Stephen Kinzer
Bu hafta başarısız bir deneyin 60. yıldönümüydü. Laik Müslüman bir devlet olarak kurulan Pakistan, bir aşırılık merkezine dönüştü. İran, Irak ve Afganistan'ı unutun; bugün dünyadaki en tehlikeli devlet Pakistan. Rejimi zayıf ve baskı altında; çoğu siyasi ve askeri lideri İslami radikalizme sempati besliyor. En önemlisi, Pakistan bir nükleer güç. Devlet gücünde ve nükleer silah sahibi Taliban benzeri bir hareket düşünün. İslamabad'da işler nasıl böylesine yanlış gitti? Suçun bir kısmı, ülkeye 60 yıl önce bağımsızlığını 'veren' Britanyalı sömürgecilerin. Britanyalılar Hindistan için, çok büyük bir etnik temizliği başlatan trajik bir bölünme tasarlamıştı. Bölünme yeni Müslüman devlet olan Pakistan'ı iç savaşa sürükledi ve şimdi Bangladeş olan doğu bölgesinin kaybedilmesine yol açtı. Fakat Pakistan yine de istikrarlı bir demokrasiye dönüşebilirdi. Kurucusu Muhammed Ali Cinnah'ın hayali buydu. Ancak Cinnah'ın mirası silindi gitti. Bugünün Pakistan'ı, Cinnah'ın nefret ettiği her şeyin vücut bulduğu bir yer.
Cinnah'ın amacı, bir başka hırslı ulus kurucu olan Atatürk'ünkine benziyordu. Cinnah, Atatürk'ün Türkiye'de inşa etmeye başladığı şeyi Pakistan'da yaratmak istiyordu: Modern, açık, İslam'ın siyasete rehberlik etmediği bir devlet. Cinnah'ın 1948'deki ölümü ve en yakın yoldaşı Liyakat Ali Han'a üç yıl sonra suikast düzenlenmesi bu hayali 'öldürdü'. Sonraki yıllarda ülkeyi asker yönetti. İktidarı 1977'de ele geçiren Muhammed Ziya ül Hak, iki hedefi olduğunu duyurdu: Nükleer bombaya sahip olmak ve 'gerçek bir İslami düzen' yaratmak. Ül Hak Şeriat getirdi, ordu ve istihbarat servisinde İslami radikalizme sempati duyan kişileri görevlendirdi ve çocukların kafalarının fanatizmle doldurulduğu dini okulların yayılmasını destekledi. General, Pakistan'ı nükleer silahlı köktenci bir devlete dönüştürmeye çalışırken güçlü bir müttefiki de vardı: ABD. ABD Afganistan'daki Sovyet destekli rejime savaş açmaya karar vermişti ve generalin yardımını istiyordu. Ül Hak bunu, isyancı Afgan komutanlara mali yardımın kendi hükümeti kanalıyla verilmesi şartıyla onayladı. Bu durum generalin, çoğu sonradan Taliban liderlerine dönüşen radikal İslamcı komutanları desteklemesinin ve daha ılımlıları veya demokrasi yanlılarını paradan mahrum bırakmasına yol açtı. Dolayısıyla, ABD sadece Taliban'ın Afganistan'ı ele geçirmesinin değil, Pakistan'ın da benzer militanlarca gelecekte ele geçirilmesinin temelini attı.
Fakat Britanya ve ABD Pakistan'ın felakete sürüklenmesinin tüm sorumluluğunu taşımıyor. Pakistan demokrasinin önkoşulu olan güçlü bir orta sınıf yaratamadı. Seçilmiş liderleri öyle yolsuzluklar yaptı ki, halk askeri yönetimi tercih eder oldu. Şerif'in son günlerinde İslamabad'da, hükümetin eleştirildiği bir yemeğe katılmıştım. Masadakiler Şerif'in gitmesi gerektiğinde hemfikirdi. Bunun nasıl yapılacağını sorduğumda, biri 'Pindi' demiş, diğerleri onaylamıştı. 'Pindi', ordu karargâhının bulunduğu Ravalpindi'nin kısa adı. Kısa süre sonra General Pervez Müşerref darbe yaptı ve iktidarı ele geçirdi.
Pakistan'daki nüfuzlu güçler bin Ladin'i ve aşiret bölgelerinde özgürce yaşayan diğer teröristleri korumakta kararlı. Bush yönetimi, güçlü ABD nedeniyle bazı Pakistanlıların 'Busherref' dediği Müşerref'e, yasaların hüküm sürmediği bölgelerdeki grupları yok etmesi için baskı yapıyor. En kötüsü, ordu generalin iktidarda kalmasının kendi kurumsal gücü ve prestijine zarar verdiğini düşünüyor. Müşerref'in krizden kurtulup kurtulamayacağı konusu Pakistan'ın geleceğini belirleyecek. Dünyanın bir sonraki krizi de bu olacak
radikal