İşte o yazı:
Günümüz dünyasını, toplumlarını; İslam dünyası toplumlarını da; ideolojik kutuplaşmalar yönlendiriyor. İdeolojik kutuplaşmalar, tek yanlı yorum ve uygulamaları dokunulmaz kıldığı için, bugünün dünyasının, toplumlarının; İslam toplumlarının da, gerçeğe/hakikate bir bütünlük içerisinde ulaşmaları mümkün görünmüyor. Her kutuplaşma, her parçalanma, her benmerkezcilik, her kabilecilik; bütünlük bilincine, bütünlüğe ilişkin farkındalığa, yüksek düzeyde bir farkındalığa, insanlığı yabancılaştırıyor.
Tüm insanlığa hitap eden ilahi vahyin; yerli-milli insanlara hitap edecek şekilde, yerli-milli insanlar icat edecek şekilde sınırlandırılması, bu doğrultuda özel-etnik yorumların kurgulanması, yerli-milli bağnazlıklar-bencillikler oluşturuyor. İslam’ın gerçek içeriğinin, insanlığa ulaşmasını yerli-milli bağımlılıklar ve bencillikler engelliyor. Hangi toplumda olursa olsun, yerli-milli-muhafazakar konformizm hakikatin ufkunu tümüyle kapatıyor ve karartıyor.
İslam dünyası toplumlarında halen yaşanmakta olan yerli-milli bağnazlıklar, radikal parçalanmalara, radikal bağımlılıklara ve radikal etkisizliklere neden oluyor. Bütün bu nedenlerle bugün Siyonist İsrail terörü karşısında, bu terörü caydırabilecek, irade özgürlüğüne sahip tek bir İslam ülkesi yok. Yerli-milli bağnazlıklar-bencillikler tahkim edildikçe, radikal etkisizlikler de tahkim edilmiş oluyor. Hangi toplumda yaşanıyor olursa olsun, ideolojik her kutuplaşma-karşıtlık, psikolojik bir şiddete neden oluyor. Bugün, İslam toplumlarında, Türkiye’de de , halkın duygusal yanı, ideolojik kutuplaşma adına, sistematik bir biçimde manipüle ediliyor. Propaganda ve manipülasyon dilinin, iktidar çıkar ve ayrıcalıklarına hizmet etmek üzere araçsallaştırıldığı toplumların, bilinçli ve derin düşünceye bütünüyle yabancılaştıklarını görmek gerekiyor. Bir sorgulama kültürüne sahip olmadıkları için, İslam toplumları bu yabancılaşmanın ne kadar vahim sonuçları olabileceğini idrak edemiyor.
İçerisinde bulunduğumuz dönemde, Afganistan’da, Taliban örneğinde takip edileceği üzere, bir halk hareketinin, bir halk direnişinin emperyalizmi yenilgiye uğratması elbette takdirle karşılanması gereken bir gelişmedir. Ancak, halk hareketlerinden nitelikli bir değişim ve yapılanma beklenemeyeceğini, halk hareketlerinin kendi konformist ve popülist geleneklerini-tarzlarını-tecrübelerini ve uygulamalarını bütün topluma dayatmaya devam edeceklerini de unutmamak gerekir. Otoriter-popülist toplumlarda, Türkiye’de de yaşanmakta olduğu üzere, niteliksel bütün değerlerin/anlamların ve ilişkilerin yerini, maalesef, niceliksel değerler/anlamlar ve ilişkiler almıştır. Bu nedenledir ki, varoluşsal niteliklerin/tercihlerin/değerlerin/mücadelelerin ve sorumlulukların konusu olan İslamcılık; niceliksel/pragmatik değerler adına utanç verici bir biçimde araçsallaştırılmış, İslamcılık iddialarının yerini bugün, ne yazık ki, yarar hesapçılıkları almıştır. Yarar hesapçılıklarının öne çıkışı, İslami, ahlaki, entelektüel istikrarsızlığa işaret eder.
“Şanlı tarih”, “şanlı bugün” propaganda söyleminin toplumsal-kültürel-siyasal gündemi işgal etmesi ve baskılaması sebebiyle, bugün, İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, zihin ve ruh dünyalarımızı, aklımızı ve kalbimizi birbirinden ayıran tek boyutlu sömürgeci bir epistemolojiye nasıl mahkum edildiğimizi, epistemolojik köleliğin İslami/Müslüman yanımızı nasıl bütünüyle dumura uğrattığını, nasıl felç ettiğini, hiç mi hiç konuşmuyor, tartışmıyor, gündeme getiremiyor. Batılı tek boyutlu bir epistemoloji ve hukuk sistemi tarafından fethedilen bir ülkede, herhangi bir resmi tören sırasında bir propaganda tiyatrosuna dönüştürülen “dua” merasimi de, niteliksel-varoluşsal ilke ve anlamların yerini nasıl sembolik-folklorik tezahürlerin aldığını gösterir.
Günümüzde, muhafazakar/sağcı/milliyetçi kesimlerin, epistemolojik kölelikle hiçbir şekilde ciddi bir sorunları olmadığı için, bu kesimler, hayatlarını komplo teorileri etrafında kıylükal yaparak geçiriyor. Bilinç dünyamızı alt üst eden derin tarihsel sorunlarla karşı karşıya bulunduğumuz halde, bunları yorumlayamıyor, çözümleyemiyoruz. Kendi kendilerini yenileme iradesine sahip olmayan, taklit ve tekrara dayalı kültürler, kendi varoluşlarının ve sorumluluklarının farkına varamazlar.
Aziz İslam’ın ilk yüzyıllarında, İslami düşünce hayatı, entelektüel ve bilimsel hayat, çok boyutluluk ve çok yönlülükle, farklı alanlar ve farklı açılar üzerinde yoğunlaşarak, bu doğrultuda içerik üreterek, evrensellik bilincini ve pratiğini gerçekleştirmişti. Günümüzde ise, çok yönlülüğün ve çok boyutluluğun yerini, ne yazık ki, tek yönlülük ve tek boyutluluk alıyor. Niteliksel değerlerin/anlamların/ilişkilerin derin kaybı sebebiyle, günümüz İslam toplumlarında, maalesef, yerel koşullara ve yerel çıkarlara göre, dar görüşlü dini düzenlemeler yapılıyor. Afganistan’da bugün, Kindi’nin, Farabi’nin, İbni Sina’nın, Zekeriya Er Razi’nin, Gazali’nin müzikle ilgili, estetikle ilgili yorumlarını anlamlandırabilecek entelektüel/politik bir iklim olsaydı, müzik ve estetik dogmatizm tarafından terörize edilmeyecekti. Hangi toplumda ve kültürde olursa olsun, konformizmi içselleştiren her zihniyet, İslami özgürlüklerden korkar.
Özgürlük ve umut, ancak çok büyük, çok derinlikli, çok ufuklu fedakarlıklar/yoğunluklarla kazanılabilir. İslami, ya da, muhafazakar kesimler, konformizmle/gelenek/göreneklerle bütünleştikleri için, epistemolojik kölelikten/bağımlılıktan kurtulabilmek/özgürleşebilmek için, hiçbir fedakarlığa hazır değiller. Ulus- devlet iktidarları, resmi gerçeklik ve şanlı tarih söylemi yoluyla belirlenen kimlikler, hayatlarını propaganda alanlarında, çıkar alanlarında geçirdikleri için, niteliksel/ilkesel bir dönüşüm doğrultusunda entelektüel fedakarlıklar üstlenemiyor.
Günümüzde Müslüman halklar; politik çıkarlar/iktidarlar/ayrıcalıklar/ihtiraslar adına utanç verici bir biçimde sömürülüyor ve halkların iradeleri resmi gerçeklik adına sınırlandırılabiliyor, baskılanabiliyor. Halkların ufku, resmi gerçeklik ve resmi söylem tarafından kısıtlandığı için İslami özgürlükler geciktiriliyor. Epistemik köleler, İslami bütünü temsil eden bir farkındalığa sahip olmadıkları için, folklorik/sembolik ve biçimsel kimi özgürlükleri, İslami dünya görüşünün, hayat tarzının özgürlüğü gibi algılayabiliyor.
Otoriter-popülist yapılar/kurumlar/zihniyetler/iktidarlar tarafından edilgenleştirilen bireyler ve toplumlar, her zaman başkaları tarafından yönlendirilmeye açıktır. Edilgenleştirilen bireyler ve toplumlar her durumda vesayet altına alınabilirler. Edilgenlik/tembellik/rahatına düşkünlük ve cesaretsizlik, konformizmi bir hayat tarzına dönüştürür.
Edilgenliği, tembelliği ve rahatına düşkünlüğü içselleştiren bireyler ve toplumlar, büyük fedakarlıklar ve yoğunluklar üstlenemedikleri için, umuda ve özgürlüğe hak kazanamazlar. Günümüzde, İslam dünyası toplumları düşüncesizleştirildikleri için, her alanda çok ağır bedeller ödüyor, düşünsel/kültürel/entelektüel/siyasal vesayetten bir türlü kurtulamıyor.
Nitelikli toplumlar, ahlaki bütünlükleriyle ve sorumluluk bilinciyle temayüz ederler. Niteliksel değerler bağlayıcı iken, niceliksel değerler bütünüyle keyfi değerlerdir. Otoriter-popülist toplumlarda propaganda dili/söylemi, ahlaka ve adalete ihtiyaç duymadığı için, farklı olana, eleştirel olan unsurlara hayat hakkı tanımaz. Propaganda dili/söylemi bağlayıcı ilkesel değerlerin, başkaları için geçerli olduğuna, ancak, politik pragmatizm gereği kendi için geçerli olmayacağına inanır. Bilgelik, insanın, gerektiğinde bütün tercihlerini sorgulayabildiği anda başlar. Günümüzde, Müslümanlar olarak tercihlerimizi sorgulama cesareti gösteremediğimiz için resmi gerçekliğin sınırlarını aşamıyor, resmi gerçekliği tartışma konusu yapamıyoruz.
Belirleyici, tayin edici, bağlayıcı ahlaki niteliklerden, ölçütlerden bütünüyle yoksun olan günümüz dünyasında birbirinden çok farklı “özgürlük” tanımları var. Müslümanlar, karşı karşıya bulundukları bağımlılıklar-kölelikler sebebiyle, kendilerini ancak, neoliberal özgürlük yaklaşımının himayesi ve müsamahası altında ifade edebiliyor. Liberal-demokratik evrenselciliğin, ideolojik bir klişe olmaktan öte bir işlevi olmadığı her nasılsa düşünülmüyor. İslami anlamda özgürlük, epistemik kölelikten-bağımlılıktan ve vesayetten bütünüyle kurtulduğumuzda, İslami epistemolojiyi, epistemolojik otorite ve meşruiyeti bütün boyutlarıyla, kavram ve kurumlarıyla hayata ve tarihe kazandırdığımızda başlayabilir. Bunun için her şeyden önce, yirmibirinci yüzyıl için etkin-kapsamlı-bağımsız-ikna edici içerik üreten entelektüel-bilimsel kadrolara ihtiyacımız olduğu açıktır.
Modern ilerleme ideolojisi bütün dünyada, her alanda ağır insanlık suçları işlemeye devam ediyor. İslam dünyası ülkelerini, bu ülkelerde yaşayan masum halklar, kadınlar, çocuklar için yaşanılabilir bir yer olmaktan çıkararak harabeye dönüştüren emperyalist ve sömürgeci küresel terör, insanlık tarihinin en büyük, en korkunç, en kapsamlı terörünü gerçekleştirebilmek için sınırsız bir “özgürlük” içerisindedir.
İnsanlık dünyasının, bütün insanlığın, bütün kültürlerin, maddi alan ile manevi alanın bütünlüğünü sağlayan bir epistemolojiye ihtiyacı var. Pozitivist dünya görüşü, tek boyutlu bir bilgi, tek boyutlu bir düşünce ve hayat tarzı sebebiyle, insanın/aklın/bilginin/hayatın parçalanmasıyla sonuçlanan sorumsuz ve saldırgan, keyfi bir dünya oluşturuyor. İdeolojik ve kültürel sömürgecilik yoluyla pozitivist dünya görüşünün küreselleştirilmesi, hayatın kimi alanlarının, kalbi alanların, vicdani alanların, manevi alanların, bilgelik alanlarının göreli hale gelmesi sonucunu doğuruyor. Bu nedenledir ki, içerisinde yaşadığımız dönemde/dünyada/tarihte de somut olarak müşahede edilebileceği üzere, kalpsiz/merhametsiz/vicdansız/ahlaksız bir dünyaya mahkum olmuş durumdayız.
Günümüzde paranın, çıkarın, karın, iktidarın dili/tarzı evrenselleşiyor. Bu evrenselleşme, İslami evrenselleşmeyi de, sosyalist evrenselleşmeyi de marjinalleştiriyor. İslami kesimler de, sosyalist kesimler de, kapitalist hayat tarzıyla uzlaşarak kendi dünya görüşlerinden, hayat tarzlarından feragat ediyor. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, liberal kapitalizmle birlikte politik-otoriter kapitalizm rakipsiz bir sosyoekonomik sistem olarak bütün toplumları kuşatıyor, bir şekilde sisteme dahil ediyor.
İslam, tarihe girdiğinde en yeni, en genç, en temiz, en adil, en kapsamlı, en kuşatıcı bir siyasal gerçeklik olarak, insanlığa çok daha iyi, çok daha anlamlı, çok daha erdemli ve adil koşullar sunmuştu. İslami düşünce hayatı, kültür ve ilahiyat hayatı yirmibirinci yüzyılla ilgili, bugünün küresel gerçekliği ile ilgili karmaşık sorulara ikna edici yanıtlar bulamadığı için, köklü ve bağımsız bir yeniden yapılanmanın imkanları üzerinde hiçbir etkili çalışma yapamıyor.
Paranın, kar ve çıkarın diliyle konuşan, para/kar/çıkar ilişkileriyle sınırlı hale gelen bugünün dünyası, anlamın, niteliğin ve erdemin diline yabancılaşıyor. Paranın, kar ve çıkarın dili, tam insan olmayı, tam Müslüman olmayı imkansız kılıyor. İslami ilgiler, marjinal alanlarla sınırlı hale geliyor. Küresel sosyoekonomik sistem karşısında, küresel bir İslami misyon ve vizyon ortaya koyamayan ulus-devletler, yerli-milli retoriği temelinde, aziz İslam’ı taşralılaştırmaya çalışıyor. İslami bilgi, soyut/sembolik/folklorik bir bilgiye ya da ahiret bilgisine dönüştürülüyor.