En son Kurban Bayramı’nda Merkel, Türkiye’nin AB üyeliğini beklemediğini söyledi. Macron mu üye olmamızı bekliyor, Yunanistan mı yoksa Kıbrıs Rum kesimi mi? Bakalım bu olmayacak duaya daha ne zamana kadar içimizden birileri, kurban keserek genelev açılışı yapan birileri gibi, ya da kumarda kazanma umudu ile dua edene “amin” demeye devam edecek.
TREXİT konusunu artık ciddi bir şekilde konuşmalıyız. Türkiye’nin AB üyeliği hayal bile olamaz artık. Böyle bir şey aşağılanmayı, dışlanmayı, kendi inanç, tarih ve geleneğini inkâr anlamına gelir.
AB, asimilasyon istiyor, entegrasyon değil. “Kişi”, “Şahıs”, “Ferd“ istemiyor, “BİREY” istiyor. Yani “İnanç, tarih ve gelenek”inden soyunarak, hangi “Cinsel kimlik”inden vazgeçerek, bir BİREY ve GENOM olarak AB “Yurttaş”ı olabileceksin. Ben şimdiden özgür irademle, bu inkâr sürecini reddediyor ve HAYIR diyorum. AB bir yalan rüzgârına kapılıp savrulmak demektir. AB bir Stockholm Sendromudur. Yani “celladına aşık olma” hadisesidir.
Avrupacılık bizde fiilen 1700’lerde Lale Devri’nde yabancılaşma şeklinde başlayan bir saltanat hastalığıdır. 1800’lere doğru Tanzimat’la inkâra dönüştü. 1900’larda İttihat Terakki ile Türkleşme, İslamlaşma ve Muasırlaşma tartışması ile bir “iç savaş” sonucu yıkılışa giden bir zihin bulanıklığı ve teslimiyete dönüştü. Bu zihin bulanıklığı ile bir Cihan İmparatorluğunun yıkılışı ile sonuçlanan Çanakkale Savaşını bile bize “zafer” olarak yutturdular, bugün CoVID diye bir hastalık icad edip aşı narkozu ile bir kez daha uyuttukları gibi. İttihatçılar Osmanlıyı yıktılar, İttihat Terakkinin siyasi kanadı Cumhuriyeti kurdu. Yeni dönem “inkâr” üzerine kurulmuştu. “Eskiyi unut, yeni yolu tut”. Biz ilk “Great Reset”i, Lozan’la yaşadık!
Fransa’da skandallar bitmiyor. Fransa sömürgelerini kaybedebilir, ekonomisi çökebilir ve toplumsal olaylar ülkeyi cehenneme çevirebilir. Ülkedeki olaylar dış bir destekle kontrol altına alınabilir, ama artık Fransa eski Fransa olmaz. Fransa çökerse, İtalya da çöker. İtalya’daki kriz Vatikan’ı da vurur. Fransa ve İtalya çökerse İspanya ve Portekiz ayakta duramaz. Almanya tek başına Avrupa’yı sırtında taşıyamaz. Almanya bu durumda Fransa’nın işgalinden kurtulurken İngiltere’nin ve ABD’nin işgalinden de kurtulmak isteyecektir. Almanya’da böyle bir kriz etkisini Hollanda, Belçika, Lüksemburg ve Avusturya’da da gösterecektir. Böyle bir durumda ne AB kalır, ne de NATO! Bu durumda ABD, İngiltere, Japonya ve Balkanlar’ın durumu da ciddi anlamda tartışılır hale gelecektir.
BMGK, aslında bir takım ülkeleri yüceltirken, ötekileri aşağılamaktadır. 5’li çete, dünya derin devletinin elindeki 5 parmaktan biridir. Başparmak ABD, serçe parmak Fransa, işaret parmağı İngiltere, yüzük parmağı Rusya. Öteki Çin. Başparmak, ortadaki ikisini baskılayıp tutarsa, işaret Satanizmdir! Çin ve Rusya ABD’yi baskılayarak birlikte hareket eder de, İngiltere ve Fransa bu ittifakın tarassut kulesi, ya da kulakları olarak Kanada’da, Avusturya’ya, “Five Eye”nin tarassut kulesine dönerse, gelsin siber faşizm, siber diktatörlük. Bu şartlarda hangi senaryo olursa olsun, bizim bu zebaniler arasında işimiz ne?
Tamam, bekâra karı boşamak kolay. Benim sözlerin “Real Politic” putunun “iman” ilkelerine uymaz. Ama, bir de “Allah’a, ahiret gününe ve gayba iman” edenler var bu ülkede. Onların kitabında “Men teşebbehe” diye bir yasak kuraldan söz edilir. Ve kâfirleri, fasıkları, zalimleri, münafıkları veli edinmemeleri emrediliyor. Aman ben ne diyorum, gerçek ne? Diyaneti bile siyaset üzerinden “DSÖ’nün fetvası”nı desteklemeye mecbur ettikten sonra!.
Geçenlerde Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, Polonya ve Macaristan’da yargı bağımsızlığı konusunda endişeleri olduklarını söyleyerek gerekirse yaptırım uygulayabileceklerini bildirdi. Komisyonun eleştirileri tarafsız yargı olmaması, yolsuzlukla yeterli bir şekilde mücadele edilmemesi, basın özgürlüğü, demokratik standartların gerisinde kalındığı ve “eşcinsellerin haklarına saygı gösterilmediği” gibi konularda yoğunlaşıyordu. Macaristan ve Polonya bu çerçevede “eşcinselliğe teşvik eden içeriklere erişimi yasaklayan veya sınırlayan yasa nedeniyle” eleştiriliyor ve ambargo tehdidi ile karşı karşıya kalıyor.
AET, üyelerinin ekonomik entegrasyonunu hedefleyen bölgesel bir kuruluş. 1957’de Roma Antlaşması ile kuruldu. Tek pazar ve gümrük birliği için 6 ülke; Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya ve Lüksemburg ekonomik açıdan birlik olmaya karar vermişlerdi. Birleşik EUROPE, aslında Victor Hugo’nun hayali idi. 1. Paris fuar kataloğunun girişinde bu hayalini anlatır. Europe Güç ve estetiğin buluşması olacaktı. Paris, Avrupa’nın başkenti olacaktı.
1965 tarihli Brüksel Antlaşması ile Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu kuruldu. 1993’te AET insan ve mal, hizmet ve paranın serbest dolaşımına izin veren ortak bir pazar oluşturuldu. Örgüt artık 1994’dan itibaren “Ortak Pazar” diye anılmaya başladı. 1993’te, Maastricht Antlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle AET, Avrupa Topluluğu adını aldı. Ayrıca antlaşma ile AT, Avrupa Birliği’nin üç sütunundan birincisini oluşturan Avrupa Toplulukları arasındaki yerini aldı. 2009 tarihli Lizbon Antlaşması ile Avrupa Topluluğu, Avrupa Birliğine dönüştürüldü. Bizim bu yapıya üyelik sürecimiz 31 Temmuz 1959’da Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na yaptığı ortaklık başvurusu ile başlar. 27 Mayıs sonrası 12 Eylül 1963’de Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ortaklık antlaşması Ankara’da imzalanır.. Aslında 1945 sonrası Türkiye “Küçük Amerika” olma yolundadır. Menderesle birlikte “Batıya Kalkan Tren” yola çıkıştır. 1970 yılında Katma Protokol imzalanır. Türkiye’nin, sonradan topluluk üyesi olan birçok ülkeden daha önce topluluk ile ilişkilerini başlatmış olan bu iki önemli belge, o tarihlerden sonra ve 17 Aralık 2004 tarihli Avrupa Konseyi Sonuç Bildirgesi sonrasında hâlen devam etmekte 1987 yılında tam üyeliğe başvururuz ama bir sonuç alınmaz. Daha sonra eski Sovyet ülkeleri bile alınır, Kıbrıs Rum yönetimi üye olur Türkiye beklemektedir. Millenium öncesi 1999 yılında AB tarafından aday olarak kabul ederler ama ancak, 2005’te tam üyelik müzakereleri başlar. Ardından, tüm başlıklarda tarama süreci tamamlanır. 30 Haziran 2016 tarihi itibarıyla 33 fasıl başlığından 16’sı açılmış, 1 fasıl kapatılmış, 15 başlıkta ise müzakereler devam ediyor. 8 başlıkta ise müzakereler kısmen askıya alınmış. 3 başlık tamamlanmış: 6, 20, ve 25. fasılllar. 20-25’te sorun beklenmiyor. 25. madde 12.6.2006’da kapanmış ama onaylanmamış. Sizin AB karneniz bu. Niye kaydınızı silmiyorlar. Niye daha kapıda bekliyorsunuz. Bahçe kapısından içeride, evin kapısının dışında.. Bekçi kulübesindeki adam kapıdan çıkmanıza izin mi vermiyor yoksa. Kapı dışarı edildiniz. Kapıcı bile bu kadar beklemez, bekletilmezdi. Cumhuriyet gazetesinde Turhan Selçuk, bir karikatüründe Türkiye’yi (batılıların gözünde: Oltayı yutan balık) “Domuz sürüsü içinde bir koyun”a benzetmişti.
Sahi bu “uysal koyun rolü”müz ne zamana kadar devam edecek. ABD, İngiltere ve Fransa’nın Erdoğan’ın KKTC ziyareti ile ilgili açıklamalarını biliyoruz. Bu şartlarda Türkiye’nin AB üyeliği konusunun bir anlamı kaldı mı? Ya da bu sevdadan vazgeçmemiz için neyi bekliyoruz. TREXIT için daha fazla aşağılanmayı mı bekliyoruz. AB “AK Parti” olsaydı, Türkiye de bir parti üyesi ya da partinin bir il başkanı, milletvekili olsaydı, Erdoğan o kişiyi partide tutar mıydı, tutmaz mıydı? Türkiye hangi diyetin bedeli olarak “azad kabul etmez bir köle” gibi yarım asrı aşkın bir süredir bekliyor! Selam ve dua ile.