1993-95’lerde ülkenin, açıklanmayan ‘düşük profilli bir iç-savaş’tan geçtiği, yıllar sonra resmen itiraf olunmuştu.
Bugünkü mevcut durum ise bir İç-savaş da değil, tam ayar bir savaş... Ama bir halka karşı değil, bir silahlı mücadele ve terör örgütüne karşı... Çünkü, bu savaşın içinde halk yok.. Ve sözkonusu örgüt de, denebilir ki can havliyle saldırıyor. Buna rağmen, Sıkıyönetim veya Olağanüstü Hal vs. gibi, halkı yıllarca canından bezdiren uygulamalar yok... Ve, devletin elindeki silahlı güçlere geçmişteki gibi sınırsız yetki ve inisiyatifler vermeyen, sivil halkın korunmasını esas alan bir rikkatli ve dikkatli sorumluluk anlayışı sergilenmektedir.
***
Ama bu hengamede, özellikle çatışma bölgesindeki halk kitleleri ise hem devlete, hem de örgüte hesap vermek zorunda kalabileceği endişesiyle görüş açıklamaktan korkarak, bütün bu olup bitenler karşısında sessiz kalmayı yeğliyor. Artı, terör eylemlerinin ve silahlı mücadelenin içinde yer alan niceleri de, belki kendi çocuğu veya yakınları.. Keza, İslamî kimlikleriyle bilinen bazı kimselerin gönlünün bile o tarafa kaydığı da görülmüştür.
***
Esasen, Müslümanların 1400 yılı bulan tarihleri boyunca hiçbir sapma ve bozulma, onların sosyal hayatları üzerinde kabilecilik- kavmiyetçilik çapında etkili olmamıştır; taa başlangıçtan beri.. Ve bu son yılların sosyal sürtüşmeleri içinde Müslüman kimlikleri önde olan nice isimlerin de bu belâya mübtelâ olduklarının acı örnekleriyle karşılaşılmıştır.
Bu şeytanî tuzağın pençesinde bugün Anadolu müslümanları da kıvranmaktadır.
***
Gerçi, devlet güçleriyle girdikleri çatışmalarda şehirleri, yerleşim birimlerini, halkın evlerini-barklarını harabeye çeviren bir takım silahlı mücadele ve terör örgütleri, son 8 ay içinde 5 bin 300’den fazla elemanlarını kaybetmişlerdir. Ve, devletin asker- polis, korucu vs. gibi güvenlik güçleri ise aynı zaman diliminde 350’ye varan kurban vermişlerdir.
Ama bu ölümlerin her birisi sosyal bünyede bir takım bağları koparıyor. Çünkü, birbirine karşı silah kullananlar aynı ülkenin insanları...
Ve anlaşılıyor ki, ağır kayıplar verildikçe, PKK ve işbirliği yaptığı diğer eylem grupları daha bir can havliyle saldırmaktadır. Ve onlar için öldürülenlerin sayısı sadece bir istatistik değer taşımakta ve sadece hayatta kalabilmek gibi bir insiyakla, refleksle hareket etmektedirler.
***
Can havli durumu bir varsayım veya temenni değil.. PKK’nin dağ kadrosundan, savaş baronlarından M. Karayılan daha evvelki gün, kendilerinin sözcüsü durumundaki ANF’ye yaptığı açıklamada ‘şehirlerde bu şekilde bir savaş yaşanmasına gerek yoktu.. Yeniden kırsal alana çekilmemiz gerek..’ demek zorunda kaldı.
***
Ama öldürülen bu binlerce kişinin ana-babaları da, kendi çocuklarının yüksek idealler uğruna gittiklerini sanıyorlar ve hattâ onlar da o kendi çocuklarına ‘şehit’ yaftasını yapıştırıyorlar. Halbuki, İslamî açıdan, ancak İlâ’y-ı kelimetullah (Allah’ın dininin yüceltilmesi) dâvâsı uğruna dünya hayatını fedâ eden Müslümanlar için kullanılabilir, ‘şehîd’ terimini kullanıyorlar.
***
31 Mart günü, Diyarbekir’de kurulan bir tuzakta, 7 polis birden hayatını kaybetti. Bu 7 insanın kaybı karşısında elbette yüreklerimiz yeniden dağlandı. Ama birileri de ‘Ohh olsun..’ havasında veya seslerini bile çıkarmayıp, bir de telaşlı bir sevinçle ellerini ovuşturdularsa..
***
Gönül isterdi ki, sivil halk kitleleri, özellikle de Diyarbekir halkı, onlara karşı gözleri önünde böylesine acımasız ve vahşi bir tuzak kurulmasına tepki versinlerdi. Çünkü, bu insanlar düşman değil, kendi çocuklarıydı ve hepimizin can güvenliğini sağlamak için çırpınıyorlardı. Onların katledilmesine sessiz kalmak sadece örgüt korkusuyla veya devletin yanında gözükmemek endişesiyle izah edilemez herhalde..
***
Burada asıl büyük kayıp budur.
Bu hendekler kapatılır; ama, kalplerde açılan hendekleri nasıl dolduracağız?
Asıl soru, bu! Çünkü, insanlar ölse de zihniyetler kalır.
stargazete