Ayasofya imamı politika yapsın mı?
Bu soru, biraz da Ayasofya’nın sembolik değerinden yola çıkarak, İmama adeta “meşihat makamı” rolü verilerek soruluyor. Aslında soru “Bütün imamların politika yapıyor olmasına ne dersiniz?” şeklinde sorulabilir.
Bu soruyu daha kökten biçimde “Diyanet İşleri Başkanı politika yapsın mı?” şeklinde sormak mümkün. Kaldı ki, kimi tartışmalı konularda Diyanet İşleri Başkanı da beyanatlarıyla devreye girmiş bulunuyor.
Bu soruların cevabını “Politika yapsınlar, ne var bunda?” diye verdiğimizde karşımıza ikinci bir soru çıkar: “Nasıl politika yapsınlar?” Buna hemen “İktidarın diliyle mi, muhalefetin diliyle mi?” sorusu eklenebilir.
Bu sorunun cevabını -daha dini eksende vermek gerektiğinde- “Canım Kur’an o günkü politik mesele için ne diyorsa onu söylesinle” diye verdiğinizde de önünüze, Kuran ayetlerinin yorumları çıkar.
Kuran ayetlerinin yorumunda mutabakat sağlansa bile, Kuran ayetleri içinden o anki duruma uygun ayeti seçmek dahi bir yorum meselesidir.
Ayrıca tercih ettiğiniz politik tavra göre şu ayeti görüp şu ayeti görmeme ihtimaliniz söz konusu olabilir. Kuran Ehl-i Kitap din adamlarından yola çıkarak, “Allah’ın ayetlerinin gizlenmesinden ve az bir karşılık sebebiyle anlamlarının kaydırılmasından” bahsediyor. Bu ayetler bize, din adına konuşanların kendi çıkarları ya da hakim gücün beklentileri istikametinde Allah’ın ayetlerini kullanabileceği ihtimali bulunduğunu anlatmaktadır.
Bu ihtimalden İslam içinde din adına konuşanlar müstağni midir?
Hele din adamlarının resmen devlet görevlisi olduğu, devletten maaş aldığı ve şu veya bu yerde istihdamları, yönetenlerin bir emrine bağlı olduğu ülkemizde?
Ayasofya İmamı, aynı zamanda Cumhurbaşkanı da olan Ak Parti liderinin politik duruşuna uygun konuştuğu için -fetva verdiği için- Lideri savunanlar onun duruşunu da savunuyorlar.
Peki ama Hocaefendi -bizim dilimizde İmam Bey denmez- Lider’in ya da iktidarın İslam’la bağdaşmayan bir davranışını eleştirebilme imkanına da sahip midir? Buna cesaret etse kaç kere yapabilir, kaçıncıda yerinde kalabilir, ya da hangi safhada bizzat iktidar sahiplerince “Hoca da kendi işine baksın” gibi bir uyarıyla karşılaşmaz.
İmamı Azam Ebu Hanife’den beri, Ahmed bin Hanbel’den beri bu iş çetrefildir, çilelidir.
Ben Hayreddin Karaman Hoca’nın İran ile ilgili bir değerlendirmesinde “Ayetullahların iktidardan bağımsız kalmasına işaret ederek bunun önemli olduğuna vurgu yaptığın” hatırlıyorum. Ben bunu yazdığımda hemen Hayreddin Hoca’nın kendisinin, “mevcut iktidara destek vermeyi dini argümanla adeta farz olarak gördüğünü” hatırlatacaklardır. Ne diyeyim, Hoca’nın mutlaka bir izahı vardır o konuda.
Ama Şeriatla, yani dini referansla yönetilen Suudi Arabistan’da bile yönetimle ulema arasında derin ihtilaflar çıkıyor ve bu yüzden Suud yönetimi, birçok alimi hapse atmış bulunuyor.
Ben, din alimlerinin ya da hocaların ülke meseleleri üzerine hiçbir değerlendirme yapmamaları gerektiği kanaatinde değilim. İslam hayata ölçüler koyan bir dindir ve bu ölçülerin ifade edilmesinden daha tabii bir şey yoktur.
Ancak bunun, herhangi bir siyasi yapıya monte olarak yapılması sorunludur, bir. Çünkü bu, dinin istismarı gibi bir algı oluşturur ve o siyasi yapıyı onaylamayan insanların din ile ilişkilerini problemli hale getirir.
İkincisi, din adına eleştirilerinizi zayıf olana, desteğinizi güçlü olana verirseniz, dini güçlü olanın kullandığı bir araç durumuna düşürürsünüz.
Üçüncüsü, dinin ortaya konacak hükümlerinin, hem yeni – eski insani meselelerin yeterince kavrandığı ve hem de dinin o alandaki değerlendirmesinin yeterince özümsendiği bir ilmi seviye içinden belirlenmesi gerekir. Mesele, dindeki bir hükmün tekrarından daha derinliklidir. Buna İslam Fıkhı’ndaki “zaman ve ahkam” arasındaki uyumu yakalamak diye bakabiliriz. Orada bir değişim imkanından söz ediyor fıkıh. Onu yakalamak, bir Fıkıh kuralıdır. Onu yakalayamazsanız “dini zaman dışı gösterme tehlikesi”ne düşersiniz ya da “dini zamana uydurma tehlikesi”ne… Dolayısıyla “Değişimin dozu” diye hassas bir terazi vardır.
Dinin hoyratça piyasa malzemesi haline dönüştürüldüğü bir dönemi yaşıyoruz. Bu pazardan “Has dini” bulup çıkarmak öylesine zor ki, insanların derin bir kimlik bunalımı yaşaması riski son derece yakıcı bir sorun haline geliyor.
Dosta düşmana, dini bir “Pazar metaı” haline getirirken “Allah’tan korkun” demekten başka bir şey gelmiyor aklıma. İkincisi de ilim adamlarına İslam’ı “Asrın idraki”ne sunabilme cehdine soyunmaları çağrısından başka bir şey gelmiyor.