İki: Türkiye toplumunun kahir ekseriyeti yani çok büyük çoğunluğu Müslüman'dır. Gayrimüslim azınlıkların bulunması ya da farklı mezheplerin varlığı, bu ülkenin büyük çoğunluğunun "Sünni İslam" olması gerçeğini değiştirmiyor.
Üç: Bu Sünni-Müslüman halkın kendi çocuklarının, inançlarının gerektirdiği bir kişilikle yetişmelerini istemelerinden daha tabii bir şey olamaz.
Dört: Tam da bu noktada, Cumhuriyet'le başlayan çizgi ile toplum arasında bir farklılaşma ortaya çıkıyor. Türkiye'nin asıl sancısı bu. Devlet, yeni bir toplum inşasına yönelmiş. Bunun için dini yeniden tanımlamak istemiş, toplumun dinle ilişkisini de bu yeni tanımlanmış dine göre yapmak istemiş.
Beş: Türkiye laikliği bir anlamda tam da bu bakış açısından doğmuş. Yeni din, yeni Müslüman toplum.
Altı: Bu format içindeki "Devlet", eğitimi yeni toplum inşasının manivelası olarak görmüş. Yaşı ilerlemiş olanları gözden çıkarsa bile, ebeveynin tercihlerini de göz ardı ederek, "yeni nesil"in devlet şablonuna göre kişilik edinmesini öngörmüş.
Yedi: Gayet açık ki, başından beri geniş toplum kesimlerinin bu iradeye itirazı var. Okullaşmanın gecikmesinde de, özellikle kız çocuklarının okula gönderilmemesinde de bu itiraz belirleyici... Devletin "kadın üzerinden çağdaşlaştırma" projesine toplumun, kendince yaptığı yorumla "çocuklarının gavurlaşmasına direniş" itirazı bu.
Sekiz: Toplum bu devlet tavrını dengelemek için, Tek Parti döneminde samanlıkta çocuklarına Kur'an öğretmeye yönelmiş.
Topluma tercih hakkı verilince...
Dokuz: Çok partili hayata geçildiğinde toplum etkisi artmış ve bu defa, okullarda din eğitimi ve İmam Hatip talebi devreye girmiş.
On: 28 Şubat, bizzat ona sahiplenenler tarafından 1950 sonrasında geliştiği ifade edilen "Karşı devrimci" olguya mukabil, yeniden devrim şablonu dayatma girişimi olarak yorumlanıyor.
On bir: Ve 28 Şubat sürecinden sonra halkın büyük desteği ile iktidara gelen siyasi hareket (AK Parti) yeniden toplum talebini gündeme getiriyor. Tabii ki bu irade, 28 Şubat şablonunu püskürtme niteliği arz ediyor.
On iki: Şu net: Devrim iradesinin toplumla çatışmayı tercih ettiği, bunu "Halka rağmen halk için" diyerek kendine göre meşrulaştırdığı ancak demokrasiye geçildiğinde bu "Halka rağmen"ci çizginin sürdürülemeyeceği, sürdürülmek istenmesinin "demokrasi"yi devre dışı bırakmak anlamına geleceği açıktır. Eğer, bu dayatma "laiklik adına" yapılırsa ve bu laiklik yorumu mutlaklaştırılırsa, onun "Demokrasi ile çelişeceği" de muhakkaktır.
On üç: İHL'lerin artık halkın sadece "Din adamı" yetiştirme talebiyle ilgili olmadığını, halkın daha çok din eğitimi talebine karşılık geldiğini herkes biliyor.
Laiklik nasıl yorumlanmalı?
On dört: Bir şey daha bilinmeli. Toplumdaki din eğitimi talebi, çocuklarını İmam Hatipler'e verenlerden çok daha fazladır. Bu da bir Türkiye gerçeğidir. Kız çocuğunu belli bir süre sonra okuldan alan anne babaların, onları çocuk gelin yapmak için aldığı yaklaşımı, çok kötü bir iftiradan ibarettir. Orada da, dini kültürün derin etkisi görülmelidir.
On beş: Türkiye, laikliğin, toplumun Müslüman karakteri ile bağdaşacak bir yorumunu gerçekleştiremediği takdirde, laiklikle demokrasi arasındaki açı farkı kapanmayacaktır. Ben ona "Laiklik çıkmazı" diyorum.
On altı: Hâlâ "Devlet"te bir damar, belki AK Parti'ye muhalefet ediyor. Yani millet çoğunluğuna muhalefet ediyor. Hâlâ "Halka rağmen"ci çizgi orada sendrom halinde duruyor.
On yedi: Devlet içindeki o damar ve o "Jakoben" damarın siyasi uzantısı olan CHP, köklü bir özeleştiri yapmadığı takdirde, sancı sürecek. Bence eğitimi değil, o sancıyı tartışıyoruz.
bugün