Bir 28 Şubat’ın daha yıldönümündeyiz. 4 Şubat 1997’de Sincan’dan geçen tanklarla başlayan süreç, 11 Ekim 1998’de “El ele eylemi” ile yeni evreye geldi.. 28 Şubat 1997’de postmodern darbe gerçekleşti. REFAH YOL öncesi 30 Ekim 1995’de DYP-CHP arasında kurulan 52. Hükümet 3. Çiller hükümeti olarak bilinir. 53. Hükümet ise 6.3.1996’da Mesut Yılmaz’ın kurduğu 2. koalisyon hükümetidir. ANAVATAN ve DOĞRUYOL arasında kurulan koalisyon hükümeti, 28.6.1996’da dağıldı ve Erbakan hükümeti kuruldu.
28 Şubat’ta yıkılan 54. REFAHYOL Hükümeti 28.6.1996’da Erbakan tarafından kurulmuştu. TSK’nın müdahalesi üzerine Erbakan istifa etti. Görevin Çiller’e verilmesi bekleniyordu, lakin Cumhurbaşkanı Demirel görevi Mesut Yılmaz’a verdi ve Yılmaz 55. Hükümeti kurdu. 3. Yılmaz Hükümeti ANASOL-D hükümeti olarak bilinir. 30.6.1997 - 11.1.1999 tarihleri arasında görev yapan, ANAP, DSP ve DTP azınlık hükümetini CHP dışarıdan destekledi. Türkbank ihalesindeki yolsuzluk iddiaları üzerine CHP hükümete desteğini geri çekti ve gensoru önergesi verdi. 25 Kasım 1998 tarihinde oylama hükümetin aleyhinde sonuçlanmasıyla ANASOL-D hükümeti düştü. 11 Ocak 1999’da Bülent Ecevit, 56. hükümeti kurdu. Abdullah Öcalan, 15 Şubat 1999’da siyasi sığınma talebinde bulunduğu Hollanda’ya gitmek üzere geldiği Nairobi’de şartlı olarak Türkiye’ye teslim edildi.4. Ecevit Hükümeti olarak bilinen hükümet, 28 Mayıs 1999 tarihine kadar görev yaptı. 5. Ecevit Hükümeti olarak bilinen 57. Hükümet, MHP ve ANAP desteği ile 28 Mayıs 1999 - 18 Kasım 2002 tarihleri arasında görev yaptı..
14 Ağustos 2001’de AK Parti kuruldu. 2002 genel seçimlerinde 365 milletvekili çıkaran AK Parti tek başına hükümet oldu. Erdoğan, 26.3.1999’da bir şiir okuduğundan dolayı Pınarhisar Cezaevine girdiği için siyasi yasaklı olması sebebi ile aday olamadı ve Abdullah Gül tarafından 58. Hükümet kuruldu.
28 Şubat deyince aklımızda kalanlar neler: SSCB dağıldıktan, NATO tehlikenin rengini Kırmızıdan Yeşile çevirdikten sonra, İslamofobya’nın batının temel politikası haline gelmesinin ardından İslam dünyasını yola getirmek için bir SOPA hareketi olarak Türkiye’de BÇG kurulmuştu. Daha sonra FETÖ adını alacak olan hareket ise, İslam’ın içini boşaltıp İslam dünyasını teslim almak için örgütlenmiş bir HAVUÇ hareketi idi. Bu ikisi kendi arasında iktidar savaşına tutuşunca, BÇG kanadı Kalkancı tarikatını kurmuştu. Hatırlayın; Aczimendiler, Fadime Şahin, Adnan Oktar o günlerde neredeydiler ve ne yapıyorlardı?. Susurluk “kaza”(!)sını bir kenara not edin. Ve tabii, bizim meşhur, hukuk tarihimizin utanç vesikası olan “312 GENERAL DAVASI”nı da not etmek gerek. Maalesef, o günlerden bugünlere, 81 İl, Parti STK ortak “topyekûn dava” günlerine mi gelecektik!
Cuma dergisi kapatılmış, bizler Askeri Mahkemede yargılanıyorduk. ABD işgal ettiği Irak’ta, arananların resimlerini iskambil kağıdına benzer bir grafikle basmıştı. Cuma dergisi de iktidara yönelik darbeci generallerin resimlerini aynı grafikle basmıştı. Ben de “Paşalar söz dinlemezse” diye bir yazı yazmıştım. KKK Hasdal 3. Kolordu Askeri Mahkemesinde 7.5 yılla yargılandım o günlerde.
Ne günlerdi ya Rab! Rekor bizim gazetedeydi. Ben zaten Şanar Yurdatapan’la birlikte kendi suç(!)larım yetmiyormuş gibi, başkalarının suçlarına da iştirak ediyorduk. Hal böyle olunca, haftada 5 gün, günde 5 defa duruşmaya çıktığım oluyordu. 500 yıldan daha fazla mahkumiyet talebi ile yargılanıyordum.
1971’den beri zaten kesintisiz sanığım, bu durum bugün de devam ediyor.
28 Şubat’lı günlerde, malum media önce bir hafta Fetullah Gülen aleyhine yayınlar yaptı. O Pensilvanya’ya gitti, arkasından bir hafta benim hakkımda “Topyekûn” saldırıya geçtiler. REFAH YOL için de “Topyekûn savaş” manşeti atıyorlardı.
Bu “Topyekûn saldırı” hadisesini, AK parti içindeki bazı isimleri kastederek kaleme aldığım “AKP’nin Papatyaları” başlıklı yazı ile de yaşadım. 81 il, bazı troller ve yine “malum media”.
“Postmodern darbe”nin, zulmetmediği ahali kalmadı. Zulmetmek için bahane arıyorlardı adeta. “Dünya sigara içmeme günü”nde “bugün sigara içmeyin, parasını İHH ya ya Mazlumder’e verin” dedim, hakkımda dava açıldı, İHH ve Mazlumder’in hesabına el kondu. Bir gün sonra aynı yazıyı ADD, BÇG için yazdım, hesap numarası, telefon da verdim, ses yok! Vurgun tavan yaptı.. Zulüm ve soygun vakai adiye’den olmuştu. Holdinglere bankalara el koyuyorlardı lanet olasıcalar. Bütün darbelere ve darbecilere lanet olsun. O süreç için “1000 yıl sürecek” diyorlardı, evet, 1000 sürecek. Evet, bu tehdit kıyamete kadar, Şeytan yaşadıkça bu süreç tüm dünyada devam edecek. Çünkü bütün darbeciler İnsin Şeytanları sonuçta.. Şeytan da Şeytanlığını yapacaktır. 1950 sonrası dünyada 475 darbe teşebbüsü olmuş ve bunlardan 236’sı gerçekleşmiş. Bir kısmında da zaten darbe teşebbüsüne bile gerek kalmadan iktidarlar ele geçirilmişti. Bu arada birçok STK hem haksızlığa uğradı, her de o zor günlerde dik durdular. Allah onlardan razı olsun. Hasan Celal Güzel’i, Muhsin Yazıcıoğlu’nu rahmetle anmamız gerek. Bu arada Erbakan, tabii hedefteki isimdi. RP hedefteki teşkilattı. “Yeşil sermaye” diye MÜSİAD’ın üzerine gittiler. Bir gün bir adliyede 3 davam vardı. Hakim 3 beraat verdi, sonra odasına çıktık. “Hocam” dedi. Yargı bitmişti. “Hepimiz suçluyuz aslında, sana bu yaptıklarını içime sindiremiyorum” dedi. Bir sürü şey anlattı. Bir hafta sonra da intihar etmişti. O gün atımız vardı, gönüller fethine çıkacaktık, ama meydana çıkmamızı engelliyorlardı.
Sonra meydanlardaydık, ama atımız kaybolmuştu.. Kimi meydanları satın almak için atını satmıştı. Kimi meydanlara ulaşmak için atından vazgeçmişti. İnanca saygı, düşünceye özgürlük. “Herkes için adalet, herkes için barış, herkes için özgürlük”tü sloganımız. Yaklaşık 5 milyon insan el ele tutuşmuştuk. O gün kızlarımızın elbiseleri marka değildi, yüzleri makyajsızdı. O gün de sanıktım bugün de. O gün başörtüsünü savunduğum için, bugün İstanbul sözleşmesine karşı çıktığım için yine sanığım. Hem de o gün beraber olduklarımız, o gün haklarını savunduklarımızdan birilerinin şikayeti ile. Ne garip bir tecelli ki, 28 Şubat’tan 3 gün önce ilk kez duruşması oldu bu davalardan birinin. O gün basın kartıma el konulmaya kalkılmıştı, bugüne geldiğimizde Gazeteciler Cemiyetinden ihraç edildim. Yola çıktıklarımızdan birileri yolda buldukları ile yoluna devam ederken, “Hasbi”ler hâlâ bu durumu anlamaya çalışırken “Hesabi”ler atı alıp Üsküdar’ı geçtiler.
El ele eylemi öncesinde Türkiye’yi bir uçtan bir uca yolculuğumuzda Albayraklar bize bir minibüs temin etmişti. Hayat Vakfının önemli desteği vardı. Araçta Hacer, Filiz, Nilüfer, Pınar, Sezin ve Sezin’in annesi Nursen Topçu vardı, hanımlardan öğrenci olmayan. Sezin’in kardeşi Serenay Diyarbakır’da katıldı gruba ve orada gözaltına alındı..
Ankara’ya giden grub daha kalabalıktı. Biz, erkek olarak minibüs şoförü, zaman zaman Albayraklardan bir kişi ve konuşmacı olarak, Ahmet Mercan, Yeni Şafak’tan Ahmet Taşgetiren ve Akit’den ben vardım. Milli Gazete’den Ekrem Kızıltaş zaman zaman gelip gitti. Sanatçılar, Ömer Karaoğlu, Eşref Ziya, Taner Yüncüoğlu, Hakan Aykut vardı mesela, hatırladığım.
Şimdi “bizim kanallar”da bu çekirdek kadrodaki isimler ve onların video kayıtlarındaki görseller sansürlenmiş. O gün “ümmet şuuru” ile yapılan eylemler siyasi bir kampanyanın malzemesi yapılmaya çalışılıyor birileri tarafından. O gün biz hepimiz bir aradaydık.
Selâm ve dua ile..