Ateşkes bizim için niye bu kadar önemli oldu?
Çünkü 34 şehit haberi Türkiye’yi yakıp kavurmuştu. Çatışma sürdükçe başka şehit haberleri de geliyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan bütün kürsülerden “Şehitler tepesi boş kalmayacak, dedim, diyorum, diyeceğim” dese de ‘Ateşkes’ ile ‘Suriye’den şehit haberlerinin gelmeyecek olması’ Moskova’dan Türkiye’ye gelen ‘Flaş haber’di. Bir bakıma cepheye giden gençlerle vedalarını hüzünle izlediğimiz annelere, eşlere, nişanlılara “Çocuklarınızın, sevdiklerinizin tabutu ile karşılaşmayacaksınız” denmiş oluyordu. Çünkü şehitliği bir kalb sekineti için sığınak olarak görse de kimse çocuğu için ‘Gitsin ölsün’ demiyordu.
Moskova mutabakatı hiç olmazsa şimdilik bunu sağladı. Ancak ateşkes hiçbir zaman bir sorunun nihai çözümü anlamına gelmiyor. Suriye sorunu bütün boyutlarıyla hala varlığını koruyor. Ve doğrusu Türkiye açısından nasıl sonuçlanacağına dair belirsizlik de aynen devam ediyor.
Belki Moskova’da bir mutabakat zeminin oluşması Türkiye – Rusya ilişkilerinin bir sıcak çatışma zeminine savrulmaması açısından da, en azından ‘iktidar cenahınca’ olumlu bulundu. ‘İktidar cenahınca’ diyorum çünkü iktidar Suriye’de gerilimi Rusya, hatta daha da sınırlı olarak Erdoğan - Putin ilişkisi üzerinden yönetmeyi tercih ediyordu. 34 şehit ise, Rusya’nın bizatihi müdahil olduğu bir vahşetti. Türkiye’de, halk tepkiliydi, muhalefet tepkiliydi, hatta Cumhur İttifakı’nın bileşeni Bahçeli bile Moskova’ya ateş püskürmüştü. Rusya’ya nasıl cevap verilecekti? Bu arada Rusya ile ilişkilerin dökümü yapıldı ve ortaya ‘Rusya ile çatışmama’ yaklaşımı çıktı, oradan da süreç Moskova buluşmasına kadar evrildi.
Ankara Suriye işini Rusya üzerinden götürmeyi tercih ediyor. ‘Esed zalimin teki ve onun eli sıkılamaz.’ Yaklaşımımız bu. Esed’in zalimliğinde şüphe yok. Peki ya Putin’in elleri? Onlar bir türlü kirlenmiyor. Grozni’deki katliamdan sonra nasıl da yıkadı ellerini. Onun ellerini sıkıyoruz çünkü her zalimin elini sıkmayacak olsak dünyada eli sıkılacak devlet başkanı kalmaz. 34 şehide rağmen Putin’le el sıkıştık.
Evet Suriye işini Putin üzerinden götürüyoruz. Putin de Suriye’deki meşruiyetini Esed üzerinden kuruyor. Kavga Suriye’de veriliyor, Esed halen Suriye’nin tanınmış devlet başkanı rolünü icra ediyor. Biz nihai planda Esed’li bir Suriye öngörmüyoruz, ancak Esed 10 yıldır iktidarını koruyor, her platformda Rusya üzerinden ‘Suriye’nin toprak bütünlüğü’nü kayda geçiriyor, ‘Suriye yönetiminin davet ettikleri dışındaki tüm güçleri yabancı güç4 kategorisine sokuyor, resmi devlet gücü dışındaki tüm silahlı yapıları -buna Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu dahil- ‘Terörist’ diye niteliyor…. ‘Arkasında Rusya olmasa Esed bir gün bile dayanamaz’ deniyor ama, arkasında Rusya duruyor ve halen de duracak gibi görünüyor. Bu durumda Suriye’de nihai çözüm ne olacak?
Bizim kurgumuz muhtemelen şu: Son noktada Suriye’de seçimler yapılacak, Esed gidecek, yeni yönetim Suriye Milli Ordusu (SMO)’nun temsil ettiği muhalefetle iktidarı paylaşacak, SMO bir şekilde meşrulaşacak… Bu çok yalın bir çerçeve. Oysa işin bu kadar yalın olmadığı açık. Şu sorular muallakta: “Rusya ne olacak? Amerika ne olacak? Amerika’nın himayesine aldığı Rusya’nın da görmezden geldiği PYD-YPG yapılanması ne olacak? Türkiye, Suriye toprağında gözümüz yok, diyor. Şu an Türkiye’nin denetiminde olan Suriye topraklarıyla ilişkimiz ne olacak? Türkiye sınırında Suriye topraklarında bir tampon bölge mi kurulacak? Bu tampon bölgenin nüfus yapısı nasıl olacak? Türkiye’ye gelmiş ve yıllar içinde yerleşmiş Suriyeliler geri dönecek mi? Geri döndüklerinde yıkılmış şehirlerde nasıl yaşayacaklar?
Aslında Esed veya başkası, Suriye’de yönetim kimde kalırsa kalsın dehşet verici bir bakıye ile karşı karşıya olduğu kesin. Esed, yıllardır muhalefetle mücadele adına kendi şehirlerini bombalayan bir adam. Yıkılmış, tarümar olmuş şehirlerden söz ediyoruz Suriye deyince… Milyonlarca insanı yer değiştirmiş, başka ülkelere göç etmiş bir Suriye söz konusu. Nasıl yapar bir insan bunu kendi ülkesine? Gerçekten Esed’in projelendirdiği Suriye’yi tasarlamak da mümkün değil.
Suriye’de işlerin durulacağı bir takvimi öngörebilen var mı? Türkiye işin içine girdiğinden bu yana, varılacak sonucu öngörebiliyor mu? O sonuç Türkiye için ne anlam taşıyor?
Moskova’da varılan mutabakat bütün bunlar düşünüldüğünde o kadar sınırlı bir nitelik taşıyor ki… Bu durumda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rus Dışişleri Bakanı’na “Esed’le konuşuldu mu?” diye sormasını nasıl anlamalıyız?