Basın açıklamasının tam metni:
Bugün burada inanç özgürlüğünün yani isteyen hanımefendilerin, ALLAH (cc)’ın emri olan “Başörtü”leri ile okullara alınmamaları, kamu kurum ve kuruluşlarında çalıştırılmamaları nedeniyle 101. kez bir araya gelmiş bulunmaktayız.
Ülkemizde başörtüsü, hukukun ve kişisel hakların en çok ayaklar altına alındığı bir araç olarak kullanılmakta, İslam inancına göre başlarını örten hanımefendilere yaşama hakkı tanınmamakta, en temel insan haklarından olan “İnanç”larına müdahale edilmektedir. Konumu ve eğitim seviyesi ne olursa olsun, her türlü eğitim kurumlarına insanların alınmayarak eğitim haklarının engellenmesi, çalıştırılmaması, çağımızın en feci ve en zalimce hak ihlallerindendir. Halen toplumu tek tip düşünce, tek tip inanç ve siyasi görüş, kalıbına dökmek isteyen, bu tiplemelere uymayan vatandaşları potansiyel suçlu ilan eden ve hatta fişlemeye kalkışan zihniyetler hayatımıza yön vermeye çalışmaktadır. “İrtica” kavramı ise bu amaca hizmet etmek için uzun yıllardan beri bir dikkat dağıtmak aracı olarak kullanılmaktadır.
Anayasa Reformu ile yeniden gündeme gelen “Askeri yargı’nın” sistemde neden olduğu çok başlılık ve bağımsızlık ilkesine aykırı yapısından ötürü tamamen kaldırılması gerekmektedir. TSK‘i yönetim kadrosundaki bazı kişilerce “Ordusu olan devlet” değil, “Devleti olan Ordu” haline getirilerek Egemenlik ve yargı çok başlılık durumunda bırakılmıştır. Oysa Anayasaya göre “Yargı yetkisi Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır” ibaresi mevcutken, sicilleri kendilerini bu göreve atayan amirleri tarafından belirlenen askeri mahkeme üyelerinin bağımsız olabilecekleri düşünülemez. Avrupa ülkelerinde “Yüksek Mahkeme” sıfatlı tek bir mahkeme bulunurken, Türkiye’de bu sayı, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdari mahkemesi ile 6’ya çıkıyor. Askeri mahkemelerin yüksek mahkeme sıfatıyla yargılama faaliyetlerini yürütmeleri, kanunların uygulanmasında askerlerle siviller arasında içtihat farklılıklarının ortaya çıkmasına yol açıyor. Şemdinli örneğinde olduğu gibi, sivil mahkemeler tarafından verilen 39,5 yıl hapis cezası ile cezalandırılanlar, askeri mahkemeler tarafından serbest bırakılabiliyor.
İslam dünyasının pek çok bölgesinde işgaller devam etmekte, işgale karşı direnen halklar; toplu katliam ve soykırım, açlık, işkence, ambargo, toplama kampları, sürgün ve tecrit uygulamalarına maruz bırakılmaktadır. Bu toplumların üzerinde yaşadıkları coğrafyanın yeraltı ve yerüstü kaynakları acımasızca sömürülmekte, insanlık onuru ayaklar altına alınmaktadır. Başta, Irak, Filistin, Afganistan ve Çeçenistan olmak üzere dünyanın birçok yerinde yaşanan insanlık dışı olaylar, adaletsizliğin uluslar arası boyutta da nerelere vardığını göstermektedir.
Bu bağlamda, siyonist İsrail yetkililerinin Türkiye’de kendilerine yönelik saldırı bekledikleri haberlerinin medyada yer almasından sonra, Türkiye’nin birçok vilayetinde, İstanbul’da, Konya’da ve özelliklede Van’da birçok masum vatandaş “El Kaide” örgütüne yönelik olduğu iddiasıyla Terörle Mücadele ekipleri ve savcılık tarafından gözaltına alınarak işkencelere maruz kalmışlardır.
4 gün gözaltında kalan ve daha sonra serbest bırakılan bu kardeşlerimizin evlerinde yapılan aramada “Peygamberimizin Hayatından dersler” ve “Fethullah Gülen Hocaefendi ile 11 gün” adlı kitaplar suç unsuru olarak gösterilmiştir. Bu kardeşlerimiz daha öncede, Amerika’nın Afganistan’ı işgal etmesinin ardından tutuklanarak Küba’daki Amerikan üssü Guantanamo’ya götürülüp orada 2 yıl işkence görmeleri dikkatlere şayandır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde, Türkiye’nin mahkum olmasına ve trilyonlarca lira tazminat cezası ödemesine neden olan olayların başında “işkence davaları” gelmektedir. Bunun en önemli nedeni ise işkenceciler aleyhine açılan davaların büyük bölümünün beraatla sonuçlanması, yani işkence edenin cezasız kalmasıdır.
Şimdi sormak gerekiyor? Neden işkencenin üzerine gidilmiyor? Neden işkenceciler bir şey olmamış gibi görevlerini sürdürüyor? Neden işkenceciler korunuyor? Neden işkencecilerin hepsi yargı karşısına çıkarılmıyor? Neden yargı karşısına çıkartılan kimi işkencecilerin davaları zaman aşımına uğratılıyor? Neden kimi işkencecilerin ikametgahları tespit edilemiyor? Adli Tıp Kurumu’ na gönderilen dosyaların bu kadar geç gelmesinin nedeni ne? Tüm bunlar işkencecilerin korunduğunu göstermiyor mu?
Buradan emniyet mensubu kardeşlerime seslenmek istiyorum. Sizlerin katillerini nefretle kınadığımız gibi, masum vatandaşlarımıza işkence edenleri de buradan kınamak istiyorum. Bizler hak ve özgürlükleri ellerinden alınan Yüksek Askeri Şura mağdurları olarak nasıl ki burada hakkımızı savunma yollarını arıyorsak, bir gün olur sizlerinde bizler gibi burada mağdur edilenler olarak bu duruma düşmenizi istemiyoruz. Onun için lütfen işkence edenleri veya işkencecilere iltimas geçenleri savunmayınız ve aranızda barındırmayınız. Bir gün olur sizlerde bizim yerimize burada “haklarını savunanlar” durumuna düşebilirsiniz.
Gerek ülkemizde ve gerekse dünya genelinde yaşanan bu hak ve hukuk ihlalleri devam ettiği sürece bizim gibi sivil toplum kuruluşlarının varlığı ve devamı hayati önem arz etmektedir. Bu bağlamda Ankara inanç özgürlüğü platformu üyeleri ülkemizde ve dünyada adalet ve hukukun üstünlüğünü hayata geçirme mücadelesine devam edecektir. Hangi düşünce, inanç ve görüşe sahip olursa olsun, hak ve hukuku ihlal edilen herkesi savunacak, düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğü ve bütün ırkları savunan bir anlayışla çalışmalarını sürdürecektir.
Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu