın Altındağ mıntıkasında Hanifoğlu Camii’nde 17 Ekim günü sabah namazı vakti..
Normal cemaat namazdan sonra dağılıyor..
30-35 kadar genç insan orada kalıyorlar..
IHH ile işbirliği yapan Asma Köprü isimli teşkilat, yabancı ülkelerden gelen yüzlerce öğrencilerden bir kısmı..
Bazıları Arnavutluk, Kosova ve Bosna’dan, bazıları Fılistin başta olmak üzere arab ülkelerinden ve de Somali, Kenya, Gana, Mısır ve diğer Afrika ülkelerinden ve kimileri de Afganistan ve diğer Orta Asya cumhuriyetlerinden..
Çeşitli renk ve dillerden, Tevhîd Gülistanı’nda büyüyen bir ümmet ve tek millet – İslam Milleti kolleksiyonu..
Kardeşlerimiz, genellikle son 8-10 yıl boyunca Anadolu’ya getirilmiş ve İmam- Hatib’ liselerinde uluslararası öğrenci kontenjanından okutulmuş ve türkçeyi çok güzel öğrenmişler ve de artık üniversite eğitimi ve hattâ kendi alanlarında doktora çalışmaları yapmaktalar..
Bir tatil gününün sabahında o saatte her hafta bir araya geliyorlarmış.. Gerçekten de tek millet olduğumuzun idrakini hepimize daha bir hatırlatan bir güzel tablo..
Bu kardeşlerden, ülkelerindeki durum ve gelişmeler hakkında bilgiler alıyoruz, başka coğrafyalardaki Müslümanlar olarak zihinlerini meşgul eden sorular etrafında ortak akıl oluşturma idmanları yapıyoruz.
Onlar bu ülkeden bir ruh alıyorlar ve biz de bu gençlerden geleceğe umutla bakan öteki Müslüman halkların gözlerindeki parıltıları..
*
Ve Ulucan Hapishanesi Müzesi.. Ya da, ölü canlar müzesi…
Eskiden, Ankara’da geçen gençlik yıllarımda Ulucanlar Cezaevi’ni her görüşümde, miladî-19. asrın ünlü Rus yazarlarından Gogol’un ‘Ölü Canlar’ isimli ve 150 yıl öncelerin Rusyasını anlatan romanını hatırlardım.. Ama bu cezaevinin için hiç görmemiştim..
Cumartesi sabahı Hacı Bayram civarındaki bir mekanda sabah kahvaltısını yapıp, Camiin etrafını ve özellkle eski Roma’dan kalma mâbed harabelerini temaşa ettikten sonra, Nurullah kardeşimden beni, Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin bir bölümünü oluşturan Millet Camii’ne , (hani şu, açılışı Tayyib Bey’in o nefîs tilavetiyle okuduğu Kur’an’la yapılan câmie) götürmesini istedim.
Hacı Bayram’dan inerken, hemen yol kenarındaki Gül Baba Türbesi’ni gösterdi Nurullah.. Burayı daha önce duymamıştım.. Gül Baba deyince, sadece Budapeşte’de ziyaret ettiğim Gül Baba Türbesi’ni biliyordum..
Bu ayrı bir Gül Baba imiş ve kendisini ziyaret edenlerin orada bir tavuk kesmesini vasiyet etmiş imiş.. O yüzden, o civarda eskiden bir çok tavukçu dükkanı bulunuyormuş ve etraf da pek temiz kalmıyormuş.. Ama, şimdi Belediye o mekanın çevresini temizlemiş ve onlarca tavukçu dükkanı da oradan kaldırılmış, temiz bir mekan olmuş.. Nurullah o kadar dükkanı oradan kaldırıp, o mekanı temizlediği için Melih Gökçek’e teşekkürlü ‘teessüf’lerini bildirdi, nükteli bir şekilde..
Ve sonra Nurullah, ‘Âbi, Ulucanlar Hapsshanesi Müzesi’ni gördün mü?’ diye sordu.
Görmemiştim..
Hemen onun yakınından da geçmekte olduğumuza göre, mekanik merkebimizin yolunu oraya doğru çevirdik..
Ben sıradan bir hapishane müzesi düşünmüştüm ama, hiç de öyle olmadığını ilk bakışta farkettim.
Hatta diyebilirim ki, Macaristan başkenti Budapeşte’de gördüğüm o korkunç ‘Terör Müzesi’nden geri kalır tarafı yoktu, bu mekanın da..
65 yaş üstü olanlardan giriş ücreti de alınmıyor.. Sanıyorum 5 liralık bir giriş ücretiyle giriliyor.
Önce, ‘kral dairesi’ denilen yerden başladık ziyarete.. Burası ikişer odalı iki katlı bir bölüm..
Odaları küçük ve iki yataklı bir ranzalı demir karyola.. yataklar saman veya ot yatağı..
Buradan kimler geçmemiş? Niceleri idâm olunmuş, 1923 ve 1983 arasında..
İşte o idâm olunanlardan bir demet.. (İskilibli Âtıf Efendi, Babaeski Müftüsü Ali Rıza Hoca, İttihadçıların ünlü Maliye Nâzırı Cavid Bey, İttihadcıların ünlü isimlerinden, olup M. Kemal’e karşı düzenlendiği iddia olunan İzmir Suikasdi sanıklarından Dr. Nâzım ve Naili Bey ve eski Ankara Valisi Abdulkadir Bey..
1963’de idam olunan Harb Okulu kom. Kur. Alb. Tal’at Aydemir, Binb. Fethi Gürcan..
1972’de idam olunan Deniz Gezmiş ve onun birlikte asılan iki arkadaşı Huseyin İnan ve Yusuf Aslan..
1981’de Kenan Evren tarafından asılan Mustafa Pehlivanlı, 18’inde idâm olunan Erdal Eren..
Ve, bu hapishaneden geçen nice ünlü isimler..
Necib Fâzıl, Osman Yüksel Serdengeçti.. Osman Bölükbaşı, Kemal Pilavoğlu, Tillolu Said Özdemir, Behice Boran, Nâzım Hikmet, ‘Hasretinden prangalar eskittim’in şairi Ahmed Ârif, Kasım Gülek, Halikarrnas Balıkçısı diye anılan Cevad Şakir Kabaağaç, Muhsin Yazıcıoğlu, Muharrem Şemşek, daha yakın zamanlarda Hüsnü Aktaş, Mustafa İslamoğlu, vs yüzlerce- binlerce insan..
*
’Müteferrika’ denilen yerdeki hücreler.. Sıra sıra.. Işık almayan loş, karanlık mekanlık.... Ve fon müziği olarak hapishanelerin ‘Aldırma gönül aldırma..’ gibi yanık türküleri, Necib Fâzıl’ın ‘Zindandan mektub’ isimli ve Tayyib Erdoğan tarafından okunan şiiri..
Korkunç bağırtı ve inilti sesleri.. Feryadlar ,küfürler, Gardiyaaaaan çığlıkları..
İnsan kendini bir ara zaman tünelinde hissediyor..
Hüzünlendirici, hattâ duygulandırıcı acı hatıralar ve diğer eşyalar.. Elyazısı ile yazılmış şiirler, vasiyetler, son sözler.. Kimisi Osmanlıca , kimisi latin harfleriyle.. Kiminden bir tesbih kalmış kimnden bir saat, kiminden bir takke.. Kiminin kazağı.. Kimi idâm edilenlerin bedeninden önü boydan boya kesilerek çıkarılan bir gömlek.. ve duvarlarda o günlerden kalma gazete sahifeleri ve kupürleri.. Duvarlara kazınmış isimler, mısralar..
İki saat geçti ve ben dalıp gittim.. Artık Millet Camii’ne gidecek vakit de kalmamıştı..İçimde bir gam yükü ve kalbimin üstünde bir kurşun ağırlığıyla çıkıyorum Ulucanlar’daki, ölücanlar müzesinden...
*
Ve akşama doğru, bir eski m.vekili ile durum değerlendirmesi yapıyoruz. Bazı eleştileri var.. Dünlerde taşığımız idealleri bugün pek çoğumuzun unuttuğundan ve dün bizi ezen devlet mekanizmasının bugün
başkalarının ezilmesinde kullanıldığından yakınıyor.. Ve de kaçınılabilecek diğer yanlışlardan ve kimlerin kimlerce nasıl etki altına alındığından, iktidarın, zenginleşmenin ve refahın insanı yeni limanlara doğru yönlendirdiğinden vs. sözedildi... Bazı devletlilerin önceden verdikleri kararlardan, iki üç gün sonra dönebildiklerinden yakınıldı. Halbuki yanlışlık olarak dile getirilen bu durum bir diger m.vekili tarafından daha değişik değerlendirilmiş ve verdiği karardan döndüğünden yakınılan bazı makamların, sizi dinledikten sonra görüşlerinize hak verirse, sessizce ve iki-üç gün sonra döndüğü gibi bir durumdan fazîlet olarak söz edilmişti.
*
Ve 18 Ekim sabahı da Demetevler’in yukarısındaki eski gecekondu bölgelerinden olan ve şimdi ise 15-20 katlı apartmanların iç-içe yükseldiği ve insanı sıkboğaz etmeye hazırlanırcasına bir tuhaf şehirleşme felaketine uğrayan Şentepe’de ‘Bilgi ve İrfan’ isimli bir derneğin lokalinde, Pazar sabahının köründe evlerinden kalkıp gelen dikkatli bir topluluk huzurunda, Müslümanların tarihinden, Kerbela Faciası’ndan bugüne, Suriye Buhranı’nın gelecekte alabileceği muhtemel yeni şekillenmelere kadar bir çok konuda 2 saati aşkın bir sohbet..
Ve saat 12.15.’de de Ankara Garı’ndan, geçen haftaki büyük patlamanın izlerinin pek kalmadığı, sadece solmaya yüz tutmuş birkaç gül demetinin geride kaldığı meydandan hızlı trenle İstanbul’a hareket..
*
NOT: Bu akşam (19 Ekim- Pazartesi akşamı), saat 21.00’den itibaren, Üsküdar’da Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde, Özgürder Gn. Başk. Rıdvan Kaya ile, ‘Kerbelâ’dan Suriye’ye.. Ümmet Nereye?..’ konulu bir panelde birlikte olacağız, inşaallah..
dirilişpostası