İran ile ABD arasındaki kriz hiçbir zaman bu kadar savaşa yaklaşmadı. Gariptir, yine aynı dönemde, iki güç arasında hiçbir zaman olmadığı kadar diyalog şansı doğdu. Ve yine aynı dönemde, Türkiye, hiç olmadığı kadar belirleyici güç haline geldi. Şimdi, Türkiye'nin İran ile ABD arasındaki krizi yumuşatmak için tarihi rol üslenme aşamasında olduğu belirtiliyor.
Türkiye'deki Ergenekon tartışmaları, bu çok önemli gelişmeleri gölgede bırakıyor. Son haftalarda, işgallerle, iç savaşlarla, işgal tehditleriyle sarsılan yakın çevremizde, Türkiye'yi merkeze alan, uzun vadeli ve köklü adımlar atılıyor. Türkiye, öngörülemez ölçüde merkezi roller üstleniyor. Hem kendi çıkarları hem ikili ilişkiler hem de bölge için adeta bir gelecek inşa ediyor. Avrupa Birliği ile entegrasyon süreci ve Akdeniz Birliği projeleri bir tarafa, bölgesel bir oluşumun, adeta ekonomik ve siyasi ortaklığın temelleri atılıyor. Eğer yanılmıyorsak ve bu süreç de devam ederse, birkaç yıl sonra yeni bir ulusüstü yapılanma, ekonomik ortaklık veya siyasi birlik görmemiz mümkün.
İran; "ABD'nin otuz iki üssünü vururuz" derken, İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi, "İran'a saldırı olursa üçüncü dünya savaşı çıkar" derken, ABD'nin füze sistemlerinden sorumlu ismi "İran yakın gelecekte ABD'yi bile vurabilir" derken, İsrail Washington'u tahrik etmeye devam ederken bugün Cenevre'de İran'ın nükleer çalışmaları için çok önemli bir toplantı yapılacak. Tahran'a; "Uranyum zenginleştirme, istediğini yap. Hatta sana destek verelim" denecek. Zaten krizin sebebi de burada, Tahran'ın nükleer teknolojide yakıt bağımsızlığını elde etmek istemesinde yatıyor. Ama yarınki toplantının önemi bu değil. Toplantıya ABD de katılıyor. Taraflar görüşmeyecek ama aynı masada oturacak.
Aynı dönemde başka neler oluyor?
ABD, Tahran'da ofis açmayı düşünüyor. 1990'dan beri diplomatik ilişki kurmayan, bunun için Tahran'daki İsviçre Büyükelçiliği'ni kullanan iki ülke ilk kez bu denli yakınlaşıyor.
İran, füze şovlarına ve Basra Körfezi'ndeki dev tatbikatlara devam ediyor. Ahmedinejad, iki ülke arasında doğrudan görüşme olabileceğini belirterek, "yeter ki ABD'nin ön şartı olmasın" diyebiliyor. Savaş ve barış açıklamaları aynı anda yapılabiliyor.
Bu kadar mı? Asıl gelişme bundan sonra. George Bush'un Ulusal Güvenlik Danışmanı Stephen Hadley Ankara'ya geliyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı ile görüşüyor. Bir gün sonra, İran Dışişleri Bakanı Manucehr Muttaki Ankara'ya geliyor. Adeta Ankara'da İran zirvesi yapılıyor.
Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Türkiye'nin ABD-İran krizini yumuşatmak için elinden geleni yapacağını, taraflarla çok yakın diyalog içinde olduğunu açıklıyor. Babacan'a göre, burada Türkiye'nin üslendiği rolün adı henüz konulamadı. Biz bunu açıkça şöyle diyelim: Türkiye, İran ile ABD arasında arabuluculuk yapıyor. Ankara'ya göre bu tarihi bir rol.
Buradan itibaren Türkiye'ye, bugünkü kavga gürültü içinde göremediğimiz gerçeklere odaklanalım.
Türkiye, içerideki köklü değişimden daha kararlı ve başarılı biçimde bölgesel düzeyde güç devşiriyor. Bu açılımı da, "merkez ülke olma" olarak belirlemiş. Lübnan'daki sorunla yakından ilgileniyor. Suriye ile "çok yakın" ortaklıklara giriyor. Suriye'nin en büyük endişesi olan İsrail'le arasında diyalog kuruyor ve tarafları İstanbul'da pazarlığa oturtuyor. Ankara'ya çağrılan büyükelçilere, bu yeni süreçle ilgili bilgiler aktarılıyor. Konuşmalara bakılırsa, yakında Rusya, Çin ve Orta Asya'ya yönelik ciddi girişimler başlatılacak. Aynı Türkiye, Irak'la her alanda "entegrasyon" anlaşmaları imzalıyor, bir çok kurumun adeta bir ülke gibi çalışmasının temellerini atıyor. Türkiye, Irak'la yaptığı anlaşmaları bölgedeki bütün komşularıyla yapmayı planlıyor.
Krizlere müdahale eden, barış/diyalog önerebilen, sözünü dinletebilen bir ülkenin amacına ulaşması, hele dünyanın bu geçiş dönemindeki fırsatlarla birlikte düşünüldüğünde, hiç de zor değil. Ve bu amaç, bölge ülkesi, cephe ülkesi değil de "merkez ülke" olarak belirlenmiş durumda.
O zaman Türkiye'nin bölgesel bir birliğin temellerine yatırım yaptığını söyleyebiliriz. Dünyanın en zor konusu ABD-İran krizinde böyle roller üstlenen bir ülkenin kararlı yürüyüşünün sorgulanacak yönleri yok mu? Elbette var ama ben bugün iyi şeyleri hatırlatmak istedim. Ergenekon konusu ve kapatma davası süreci engellemezse, Türkiye çok kısa bir süre içinde bölgesel ve küresel düzeyde çok büyük atılımlar gerçekleştirecek.