Birileri, birkaç kişi, milletin kendilerine, milleti ve ülkeyi savunmak için verdiği silahları milletin üzerine çeviriyor ve anayasa diye hazırladıkları bir metni zorla kabul ettiriyorlar..
1924 Anayasası (Teşkilat-ı Esâsiye Kanunu) hariç; 27 Mayıs Askerî Darbesi"nden sonra kabul ettirilen 1961 Anayasası, ve onun üzerinde 12 Mart 1971 Askerî Darbesi"nden sonra yapılan rötuşlar ve de, 1982 Anayasası, hepsi, millete, hile, tehdid, ikrah ve cebr ile, süngüucu göstererek kabul ettirilmiş metinlerdir..
"Hile, ikrah ve cebr" yoluyla kabul ettirilmiş metinler de hukuk mantığı açısından "mutlak butlan"la "bâtıl"dır ve "keenlemyekûn (bütünüyle geçersiz) sayılması gerekir.
Bu gibi "anayasa"ların milletin iradesine göre şekillenmek ve milletin iradesine saygı göstermek gibi bir kaygu taşımayacağı açıktı.. Ama, millete tarafından, kabul ettirilmiş gösterilirdi; içerdeki safdil kitlelerle, dünyaya karşı gözboyamak için, gerçekte ise, millete, "ölümlerden ölüm seçmek" gibi bir anlayışla referandumlar yapıldı; "hâkimiyet, bilâ kayd-u şart, (kayıdsız-şartsız) milletindir.." yalanıyla..
Yalanın bu kadarına da pess denilebilirdi.. Çünkü, daha ilk dört maddesinin "asla değiştirilemez"liği ve "değiştirilmesinin teklif bile edilemez"liği gibi maddeler daha baştan, milletin boynuna kemend geçirmekteydi.. Hele, milletin, doğruluğuna mutlak olarak inandığı değerlerin inançlarının kendi devletine yolgöstermesi ihtimaline kesinkes kapı kapanmakta ve sonra da, "Egemenlik, kayıdsız-şartsız milletindir.." hapı yuturulmaktaydı..
40 yıl öncelerde dillerden düşmeyen bir türkü vardı, bu durumu güzel anlatan..: "Ankara"da anayasso, ellerinden öpiy Hasso, yap bize de bir iltimaso...."
Birkaç zorba generalin, ihtilalcinin silah zoruyla dayattığı bir anayasayı, milletin temsilcilerinin büyük kesiminin, yıllardır uğraşsalar bile değiştirememeleri gerçeği karşısında, bu anayasanın, millete de bir iltimas yapması ihtimali, neredeyse sıfırdır..
Çünkü, kemalist-laik çete, süngüucuyla, yargısıyla, mahkemeleriyle, adâlet adına en katı zulümleriyle, milletin bütün isteklerinin yolunu kesmekte, tam bir zorbalık ve eşkıyalık sergilemektedir.. (Geçenlerde, -ki, birbuçuk aydır, yapılan 4 itiraz da mahkemelerce reddedilerek, tutukluluğu sürüyor- Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner, mahkeme kararıyla gözaltına alınırken, kendisini gözaltına almak üzere gelen meslekdaşı olan savcılara, -video görüntüsünde- "Bu yaptığınız eşkıyalıktır.." diyor ve onlar da ona, "Bakınız sâkin sâkin olarak oturuyoruz, böyle eşkıyalık mı olur.." diye karşılık veriyorlar, ve o zaman Başsavcı da, "Eşkıyalık sadece silahla mı olur, o mahkeme kararı da eşkıyalıktır.." diyordu.. Evet, bunu bir Başsavcı -ki, birinci derece hâkim statüsündedirler- söyleyebiliyordu, iğne biraz kendine batar gibi olunca.. Ama, o sözleri sıradan bir vatandaş kendisine söyleseydi, onu derhal kodese attırmakla kalmaz, bir de hücre cezasıyla cezalandırırdı..)
Günlerdir süren anayasa tartışmaları, nereye varır, tahminde bulunmak zor..
Ama, yakın zamana kadar, dokunulması hayal bile edilemiyen nice dokunulamazlara dokunulabilmiştir.. Sonu nereye varır, orası o kadar önemli değil.. Merdivenin bu ilk basamaklarına adım atılabilmiş olması son derece önemlidir..
Şimdi, yeni adımlar atılmak isteniyor.. Anayasanın uzlaşma yoluyla hazırlanmasından dem vuran siyasî güç odaklarına bakar mısınız?
Hangi anayasanın uzlaşmayla hazırlandığını ve kabul ettirildiğini bir kenara bırakalım.. Kendilerine yıllardır yapılan tekliflere bile, "Hayır, biz anayasayı değiştirmek isteyen bir komisyona üye vermeyiz.." diyenler sanki kendileri değilmiş gibi, şimdi, "Nedir bu aceleniz? Niye kendi tercihlerinizi dayatmaya kalkışıyorsunuz? Geliniz, konuyu uzun uzun tartışacak şekilde komisyon çalışmaları yapalım.." diyenlerdeki samimiyetsizliği, entrikacılığı millet görmiyecek midir sahi?
Hele, Yüksek yargı kurumlarının denilen güç odaklarının, Meclis"i ve Hükûmet"in milletin talebine uygun ve lehine olan her tasarrufunu hukuk adına, gerçekte ise, "taife-i laicus"un, kemalist-laik çetenin, bir "mütegallibe zümresi"nin iktidarına zarar vereceği kanaatiyle, yargı adına engellemeleri?
Ve daha da ilginci, bu Meclis"in kanunlarını Anayasa Mahkemesi, Hükûmet"in icraatını da Danıştay ibtal edip engelleyebilirken; Yargı"nın tasarruflarını kimse yargılayamıyor ve engelleyemiyor ve onlar hertürlü sorgulamanın üzerinde, âdetâ, "lâyus"el../ sorumsuz, sorgulanamaz... Sanki, ilahî bir gücü ve kaynağı temsil ediyorlarmışcasına..
Herkes sorgulanabilir, eleştirilebilir, hesaba çekilebilir, ama, Yargı, asla..
Ve bugün, bu anayasa değişikliklerine karşı çıkan Yargı kurumlarının geçmişte, ihtilalcilere nasıl temennâ çaktıkları bir tarafa; hele 28 Şubat 1997 dönemindeki zorbalık günlerinde, Genelkurmay"ın verdiği brifinglere koşup, postal yalayarak öğrendikleri "yüksek hukuk ilkeleri(!)" ve kemalist jakobenizm - tepeden inmecilik adına, şimdi utanıp kızarmadan tumturaklı laflar edebilmeleri ibret vericidir..
Haa, bu anayasa değişikliklerinden çok şey beklenebilir mi?
Kesinlikle hayır!. Ama, bu sistemin içinde kalarak, uzlaşmacı bir sistemle, bazı yerleri törpülemeye çalışmak bile, yakın zamanlara kadar tasavvur edilemez bir durumdu..
Zorbaların dikte ettirdiği anayasanın temel ilkelerine yine dokunulamıyacaktır.. Ve o anayasalar ki, rejimin kurucu güçlerinin millet üzerindeki velayet ve vesayetini pekiştirecek tertiblerle, entrikalarla hazırlanmıştır, hep..
Bu yaşadıklarımız, gerçekte, bizim son yüzyıllık maceramızın, İstanbul Sultanlığı"ndan Ankara Sultanlığı"na geçişin hulâsasıdır.. Bir farkla ki, o sistemin adı, açıkça saltanat idi; şimdiki ise, Cumhûriyet adına tesis olunmuş.. Yani, milletin ekseriyetinin, cumhûrunun iradesi adına tanzim olunmuş, ama, millet 100 yıla yakın zamandır, bir siyaset mafiasının, çetenin pençesinde..
Nitekim, bugün de, nice önemsiz bazı maddelerine değinilmek istendiğinde bile, feryadlar koyveriliyor..
"Ben hizmete varım, ama, üzerine kendi damgamı vuramıyacaksam, hayır!" anlayışına sahib olan bir Tayyîb Erdoğan"ın, bu merhaleden sonra geri adım atma imkanı yoktur; ve millet üzerindeki entrikaların belki çok küçük bir kısmına engeller getirebilecek olan bu değişikliklerin peşinden gitmeli ve bunları ilerde daha temel adımlar takib etmelidir..
*İki not:
1- "Sizi baskı zamanında savunan kimdi?" demek görgüsüzlüğü..
Başbakan Erdoğan, "Türkiye"deki 100 bine yakın kaçak ermeniye tahammül etmek zorunda olmadıklarını, onları geri gönderebilecekleri" şeklindeki sözlerini birkaç defa izah etmek zorunda kaldı.. Bu sözleri, parlamentolarında Türkiye aleyhinde, kararlar almaya kalkışan çevrelere bir hatırlatma bâbındaydı.. Çünkü, o ülkelerin herbirisinde, ülkelerine kanûnî açıdan kaçak olarak girip, tabiatiyle yine kaçak olarak çalışanlara nasıl haşin ve canavarca davranıldığı bilinmiyor değil.. Türkiye ise, kaçak olarak gelen nice halklara ve bu arada ermenilere de tahammül ediyor..
Buna rağmen, Tayyîb Bey"in, o kaçak onbinlerin çalışmasına, diplomatik koz olarak kullanmak üzere gözyumulduğu manâsı veren o sözlerinin kendisine yakışmadığı açıktı.. Ve biz bunun yakışık olmadığını belirtip, Tayyîb Bey"in güç durumda olan o insanların gönüllerini alması gerektiği çağrısında bulunduk..
Bazıları ise, daha bir keskin beyanlarda bulundular..
Tayyîb Bey de, kendisini eleştirenlere sert karşılık verdi.. "Biz kimden özür dileyeceğimiz biliriz, siz kimin avukatısınz?" gibi sözler söyledi.. Bu sözlerden yarası olan gocunsun.. Nitekim, niceleri de üzerlerine alınmadı.
Ama, birileri çıktı, o sert sözlerin sadece kendisi için söylenmiş gibi düşündü ve ağır bir yazı yazdı.. 28 Şubat ve Tayyîb Bey"in yargılandığı dönemi hatırlattı..
Bu da, onun ve muhatabı olan Tayyîb Bey"in bileceği iştir..
Ama, üzerinde durulması gereken nokta, bu kişinin Tayyîb Bey"e cevab verirken, "geçmişte baskı dönemlerinde seni kim savundu?" diye fatura çıkarmaya kalkışma görgüsüzlüğüdür..
Ne kadar çiğ bir yaklaşım..
"Kimin mi avukatıyım?" başlığıyla 23 Mart günü yayınlanan şu satırlara bakar mısınız.. "Darbeciler güçlüydüler. "İslâmcılar" ve "Kürtler" ve nice mazlumlar hedeflerindeydi. Ben, ne İslâmcı idim, ne de Kürt. Ama, onların "avukatı" idim. "Müvekillerim" arasında o yıllarda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olup, Siirt"te şiir okudu diye hapishaneye gönderilen biri de vardı."
Bu kişinin hele bir de, "1990"lı yıllarda Türkiye"de "Bosna"nın avukatı" idim." Gençlik yıllarından bugüne dek Filistin halkının olduğu gibi.." diyebilmesi karşısında insan söyleyecek söz bulamıyor..
Doğru olduğuna inanıyorsan, inandığının gereğini yapmışsın..
Yok, ilerde fatura çıkarmak üzere savunmuşsan, o zaman da, yaptıklarını bir koz olarak kullanmak açısından, eleştirdiğin kişiden daha da çiğ bir konumdasın..
Medyada, bu gibi örnekler geçmişte de çok görüldü.. "Ben o gazetede onlara şeref bahşetmek için yazmıştım.." veya "28 Şubat 1997 döneminde, onların iç yüzünü anlamak için onların arasındaydım.." diyenler görüldü ve "Biz seni baskıya maruz olduğun dönemde savunmuştuk" diyen niceleri de..
Bu gibi yaklaşımlarda kişilerin şahsiyet zaafını ortaya çıkmaktadır..
2- Siyonizm yıldızı Amerika"da sönecek mi?
"Sionizm, silahi geri tepme işaretleri mi veriyor?" başlıklı önceki yazımda, "...İsrail rejimi Dışbakanı Avigdor Liebermann, " yerleşim birimleri inşaatının durdurulması" gibi bir şartın pratik değeri olmadığını söylemekte.." cümlesindeki, "durdurulması" kelimesi, "durdurulmaması" şeklinde olmuş.. Cümlenin bütünlüğüne bakıldığında, o olumsuzluk eki olan "ma"nın fazlalığı anlaşılıyor olsa bile, yine de düzeltiyorum..
Bu vesileyle, aynı konuyla ilgili olarak, değinilmesi gereken bir diğer husus ise, siyonist İsrail rejiminin başbakanı B. Netanyahu"nun 23 Mart günü Washington"a yaptığı gezi ve Obama"yla görüşmelerle ilgili..
Netanyahu"nun, bu geziyi dikkatli bir zamanlama hesabıyla yaptığı anlaşılıyor.. Çünkü, tam da o sırada, Amerikan Temsilciler Meclisi"nde, Obama için kader belirleyici bir oylama vardı..
Obama"nın işbaşına geldiği 1 yıldır üzerinde ısrarla çalıştığı "Sağlık Sigortası" düzenlemesiyle ilgili tasarı Temsilciler Meclisi"nde reddedilecek olsaydı, Obama sadece içerde değil, dışarda da oldukça güçsüz bir Başkan durumuna düşecek ve Netanyahu da psikolojik bakımdan oldukça zayıf bir ânında, Obama"yla görüşüp, kendisinden kopartacağı tâvizler karşılığı olarak, B. Amerika"daki etkili yahudi lobisinin desteğinin Obama"nın yanında olduğu mesajını verecekti..
Ama, Obama Temcilsiler Meclisi"ndeki oylamayı; kılpayı da olsa kazanıp rahat bir nefes aldı.. Bu durumu Netanyahu beklemediğinden, Washington"a doğru yola çıkarken, Obama"yı ilzam edecek şekilde, "Kudüs, sıradan bir yerleşim birimi değil, bizim başkentimizdir ve orayı yahudiler 3 bin yıldır yapmaktalar. Doğu Kudüs"ü yapmaya da, 1967 Savaşı"ndan bu yana da başladık ve bu devam edecek.." diyordu..
Bu açıklama, Netanyahu"nun Obama"ya dayatmada bulunacağı manâsındaydı da..
Ama, Obama"nın, içerde zafer kazanmanın verdiği rahatlıkla, Netanyahu"yu oldukça soğuk karşıladığı anlaşılıyor.. Bir elsıkışma sahnesinin veya görüşme öncesi, devamı ve sonrasına aid hiç bir görüntünün verilmemesi, kameraların kapalı olması, alışılmış diplomatik teamüllerin çerçevesi dışındadır..
Hatırlayalım, Netanyahu üç ay kadar önce de gitmişti Obama"yla görüşmeye ve o zaman da hiçbir görüntü verilmemiş ve siyonist İsrail rejimi gazeteleri, görüşme çıkışında, Netanyahu"nun yüzünün sarardığını ve dudakları titrediği için beyanat veremediğini yazmışlardı.. Bu görüntünün tekrarlamış olması muhtemeldir .
Obama"nın ise, Ortadoğu Mes"elesi"nde Amerikan menfaatlerini tehlikeye düşürmemek için, Amerika"nın Ortadoğu"daki yapışık ikizi durumundaki siyonist İsrail rejimini frenlemeye çalışmak gibi bir görüntü vermekten fayda umuyor olmalı..
Nitekim, Amerikan medyasında çalışanların yüzde 25 kadarını oluşturan yahudilerin asparagas haberleri daha bir artmış bulunuyor.. Amerikan halkının yüzde 57"sinin Obama"nın "gizli müslüman" ve yüzde 40 kadarının da "sosyalist" olduğunu düşündüklerine dair anketleri, bu çerçeve içinde ele almak gerekmektedir.