Atasoy Müftüoğlu: Ölümcül Gerçekler Ve Ölümcül İyimserlikler

İslami Analiz.com yazarı Atasoy Müftüoğlu'nun Yazısını İktibas ediyoruz

Atasoy Müftüoğlu: Ölümcül Gerçekler ve Ölümcül İyimserlikler / İslamianaliz.com


Ulus-devletler tarafından, yerli-milli, ezan-bayrak ve şanlı tarih retoriğine hapsedilen İslam toplumları; bu yolla İslam toplumları olmaktan çıkarılarak, devlet toplumları haline getirildiler. Devlet toplumları haline getirilen İslam toplumları, bu nedenle, İslami, hayati tercihler, ilkeler ve sorumluluklar söz konusu olduğunda bile, devlet onayı-kontrolü olmaksızın İslami bir eylemde bulunamıyor. Devlet toplumlarında, devlet, toplumun düşünme ve harekete geçme iradesini, devlet çıkarları ve yararları adına sınırlandırır, kısıtlarken İslam’ı da aynı şekilde devlet çıkar ve yararları adına kontrol altına alıyor, kısıtlıyor. Devlet çıkar ve yararları adına kısıtlanan toplumlar, gerçek toplum olma özelliklerini/niteliklerini yitirerek, otoriter popülizmin yabancılaşmalarına, kötülüklerine ve felaketlerine açık hale geliyor.

Gerçek toplum olma niteliklerini yitirerek, her alanda araçsallaştırılan toplumlar, bir yanda devlet sömürgeciliğe maruz kalırken, bir diğer yanda da ideolojik fetihçiliğin ifadesi olan, dijital sömürgeciliğe maruz kalıyor. Dijital sömürgecilik bugün, bütün dünyayı kontrol ederek, yönlendirerek, yöneterek, bütün özgün kültürleri etkisiz hale getiriyor. Popülist siyasal dil ve söylemin tahakkümü altında bulunan toplumlar, kültürel dil’e, kültürel ilişkilere, kültürel üretkenliğe, kültürel nitelik ve etkinliklere yabancılaşıyor. Bu tür toplumlar Türkiye örneğinde de görülebileceği üzere, kendi kendini dönüştürme yeteneğini bütünüyle kaybediyor. Yerlilik ve millilik adına aziz İslam’a yönelik sistematik saldırılar, bugün Çin örneğinde de karşı karşıya bulunduğumuz üzere, kültürel bir soykırıma dönüşmüş bulunuyor. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, yerli-milli kültürler, ezan-bayrak, şanlı tarih popülizmleri dönüştürücü bir etki-misyon gerçekleştiremiyor. İslam toplumları olarak anılan, ancak İslam’ı temsil iradeleri olmayan toplumlarda bugün, popülist-propaganda dilinin tahakkümü, toplumların doğru-sahici gerçek tercihlerde bulunmalarını engelliyor. Popülist-propaganda diline hapsedilen toplumlar, bugün, geleceğe hazırlanma vizyonunu bütünüyle kaybediyor. Bir yanda sömürgeci dünya görüşü, bilgi-eğitim sistemine, bir diğer yanda da popülist-propaganda hamaset kültürüne maruz kalan devlet toplumları, evrensel İslam düşüncesine, İslami dünya görüşüne yabancılaştıkları için İslami anlamda bilme/düşünme/tanımlama/yorumlama özgürlüğüne sahip değiller. Popülist-propaganda diline kapatılan toplumlar hiçbir zaman derin gerçekleri göremiyor, anlayamıyor. Sömürgeci zehirlenme de popülist zehirlenme de yeni/bağımsız/özgün/eleştirel/evrensel bir bilincin/kültürün inşasını imkansız kılıyor.

İslam’ın, geçmişin ve yerelliğin konusu haline getirildiği günden bu yana İslam toplumları, yoğun bir biçimde, sömürgeci zehirlenme ve tahakküm, popülist zehirlenme ve tahakküm altında bulunuyor. Sömürgeci zehirlenmeyle olduğu gibi, popülist zehirlenmeyle de yüzleşemeyen, yüzleşmeye cesaret edemeyen İslam toplumları, yüzyıllardır entelektüel dünyanın dışında kalan, niçin entelektüel dünyanın dışında kaldığını merak etmeyen, çok tuhaf, çok hazin bir var olmayış durumu sergiliyor. Bu çok tuhaf ve çok hazin varolmayış durumu, bugün, çok masum ve çok aziz çocuklarımızı, kadınlarımızı, yaşlılarımızı, açlığa/susuzluğa/ölüme/soykırıma mahkum eden, insan olma hakları tanınmayan Filistin halkının topyekûn imhasına yönelik militarist/ırkçı/Siyonist irade karşısında, bu Siyonist iradeyi bütün imkanlarıyla himaye eden, Amerikan-İngiliz-Alman emperyalizmi karşısında, umutsuz/utanç verici/alçaltıcı/endişe ve ızdırap verici, etkisiz ve edilgen bir İslami mevcudiyet durumuna işaret ediyor. Toplumlarımızda, yerli-milli aidiyetin, etnik-mezhepçi-cemaatçi aidiyetin bencillikleri, gayrimeşru ayrıcalıkları ve dokunulmazlıkları evrensel İslami dayanışmaya geçit vermiyor.

Günümüz dünyasında Hristiyanlık ideolojik olarak mevcudiyetini sürdürürken, Aziz İslam ancak folklorik bağlamda mevcudiyetini sürdürüyor. Bilim ve teknolojinin putlaştırıldığı bir dünyada, bilim-teknoloji alanı dışında, istisnasız bütün kategoriler marjinal-değersiz kategoriler haline geliyor. Barbarlığın küreselleştiği bir dünyada, küresel bir kültürsüzleşme yaşanıyor. Kültürel yoksulluk, ekonomik yoksulluk, hayatta kalma mücadelesi dışında herhangi bir anlamlı etkinliğe fırsat vermiyor. Bugün, toplumlarımızda, ekonomik yoksulluk sebebiyle çok açık bir nüfus krizi yaşanıyor. Hakim, otoriter/popülist/sağcı iktidar sistemlerine dahil olan muhafazakar çevreler, muhafazakar düşünce-kültür hayatı sebebiyle, toplumlarımızda toplumsal eleştirel bir hareket oluşmuyor. Bilgi-eğitim-hukuk sisteminin, güçlülerin-iktidarların çıkarlarına hizmet etmek üzere yapılandırıldığı bir dünyada/toplumda/ülkede, adaletten/vicdan ve merhametten söz edilemez. Toplumsal hayatın güçlülerin-iktidarların çıkarlarına göre yapılandırıldığı bir dünyada, iyilik-kötülük algısı, hak-hukuk algısı büyük altüst oluşlara maruz kalıyor, kültürel güvensizlik derinleşiyor, seviyesizlik sıradanlaşıyor, mahremiyet toplumsal değer olmaktan çıkıyor. İktidarların kişiselleştiği toplumlarda, içerisinde bulunduğumuz toplumda da görebileceğimiz üzere, toplumsal düşünce bağlamında hiçbir yenilenme ve üretkenlik gerçekleşmiyor. Dijital sömürgecilik yoluyla, her toplumda sahte bir bilinç hayata geçirilebiliyor. Sahte bilinç yoluyla bütün tiranlar saltanatlarını sorunsuz bir biçimde sürdürebiliyor.

Sömürgeci yorumun-söylemin, sahte bilinç temelinde oluşturulan yorumun-söylemin etkili olduğu toplumlarda, entelektüel özgürlüklerden söz edilemez. Sahte bilinç temelinde gerçekleştirilen, hakim kılınan yorumlar ve kulakları sağır eden propaganda kültürü sebebiyle içerisinde yaşadığımız hamaset iklimini analiz edebilecek fikirler üretemiyoruz. Pragmatizmlerin hayat tarzı haline gelmesi, ilkesellikleri/içtenlikleri/sorumlulukları/adanmışlıkları bütünüyle unutturuyor. Günümüz toplumlarında, siyasal alanla, entelektüel alanlar arasında büyük uçurumlar var. Siyasal alan, fikirlere/bilgeliklere/adalet ve hakkaniyete ihtiyaç duymuyor. Hangi toplumda olursa olsun, İslam toplumlarında da araçsallığın yükselişi, bütün kötülükleri bir şekilde normalleştirebiliyor. Klinik faşist figürler, ülke sorunları üzerinde söz sahibi olabiliyor.

Sömürgeci yorumun küresel tiranlığı ve körleştirici etkisi sebebiyle, toplumlarımız tarihsel gerçeklerin bilincine varamıyor. Kapsayıcı-kuşatıcı fikirlerden yoksun olan bugünün Siyasal tarihi dehşet üretiyor, kötülük ve korku üretiyor. Müslümanlar olarak maruz kaldığımız çok ağır, çok alçaltıcı ve rencide edici sorunlarımızın, kendi tarihsel-yapısal edilgenliklerimizden kaynaklandığını düşünmek ve çözümlemek istemiyoruz.

Gerçek-bağımsız-eleştirel yorumlar yapma yeteneğine sahip olmayan toplumlar, devlet ideolojileri, devlet emperyalizmleri ve çıkarları doğrultusunda hareket etmeye başlıyor. Resmi dayatmalar, resmi doğrular kamusal bilinci, eleştirel bilinci yok ediyor. Resmi dayatmaların, resmi doğruların normalleşmesi sebebiyle, çok yönlü bakmayı, çok yönlü düşünmeyi ve dinlemeyi öğrenemiyoruz. Hayatta kalmaktan başka hiçbir ciddi kaygıları olmayan kitlelerin, toplumsal-kültürel sorumluluklar almaları, etkinliklerde bulunmaları beklenemez. Abartılı-temelsiz-ütopik-romantik söylemler ve dil, bir toplumun kendisini doğru anlamasını, doğru tanımlamasını ve dönüştürmesini engeller, engelliyor. Sahte bilinç, toplumlar üzerinde popülizm aracılığıyla haksız bir tahakküm oluşturuyor. Eleştirel düşüncenin hayatiyet imkanına sahip olmadığı toplumlarda, entelektüel bağımsızlıktan, üretkenlikten söz edilemez.

Günümüzde, inançlarımızda/düşüncelerimizde yaşattığımız İslamla, pratik hayatta tecrübe temiz İslam arasında derin uçurumlar var. İslam’ı kendisi olmaktan çıkararak, yerli-milli-resmi sınırlar içerisinde temsil etmeye çalıştığımız İslam, İslam’ın evrensel evinden-yurdundan ayrıldığımızı gösterir. Günümüzde, içerisinde yaşadığımız toplumsal gerçeklik, çelişkili/ilkesiz/kirli/ahlaksız siyasal davranışlar, çıkar çatışmaları/mücadeleleri, yeni bir toplumsal düşünce oluşturabilecek ahlaki ve entelektüel imkanlardan bütünüyle yoksun olduğumuzu gösteriyor. Günümüz Türkiyesinde yeni davranış ve ilişki biçimlerini anlamak imkansız hale geliyor. İslam’ın evinden-yurdundan ayrıldığımız, İslam’ı bir bütünlük içerisinde temsil-tecrübe iradesini kaybettiğimiz için bugün, batı tahakkümün simgesi olan kavram ve kurumların, sahte evrenselciliklerin, ideolojik fanatizmlerin, ideolojik yalanların karanlık yüzüyle yüzleşemiyor, Filistin- Gazze mücadelesinde, bu mücadeleye duygusal sloganlar-protestolar dışında, gerçek anlamda etkili katkılarda bulunamıyor, acı-hüzün-ızdırap, umut ve direniş okyanusu Filistin’i Müslümanca sahiplenemiyoruz.

İnsani varoluşu-tecrübeyi yalnızca teknik-bilimsel-araçsal akla indirgemek, insanlık dışı, ahlak dışı bir dünya oluşturdu. İslam dünyası olarak tanımlanan dünya da İslami bilincin dışında şekillenen duygusal-yerel dünyalardan oluşuyor, bu nedenle de yerel-duygusal dünyalardan İslami ortak bir irade oluşturulamıyor. Bu durum, İslami düşüncenin merkezi ilkelerinin hayatımızdan çekildiğini gösterir.

Her otoriter rejim, her muhafazakar-dindar tiranlık, kendi çıkarları doğrultusunda kullanabileceği bir din algısı oluşturduğu için hiçbir hac mevsiminde Müslüman kitleler, İslami bütünlük/özgürlük ve ortak İslami irade doğrultusunda İslami bir talebi seslendiremiyor. İslami sorumluluklarının bilincinde olan, Müslüman öznelerden oluşan topluluklar yerine, otoriter rejimler tarafından nesneleştirilen büyük sürüler, hiçbir biçimde gerçek bir hac tablosu sergileyemiyor, hacc'ı bir folklore dönüştürüyor. İslam toplumlarında kültürel sorunları sorun olarak görmeyen zihinsel bir körlük yaşandığı için karşı karşıya bulunduğumuz derin sorunlarla yüzleşecek, entelektüel-eleştirel inşalar mümkün olmuyor. İslam toplumlarında, karşı karşıya bulunduğumuz ölümcül gerçeklerle yüzleşme cesaretine sahip olmadığımız için halklarımız propaganda yalanlarıyla yönlendirilebiliyor. Pragmatizmi, oportünizmi, din istismarını güçlü bir geleneğe dönüştüren, muhafazakar-dindar kadavralar, Müslüman liderler olarak tebcil edilebiliyor. Romantik propaganda yalanlarıyla büyüyen Müslüman halklar/cemaatler/partiler/iktidarlar, Filistin halkının topyekun imhasına yönelik soykırım karşısında, özgürlük ve varoluş iradesi taşımayan, büyük bir teslimiyetçilik ve alçalış tarihi sergilediklerini fark etmiyor.

İçerisinde bulunduğumuz belirsizlik ve soykırım çağında, hem modern-sömürgeci-seküler dünyayı, hem de İslam dünyasını, kabileci dünya görüşüne/hayat tarzına dayalı güç ilişkileri belirliyor. Hangi dünyada olursa olsun, güç ilişkileri kabileci yaklaşımların, politikaların, kabileci ahlakın sınırlarını aşamıyor. Özel çıkarların, ırkçı sömürgeci çıkarların evrenselleştirilmesi demek, kabileci güç ilişkilerinin bütün toplumlara dayatılması anlamına geliyor. Kabileci-çıkarcı güç politikaları hem küresel anlamda hem de yerel anlamda sadece haksızlık-hukuksuzluk üretiyor. Kabileci dünya görüşü hem küresel bağlamda hem de yerel bağlamda resmi hikayelere meşruiyet kazandırmaya çalışıyor.

Aziz ve mükerrem İslam’ı, Siyasal anlamda temsil-tecrübe iradesine/özgürlüğüne/onuruna sahip olmayan İslam ülkelerinin, ulusal çıkar kaygılarıyla, Müslüman kitleleri ulusallaştırması, İslami varoluş ve dayanışmayı engelliyor, değersizleştiriyor. İslam toplumlarında, ulusal çıkar kaygılarının, İslami kaygılardan çok daha önemli hale gelmesi, İslami aklın ve bilincin çöküşüne işaret eder. Filistin’de 75 yıldan bu yana apartheid rejimi İsrail karşısında sürdürülen İslami direniş mücadelesinin-savaşının, iki rakip dünya görüşü ve medeniyet anlayışı arasında sürdürülen bir savaş olduğunu, Yahudi-Hristiyan ırkçılığı ile İslami direniş hareketleri arasında sürdürülen bu savaşta İslami direniş hareketlerinin 75 yıldan bu yana, bugün de yaşandığı üzere siyasal anlamda yalnız bırakıldıklarını esefle belirtmek gerekir.

Müslüman halkların ulusallaştırılması, İslam ülkesi olarak anılan ulus-devletlerin ulusal çıkar kaygısı temelinde siyasal bir konum belirlemesi, İslami varoluş ve mevcudiyetin, İslami bilincin, yerli-milli parçalara bölünmesi, 7 Ekim 2023 Savaşı sırasında bir kez daha somutlaştı. Kötülüğün gerçek kaynağı Yahudi ırkçılığının, insanlığın düşmanı Siyonist ırkçılığın gerçekleştirdiği tarihte bir benzeri görülmeyen soykırım karşısında, İslam ülkesi olarak bilinen ülkeler yönetimlerinin sergilediği kadavra sessizliği, bütün romantik söylemlere/yalanlara rağmen, bu ülkelerin bir utanç yüzyılı içerisinde bulunduklarını gösterir. İslam toplumlarında, mutlak bir edilgenliğin, mutlak bir teslimiyetçiliğin, mutlak bir hiçliğin ifadesi olan, kadavra konumuna mahkum olan tiranların, Müslüman kitleler tarafından idealleştirilmeleri kadar utanç verici bir hikaye olamaz.

Aziz İslam’ın karşı karşıya bulunduğu tehditler, çok güçlü, çok etkili, çok bilinçli, çok sorumlu bir siyasal ortak irade oluşturmayı zorunlu kılıyor. Bir yandan küresel rasyonalizmler, bir diğer yanda yerli-milli rasyonalizmler insani-ahlaki bütün alanları çölleştiriyor. Üstün uygarlık iddiasındaki bir uygarlığın sistematik barbarlığını bu rasyonalizmler meşrulaştırıyor. Bugün, bu rasyonalizmler, Avrupa değerlerinin bir değer olmaktan çok, ideolojik-ırkçı propaganda araçları olduğunu gösteriyor. Sömürgeci kavram ve kurumların, yoğun/ kapsamlı propaganda savaşları tarafından ebedi normlar olarak dayatılması karşısında, İslami dikkati canlı/uyanık tutmak gerekiyor.

Günümüz dünyasında insanlık hem küresel bağlamda hem de yerel bağlamlarda, niteliksiz zamanlardan, anlamsız zamanlardan geçiyor. Hayatımızın, hayatlarımızın bütünüyle nicelikselleştirilmiş olması, her türlü bayağılığın içselleştirilmesi ile sonuçlanıyor. Niteliksiz ve anlamsız zamanlar, niceliksel ve anlamsız kişilikler ve karakterler üretiyor. Nicelleştirilmiş zamanları ve kişilikleri, propagandacılıklar ve duygusallıklar yönetiyor. Nicelleştirilmiş zamanlarda toplumlar, gücün/iktidarın ahlaki sefaletine maruz kalıyor. Nicelleştirilmiş zamanlarda/toplumlarda, toplumların, yapısal statüleri, politik iktidarların ideolojik tutumlarına göre belirleniyor. Cumhuriyet Türkiyesi’nde uzun dönemler boyunca, İslami kesimler, hukuki adaletten dışlanarak, ideolojik adaletin muhatapları haline getirilmişlerdi. İçerisinde yaşadığımız dönemde de Türkiye’de seküler kesimler, hukuki adalet uygulamalarından dışlanarak, siyasal adalet uygulamalarının muhatabı haline getirildiler. Her iki kesimin birbirlerine karşı uyguladıkları bu adaletsizliklerin toplumsal bağları tahrip eden, derin travmalara neden olduğunu görmek gerekir. Her iki kesimin de birbirlerine karşı uyguladıkları bu adaletsizliklerden ahlaki rahatsızlık duymamaları, içerisinde yaşadığımız toplumun ahlaki bir körlükle karşı karşıya bulunduğunu gösterir.

Nicelikselleştirilmiş zamanlarda, toplumlarda, evrensel bilinç alanına çıkmayan/çıkamayan Müslüman topluluklar, kendilerini gelenek/görenek/folklor temelinde konumlandırıyor. Gelenek/görenek/folklor temelinde konumlandırılan dini hayat ve konformist kültür, İslam’ın evrensel bilinç ve temsil alanına çıkmasını imkansız kılıyor. İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatı, 20. Yüzyılı ölümcül bir iyimserlik içerisinde geçirdiği için, ölümcül gerçekleri görmezden gelerek, hiçbir gelişmeyi sorgulamadan, büyük bir bilinç kıtlığı içerisinde, entelektüel atalet/meskenet içerisinde, Lale Devrinde yaşıyor gibi yaşayarak geçirdiler, 21. Yüzyılda da aynı ruh ve zihin hali içerisinde yaşıyorlar. Kültürsüz toplumlar, tarihsel gerçeklerle ilgilenmek yerine, anlık/günlük gerçeklerle ilgileniyor. Kültürsüz toplumlar, içerisinde bulunduğumuz dönemde de dijital tsunamiye maruz kalarak bir o yana bir bu yana savruluyor. Dijital tsunami, özellikle genç kuşakların bilinç ve ruh dünyalarını allak bullak ediyor.

Sömürgeci/emperyalist/ideolojik/ırkçı/milliyetçi gerçekliklerin kıyısında yaşayan Müslüman topluluklar/cemaatler/partiler/iktidarlar, İslami gerçekliğin bir bütünlük içerisinde ne zaman ve nasıl oluşturulabileceğine ilişkin hiçbir şey bilmiyorlar ya da söylemiyorlar. Konformist kültür ve konformist din algısı, her tür otoriteyi, her türlü iktidarı, her türlü tahakküm, her türlü yenilgiyi, maduniyeti ve mağduriyeti meşrulaştırabiliyor. Sömürgeci tarihi, asimile edilemeyen batı dışı toplumları, halkları barbarlar olarak tanımlarken, yerli-milli tarihte asimile edilemeyen Kürtleri teröristler olarak etiketliyor. İslami dünya görüşüne bütünüyle yabancılaşan yerli-milli tarihler, otoriter iktidarlar ve zihniyet, yerli-milli insanlar üretmeye çalışıyor. İlgili toplumlarda, toplumun bütün kesimlerinin ruh ve zihin dünyaları, yerli-milli icatlar/ürünler/klişeler/kalıplar aracılığıyla işgal/istila ediliyor. Etnik anlamda tek tipleştirilmeye çalışılan kontrol toplumlarında, ayrımcılıklar ve dışlama biçimleri normalleştirilebiliyor.

Modern tarihin, modern ideolojilerin, modern siyasal rejimlerin ırkçı bir biyopolitik tarih oluşturduğunu anlamak/bilmek/görmek gerekir. Irkçı, biyopolitik, ideolojik terör yoluyla Batı, batı dışı toplumlara dayatılabilmiş, bu yolla Avrupa dışında kalan dünya, sömürgeleştirilebilir alanlar olarak tanımlanabilmiştir. Bu noktadan hareketle, sömürgeci-soykırımcı tarih tarafından Orta Doğu ülkeleri/toplumları/halkları yapısal bir istikrarsızlığa mahkum edilmiş, bu bağlamda Filistin’e 75 yıldır sürmekte olan bir olağanüstü hal uygulaması dayatılmıştır. Filistin ve Kudüs’ü her zaman politik bir propaganda aracı olarak gören İslam ülkesi olarak bilinen ülkeler, çok derinlere kök salan edilgenlikler/teslimiyetçilikler/bağımlılıklar/işlevsizlikler vb. sebebiyle Filistin’e dayatılan 75 yıldan bu yana sürmekte olan olağanüstü hal uygulamasının kaldırılması konusunda hiçbir irade ortaya koyamamıştır.

Günümüzde, soykırımın suç olmaktan çıkarılabildiği çok korkunç bir dünyada yaşadığımız için, Siyonist terör devleti İsrail hiçbir beşeri ve ilahi hukuk ve ahlak sistemini tanımıyor, bütün bu sistemlere meydan okuyarak mutlak kötülükleri sıradanlaştırabiliyor.

Medya-Makale Haberleri

Abdurrahman Dilipak: BRICS+ ABD seçimi+ G20 Zirvesi
Mücahit Gültekin: İsrail’in Ördüğü Psikolojik Bariyerler
Abdurrahman Dilipak: Yeni dünya düzeni
Abdurrahman Dilipak: Mahşer günü
Abdurrahman Dilipak: Güler Yüzlü Müslüman