Askerler öldürülünce, yas yarışına giren tv. kanalları neredesiniz?

Selâhaddin Çakırgil

Mahiyeti henüz tam anlaşılmasa da, silahlı mücadeleyle ilgisi olmadığı resmî makamlarca da doğrulanan ve bir basit kaçakçılık işinden dolayı, katledilen 35 insanın mazlûmiyeti, hepimizi daha bir derinden sarsması gerekirken..

Tv. kanallarının önceden ilan edilen Yılbaşı proğramlarının akışında bir değişiklik olduğuna dair herhangi bir açıklama duymadım..

10-15 askerin öldürüldüğü haberi gelince, bütün proğramlarda, az-çok bir takım değişiklikler yapılır veya bazı proğramlara bu yönde sosyal baskılar yapıldığı hissettirilirken.. Şimdi, bir yanlışlık olması ihtimaline ağırlık verdiğim ve bunu temenni ettiğim bir faciada 35 insanın hayatlarını kaybetmesi karşısında sanki, aynı tv. kanalları bir taş duvar gibi duyarsızlar..

Çünkü, laik diktanın sosyal hayattaki uzantıları olan kemalist sapkınlarımız, halkımızın ruhunu zehirleyen ve dünyayı bir tımarhaneye çeviren bir çılgınlığı kutlayacaklarmış..

Yuhh olsun..

"Biz mâtem tutarken, siz tutmuyordunuz.. Biz neş"e ve surûr içindeyken, siz katılmıyordunuz.." mealinde bir âyet var Ahd-i Atiq"de (bugün elde mevcud olan Tevrat"ta..) Bu cümle, birbirinden kopmuş iki toplumun birbirine karşı serzenişlerini yansıtmaktadır..

Hepimizi asıl tedirgin etmesi gereken, bu kalbî kopukluktur..

Resul-i Ekrem (S)"den gelen bir riavyet de, "Ümmetim için asıl korkktuğum şey, onların birbirlerine, bir tehlike ânında, "Ey Kâhtanoğulları, ey Yemâmeoğulları.." diye, soylarına kan bağlarına göre saflara ayrılıp, sahib çıkmalarıdır.." meâlindedir..

Bugün biz de bu durumda değil miyiz?

Halbuki, herkesin bakışını, duruşuna göre, cinayet veya facia olarak niteleyebileceği 35 kişinin birden öldürülmüş olması, halkımızın bütün kesimlerini derinden sarsmalıydı..

Tıpkı, depremde olduğu gibi..

Ama, bu birliktelik ruhunu, acıyı daha yakından hissedenlerin feryadları biraz daha farklı olsa bile, toplumumuzun bütün kesimleri de hissetmeli değil miydi?

Ne yazık ki, bu konuda sınıfta kalınmıştır..

Belki de bunun neticesindedir ki, o faciayı yaşayan insanlar daha bir yalnızlık duygusuyla, akıl almaz tepkiler veriyorlar..

31 Aralık sabahı, Uludere Kaymakamı"nın acılı ailelere başsağlığı dileklerini bildirmek için, o faciada onlarca kurban vermiş bir köyü ziyaret ettiği, ölenlerin ailelerine tâziyelerini bildirmek istediği sırada uğradığı saldırı ve linç edilmekten güç-belâ kurtarılmasını da bu şekilde anlamak gerekir.. Bu ölçüsüz ve ilkel tepkiyi tahrik edenlerin kimler olduğu tahmin edilebilir, ama, o yüzlerce insanın videosunu izleyince, insanın içi daha bir kararıyor..

Halbuki, yine o Yüce Resul"den gelen bir rivayet de, kızgınlık ânında, davranış veya söylemlerimizde bizim yolumuzu aydınlatmalı değil midir:

"Koşuyorsanız yavaşlayınız, yürüyorsanız durunuz, ayaktaysanız oturunuz, oturuyorsanız uzanınız.." meâlinde..

Niye?

Çünkü, kızgınlık ve hareket bir araya gelince..

Sonra, neyin nasıl şekilleneceğini sadece o kızgınlık ânındaki duygu ve tepkilerimiz belirler..

Eskiler boş yere dememişlerdir, "Öfke gelir, göz kararır; öfke geçer yüz kızarır.." diye..

(Bu vesileyle belirteyim ki, bu son hadiseyle ilgili olarak yazdığım bir önceki yazıda da, bir müslümanın taşıması gereken sorumluluk duygusuyla hareket ettiğimi düşünüyorum.. Yoksa bazılarının zannettiği gibi, Hükûmet"i aklamak için değil.. Ve Allah şahidimdir ki, o yazıyı yazdığımda, Tayyîb Erdoğan"ın konuyla ilgili açıklamalarını henüz okumamış/ dinlememiştim.. Yaklaşımlarda benzerlikler var diye, benim Hükûmet"i aklamak için çırpındığımı ileri sürenlere, insanlar arasında benzer görüşler belirtildi diye mutlaka bir ayniyetten sözetmeye kalkışırsak, o zaman, nicelerine de, nice şu veya bu azgın ırkçı-faşistlerin yanlarına düşebileceklerini hatırlatırım.. Bir daha hatırlayalım ki, insan, bazen hattâ en yakın olduğuyla da farklı düşünebileceği gibi, en uzak olduğuyla da benzeşebilir.. Yüzde yüz ayniyyet veya zıdlaşma, ancak yüzde yüz inanç zıdlaşmaları durumlarında olabilir..)

Bugün, hattâ İslam kardeşliğini hatırlattığımız zaman bile, şu veya bu ırkçı-kavmiyetçi yaklaşımlar içinde olan bazılarınca, bir sosyal grubun bir diğer sosyal gruba kuzak kurmak için öyle konuştuğumuz, öyle düşündüğümüz şeklindeki töhmet ve bühtanlar dile getirilebilmektedir..

Asıl tehlike işte budur.. Birbirimizden bu kadar mı kopuk düşecektik?

Asıl kopma, kalblerde meydana gelen yabancılaşma ve kopmadır, duyguların yabancılaşması ve hattâ zıdlaşmasıdır..

A.Öcalan ve yandaşları, daha bir sevinebilirler, bir müslüman halkı, geçmişte olmayan şekilde ve tıpkı M. Kemal ve takibçilerinin yaptığı gibi, kan soyuna göre birbirlerine düşman yaptıklarından dolayı.. Evet, müslümanlar asırlardır yabancısı oldukları ırkçı duyguların pençesine çekildiler, bugün..

Ama, birileri ne yaparsa yapsın, biz, müslüman insanların, birbirlerine veya başka insanlara ırklarından, dillerinden, soylarından dolayı dost veya düşman olamıyacaklarını, insanları birbirlerine bağlayan hususların, insanları yücelten inanç ve fazilet değerleri olduğunu söylemekte ısrar etmekten asla geri adım atmamalıyız..

Hattâ nice müslüman insanlarımız bile bu noktada tuhaf sanhneler sergiliyorlar.. Onyıllarca birlikte olduğum ve ırkını, etnisitesini bir an bile gözönünde bulundurmadığım ve kendime, kendi ana-baba bir kardeşimden asla uzak hissetmediğim bir kardeşimin bir yazısını okuyunca, kalbime bir hançer saplanmışcasına derin acılar çekmiştim ve rahmetli Bahaeddin Yıldız kardeşimle bu acıyı uzun uzun dertleşerek paylaşmıştım; "Bu kadarı nasıl olabilir?" diye.. Çünkü, o kardeş, "türk kavminden hiç kimseye, müslümanlık gibi bir takım yaldızlı laflarına bakarak artık yakınlık duymuyorum, güvenmiyorum.." diyordu..

*

Bu gibi kanlı, ölümlü facialardan beslenenler müslüman insanları birbirleriyle boğuşturmak için, en akıl almaz şeytanî oyunları kuracaklardır.. Ama, biz, müslümanlar olarak, bütün insanlara ancak inançlarımız açısından bakabiliriz.

Bakınız, 35 kişi can vermiştir.. Hepsinin tabutlarına da bir siyasî partinin bayrakları örtülmüştür.. (Halbuki, tabutlar üzerine, ölümle ilgili âyetlerin yazılı olduğu örtüler dışındaki her türlü sembollerin konulması, ölen insanın üzerinden bir oyunu devam ettirme taktiğidir.. Hangi partinin veya rejimin bayrağı olursa olsun..)

Dahası, bu kişilerin çoğunun devletin korucusu oldukları ve de sınırdaki güvenlik birimlerinin bilgisi dahilinde bu gibi kaçakçılık işlerini yaptıkları da söyleniyor. Ama, şimdi, bunların hepsinin tabutuna BDP bayrakları örtülünce, o acı sadece onlarca sahiblenilmiş gibi bir durum ortaya çıkıyor..

Bu da, onların tam istediği şey.. Nitekim, daha geçen hafta, Başbakan"a diz çöktüreceğine dair acaib laflar eden BDP m.vekili (ve de BDP Grup Başkan vekili), Hasip Kaplan, Uludere Kaymakamı"nın linç edilmekten güç-belâ kurtarılmasını takiben, 31 Aralık günü Şırnak- Uludere"ye, facia mahalline gitme kararı alan Başbakan Yard. Beşîr Atalay"a, medyada da yer alan bir mesaj göndererek, "Uludere"ye gelmemesini, çıkacak hadiselerden sorumluluk kabul edemiyeceklerini, orada herkesin silahlı olduğunu; güvenlik güçleri ve korumalarla gelse bile, can güvenliğinin tehlikeye düşebileceğini, taziye sahiblerinin onları şu an istemediklerini" ileri sürmüştür..

Yani, "Bu bölge bizim, bizden szorulur, bizim önünümüzde diz çökmelisiniz.." gibi dayılanma tavırları..

Doğrudur ki, kemalist rejim, halkımızın her kesimi gibi, yöre halkına da çok acılar çektirmiş, diz çöktürmüştür; ama, bugün, o halkın geçmişteki yaralarına merhem sürmek dikkatiyle yaklaşmak isteyenlere bile, böylesine hınç gösterilmesini anlamak ve bu dayılanmalara sempatiyle bakabilmek, insanı hangi noktalara düşürür; bunun bir müslüman ferasetiyle düşünülmesi gerekmez mi?

Ve bereket ki, Atalay bu dayılanmalara aldırmayıp gitmiştir ve acılı ailelerde de görüşmüştür.. Ve Başbakan da ailelerin herbirisine telefon ederek acılarını paylaşmıştır.. (Bu arada belirteyim ki, Erdoğan, 30 Aralık günü konuyla ilgili açıklama yaparken, "hiç bir devlet vatandaşını bombardıman etmez.." gibi bir cümle kurmuş.. Bu yanlış cümleyi düzeltmesi gerekir.. Yoksa, M. Kemal de, Şah da, Saddam da, Esed de, Gaddafî de, Mubarek de, Ali Abdullah Salih de, başkaları da bu mantıkla temize çıkar..)