Ergenekon davası ile ilgili olarak ilk söylenecek şey, tabii ki, davanın henüz iddianamesinin bile hazırlanmamış olmasının ve buna rağmen birçok kişinin tutuklu bulunmasının hukuk açısından çok sağlıklı olmadığı gerçeğidir.
Ama herhalde bunun soruşturmayı yürüten savcılık açısından da bir gerekçesi vardır. Şunu düşünmek mümkün: Öylesine çetrefilli bir dava ile karşı karşıya bulunuluyor ki, her adımı, soruşturmayı yürüten ekibin cesaretini gerektiriyor. Son gözaltılarla oluşan gümbürtüye bakıp, gerekli olan "cesaret" in boyutu kavranabilir.
"Bir ilk" manşetleri boşuna atılmıyor, evet, bugüne kadar darbe yapılır ve başarılı olunmuşsa, genelde siyasetçiler okkanın altına giderdi. Şu anda "darbe girişimi" ile suçlananlar takibata uğruyor ve gözaltına alınıyor. Bunun olağan bir hukuk süreci olmadığı ve o yüzden "cesaret"ten bahsettiğimiz açık.
Kaldı ki, bu işler, başka ülkelerde de "cesur savcılar"ın varlığını gerektirmiş.
Şimdi "güncel"in değerlendirmesine gelirsek... Gözaltıların kapsamı ve gözaltına alınanların tamamının birbiriyle bağlantısının olup olmadığına dair şu anda bir şey söylemek mümkün değil. Onun hesabı savcı ile ilgili. Savcı yanlış yapıyor demek de anlamsız, doğru yapıyor demek de. Dileyelim ki adalet olsun.
Ancak... Özden Örnek'in günlükleri, Ayışığı, Sarıkız ve Cumhuriyet Çalışma Grubu iddiaları orada durdukça, en azından Şener Eruygur ve Hurşit Tolon'la ilgili böyle bir operasyon kaçınılmazdı. Eruygur ve Tolon'la ilgili bir operasyon başladığında ise bu paşaların sivil ve askeri bağlantılarına gidilmemesi mümkün değildi.
Çünkü bir darbe çalışması söz konusu ise bu iki kişiyle yapılmazdı, bir, sadece askerle yapılmaz, sivil ayakları da bulunurdu, iki. Yine tekrar ediyorum, gözaltına alınanların tümü böyle bir oluşumla bağlantılı mıdır, bu, dava sürecinde anlaşılacaktır ama Eruygur ve Tolon için böyle bir dava kaçınılmazdı. Kuvvet komutanlığına kadar yükselmiş bu iki komutan, en azından "darbe girişimi suçlaması"ndan aklanmak için böyle bir davanın açılmasını isteyebilirlerdi. Bana göre bu dava, aslında Türk Silahlı Kuvvetleri için de kaçınılmazdı.
Çünkü, emekli komutanların hâlâ bir darbe oluşumu içinde bulunuyor olabilmeleri için, Türk Silahlı Kuvvetleri ile bağlantıyı sürdürüyor olmaları da gerekirdi ve bu da, ya mevcut komuta heyetinin bu işin içinde olduğu anlamına gelir ya da mevcut hiyerarşi dışında bir oluşuma işaret ederdi.
Bu ise, hangi taraftan bakılırsa bakılsın, TSK için problem demekti. TSK da bu işin açığa çıkmasını istemeliydi. Bu yönden bakıldığında, Başbakan Erdoğan'ın geleceğin Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ'la yaptığı görüşmede bunların konuşulmuş olması düşünülebilir. Hem Başbakan hem Genelkurmay Başkanı, TSK'dan birlikte sorumludurlar ve bu milli kurumun, herhangi bir maceraya alet edilmemesini sağlamak durumundadırlar.
Bu, Başbakan açısından, sadece Genelkurmay Başkanı'na havale edilecek bir iş de değildir. Özgüveni olan bir Başbakan, sorumlu bulunduğu kurumun hem hukuk içinde kalmasına hem gücünü korumasına ve artırmasına, ülke güvenliği için en iyi durumda bulunmasına itina eder. TSK'nın darbe girişimlerine karşı korunması da, TSK'nın asli misyonunu yeterince ifa edebilmesi açısından hayati önem taşır. "Paşa olmak da kolay değil" başlıklı yazımda, Başbakan'ın da Org. Başbuğ'a, "Paşam, bu Lahika neyin nesi, bu CÇG neyin nesi, bilginiz var mı?" diye sormuş olabileceğini yazmıştım.
Bu soruyu sormak, normal hukuk devletlerinde en tabii hakkıdır bir Başbakan'ın. Bizde yadırganıyor, çünkü bizde soruyu hep Asker'in soracağı var sayılıyor. Sayın Baykal'ın tepkilerine bakınız. Bir sivil siyasetçi profili görüyor musunuz zatı alilerinde?
AYM, iktidar partisini kapatacaksa, hukuk işliyor, darbe girişimi ile suçlananlar yargı huzuruna çıktığında "Hitler ve Stalin rolü" devreye giriyor. Bu, Türkiye'nin ana muhalefet çizgisi! Hukuk devleti yolundaki evrilmeyi hiç gündemine almayanlar şaşırmakta haksız sayılmazlar. Ama Türkiye bir gün muhakkak oraya, yani herkesin hesap verebilirliği noktasına varacaktı. Bence, şu yaşanan süreçte TSK kaybetmeyecek.
Bundan böyle hiç kimse, darbe arayışından medet umamayacağı, çünkü çekirgenin üçüncü sıçramadan sonra yakalanacağı gerçeğini idrak edeceği için, Ordu bünyesinde herkes ülke güvenliğine odaklanacak. "Asker - siyaset" ilişkisi TSK'nın ana misyonu ile sınırlı olacak.
Böylece toplum, "Asker darbe yapar mı?" kuşkusundan kurtulacak ve askerine daha büyük güvenle bakacak. İddianame açıklansın. Yargılama başlasın. Adalet olsun. Aynı dileği Ak Parti davası için de tekrarlıyorum. Çünkü "Adalet mülkün temelidir!"