Adı Şazan Bagum... 27 yaşında, 4 çocuğu var... Onunla yedi yıldır yaşadığı Bangladeş'teki Kutupalong Kampı'nda konuşuyoruz. O da Myanmar'dan kaçan binlerce Arakanlı Müslüman'dan biri. Bagum soyadı, karşılaştığımız Arakanlılar arasında çok yaygın. Şazan Bagum'un doğduğu köy, Arakan’ın Kiettamara şehrine bağlı. Bagum, "Myanmar yönetimi rahat bırakmadı. Köylerimizi yakıp yıktılar" diyor, nedenini ise şöyle anlatıyor:
"Bizim köyümüzün yakınlarında bir Budist vardı. Sürekli içer sarhoş olur köye gelirdi. Kadınlarımıza, kızlarımıza sarkıntılık yapar, tecavüz ederdi. Sonra bir gün köyün erkekleri onu dövdü. Bunun üzerine başkentten bir karar geldi. Budistler ayaklandı. Onlar ayaklanınca Myanmar askerleri bizim köyümüzü yaktı.”
"Biz bota bindirip nehre sürdüler"
Şazan Bagum Myanmar askerlerinin köydeki birçok kişiyi öldürdükten sonra kendilerini de vatanlarından zorla gönderdiğini söylüyor:
“Köyümüzde 600 ev vardı. Bir gün Myanmar askeri köyümüzü basıp hepsini yakıp yıktı. İçinde bizim de olduğumuz 100-150 kişiyi yağmurlu bir günde bir bota bindirdi ve nehre sürükledi.”
"Açız"
Şaza Bagum’un anlattığına göre muson yağmurlarının arttığı bir dönemde üç gün boyunca Naf Nehri’nde kaldılar. Bu süre zarfından ellerindeki kuru gıdaları yiyerek hayatta kalabilmişler. Bangladeş’e ulaştıktan sonra da bu kampa gelmişler. Onunla konuşurken ellerini kollarını sallayarak kızgın bir ses tonuyla bir şeyler söyledi. Tercümanımız, "Biz açız, siz buraya gelip bizimle konuşuyorsunuz. Ama biz açız, çocuklarımız aç. Bize yardım edin. Yemek verin" dediğini söyledi.
Kamp hayatı onun için tam anlamıyla bir çile. Eşi günlük işçi olarak kampın dışında çalışıyor. Ama her zaman eve ekmek getiremiyor. Bir yandan çocuğuna sarılarak durumlarını anlatıyor:
“Burada hayat çok zor. Çocuklarla çok zorluk çekiyoruz. Yemek yok. Eğitim için okul yok. Evde yemeğimiz yok. Eğer dört kilo pirince ihtiyacımız varsa ancak bir kilo alabiliyoruz. Balığımız olsa onu pişirecek yağımız olmuyor. Yokluk içinde yaşıyoruz. Erkekler bir şekilde kampın dışına çalışmaya gitse bile yerli halk ya da buradaki güvenlik görevlileri onların parasını alıyor.”
Biraz sonra evini bize gezdirmesini istiyoruz. Topraktan yapılmış evin girişinde küçük bir oda var. Onun hemen yanına yattıkları oda. Çocukların yattığı yer ile arasında bir perde var. Evin mutfağında birkaç kap kacak ve odun. Yiyecek bulabilirlerse burada pişiriyorlar. Bölgede pirinç tarlaları çok fazla, bir de balık. Bu yüzden ucuz bulabildikleri bu ikisi. Ama Bagum'un anlattığına göre, onları bile bulmakta güçlük çekiyorlar.
Dört çocuk sahibi Şazan Bagum, çocuklarının hasta olması halinde köye gitmek ve ilaçlarını almak için akrabalarından komşularından borç aldıklarını söylüyor. Anlattığına göre kamp dışında bir sağlık ocağı var. Ancak tedavi için yeterli bir yer değil.
Hâlâ Arakan’da yaşayan akrabaları olduğunu ifade eden Şaza Bagum, onlardan haber alamadıklarını anlatıyor. Memleketini özlediğini bir gün oraya geri dönmek istediğini de ekliyor.
Kampta etrafımızı saran kadınlar bizi bulmuşken çok şey anlatmak istiyor ve yardım talep ediyor. Çoğunun gözleri doluyor bize durumlarını anlatırken.
70 yaşındaki Şave Meras altı yıl önce gelmiş buraya. "Neden geldiniz?" sorununa cevabı “Bize eziyet ediyorlardı. Erkeklere işkence yapıyorlardı” oluyor ve ekliyor:
“Hayat Arakan’da çok zor. Bize ayrımcılık yapıyorlardı, hayat çok zordu.”
Kendilerine yapılan eziyete dayanamayarak vatanlarını terk ettiklerini anlatıyor. Anlattığına göre altı gün boyunca Bangladeş ve Myanmar arasındaki ormanlık alandan yürüyerek zorlu bir yolculuğun sonunda buraya geldiler.
Şave Meras eşiyle gelmiş ancak eşi kampta hayatını kaybetmiş. Şimdi yalnız yaşıyor. Ülkesinde yaşadığı sıkıntılardan ve baskılardan sonra burada da farklı zorlukların olduğunu söylüyor:
“Burada mutlu değilim. Yiyecek yok. Çok az yemek var. Çok zor doyuruyoruz karnımızı. Açız.”
100 yaşında olduğunu söyleyen Zura Bagum da kampa 10 yıl önce geldiğini anlatıyor. Onun da "Neden ülkenizi terk ettiniz?" sorusuna cevabı benzer:
“Bize eziyet ediyorlardı. Orada hiçbir şey yoktu. Müslümanız diye bize işkence yapıyorlardı. Burada ise yardıma ihtiyacımız var. Kampta hiçbir şey yok. Yemek yok.”
Kampta yalnız yaşayan Zura Bagum’un bir oğlu varmış ama ölmüş.
"Altı çocuğa bakıyorum"
Fatıma Bagum ise altı kızıyla kampta yaşıyor. Eşi bir gün ormana odun toplamaya gitmiş ve bir daha geri dönmemiş. Bangladeş polisinin onu hapse attığını düşünüyor.
Arakan’dayken Bangladeş sınırında bir köyde yaşadıklarını söylüyor. Ancak anlattığına göre Myanmar askerleri evlerini yakmış. Onlar da nehirde buldukları bir balıkçı botuna atlayıp apar topar kaçmışlar. İki saat süren bir yolculuktan sonra Bangladeş’e ulaştıklarını söyleyen Fatıma Bagum, kamp hayatının zorluğundan yakınıyor.
“Bir yıldır eşimden haber alamıyorum. Özürlü bir kızım var. Altı çocuğuma ben bakıyorum. Bazen kamp dışında evlere temizliğe gidiyorum. Bazen de ormandan odun toplayıp satarak geçinmeye çalışıyorum.”
İsmini söylemeyen bir kadın da Arakan’dan üç çocuğu ile geldiğini söylüyor. Anlattığına göre eşi Myanmar’da öldürülmüş. Üç ay önce kampa gelen kadın en büyük sorunlarının açlık olduğunu söylüyor:
“Buraya botla geldik. Dört gün sürdü buraya gelmemiz. Bu dört gün boyunca hiçbir şey yemedik sadece su içebildik. Bangladeş’e ulaştığımızda buranın yerel halkı bize yiyecek verdi. Birkaç gün orada kaldıktan sonra bu kampa geldik. Burada hiçbir şeyimiz yok. Yemek yok, giyecek yok, ilaç yok ev yok… Hiçbir şey yok.”
Kaynak : Al Jazeera Türk