Aygün ve bölgenin çıplak gerçeği

Ahmet Taşgetiren

Söz, AK Partili milletvekillerinin temsil hüviyetinin irdelenmesine geldiğinde, bir dokun bin ah işit türünden serzenişler dinlemiştim:

Bir anlamda "kelle koltukta" siyaset yapıyorlardı.
Vali'nin, emniyet müdürünün, jandarma komutanının yanında onlarca koruma vardı ama milletvekillerinin koruması yoktu. Diyelim KCK'nın yoğun biçimde örgütlendiği bir ilçe, bir mahalleye gitmek gerektiğinde, gerçekten can güvenliği sorunu gündeme geliyordu. Kendilerinin can güvenliği, ziyaret edecekleri kişinin, kişilerin can güvenliği...

Çok iyi tanıdığınız ve PKK'ya zerre kadar sempatisi olmayan bir insan bile "ne olursunuz bana gelmeyin, siz gittikten sonra evimi başıma yıkarlar bunlar benim" gibi bir mukabelede bulunabiliyordu.

Bölgede AK Partili siyasetçiye yönelik bu tür tehditler, biraz da olağan, hatta meşru (!) görülmeye başlanırken, kendisi de Kürt ve Alevi olan Hüseyin Aygün'ün kaçırılması...

Bir kere daha bölgedeki terörün hangi boyutlarda olduğunu gözler önüne seriyor.

Canavarın ağzından alınan milletvekilliği

Ki Aygün, Tunceli'de milletvekilliğini, deyim yerindeyse canavarın ağzından almış.
Terörün kol gezdiği bir zeminden milletvekili seçilmiş. Şu sözler ona ait:

"Biz Dersim'de resmen, PKK terörü altında bir seçim kampanyası yürüttük, BDP terörü altında.
Tehdit ettiler, burası bizimdir, hiç kimse giremez, adaylar ajandır deyip yoğun bir şekilde propaganda yaptılar. PKK'lılar köylere indi, halkı tehdit ettiler, bu sandıklardan BDP'nin bağımsız adayına oy çıkacak diye.
Diyarbakır'da da AKP'lileri tehdit ettiler. Oysa BDP Ankara'da siyaset yapıyor. Biri, BDP'lileri tehdit etse hepimiz karşı çıkarız. Ama orada PKK resmen terör estiriyor.

Örgütün sivillere yönelik yaptığı eylemler var. Bu yaz boyunca, Dersim'de beş kişiyi kurşuna dizdi örgüt. Örgütün, o bölgede siyaset yapan bütün figürlere uyguladığı şiddet var, Diyarbakır'da ve Dersim'de. Orayı tamamen örgüte terk etmişler, örgüt istediğini yapıyor."

Hüseyin Aygün, aydınları da suçluyor: "Türkiye'deki aydınlar uzun süredir, PKK'nın kuyruğuna takılmış durumdalar. Eleştiri yapmıyorlar, sadece devlete, hükümete çağrı yapıyorlar. Devlet bir şey yaptığında yerden yere vuruyorlar, örgüt, bir sürü kişiyi, sorgusuz sualsiz kurşuna diziyor, tek bir kelam etmiyorlar."
PKK terörüne rağmen seçiliyor Hüseyin Aygün ama bugün o terörü bedeninde hissediyor.

Nasrettin Hoca'nın türbesi gibi

Burada, yani bölgede terörün hangi boyutlara ulaştığını anlamak bakımından, BDP'li Adil Kurt'un, ister "meydan okur üslupta" deyin ister "ihbar" niteliğinde sayın, söylediklerini görmek gerekiyor. Adil Kurt "Şemdinli tek değil" diyor resmen. Bakın şu sözlere:

"Hükümet dikkatleri Şemdinli üzerinde tutmaya çalışıyor ama benzer durumda başka yerler de var. Cizre bölgesinde oluşturulmuş çok fazla fiili alan var. Devlet açısından o bölge Nasrettin Hoca'nın kabri gibi. Nasrettin Hoca'nın kabrinde duvar yok ama kilitli kapı var. Onun gibi. Derecik istikametine giden yolda, kontrol noktası konmuş ama o bölgede onun dışında bir etki yok. Herkes birbirinin varlığını kabul eder gibi bir durum var. PKK bir yerde duruyor. Asker de taburunda duruyor. Fiili bir durum söz konusu o alanda."
Nasıl okumalı bu sözleri?
İşte yol kesildi ve bir milletvekili kaçırıldı?
Başbakan AK Partili milletvekillerine "can pahasına" sahada olmalarını söylüyor.
Milletvekillerinin "can pahasına" çalışabildiği bir alanda sade vatandaşın algıladığı terör-baskı nedir, düşünmek bile ürkütücü.

Bence hükümetin de külahını önüne koyup düşünmesi gerekiyor, Hüseyin Aygün'ün terörü görmezden gelmekle suçladığı aydınların da... Yolu kesilen AK Partili bir bakan da olabilirdi, aymaz aydınlardan biri de...

TEBRİK: Kadir gecenizi bütün kalbimle tebrik ediyor, bu kutlu gecenin evlerimize, gönüllerimize bin aylık bereketler getirmesini niyaz ediyorum.

bugün