AYM yanlış yaparsa...
"Yasama yanlış yaparsa AYM düzeltir, yürütme yanlış yaparsa Danıştay düzeltir..." diye kurulan cümleler nihayet o soruya geldi. "Ya AYM yanlış yaparsa..." Bu soru, bugün her zamankinden daha çok kamuoyuna mal olmuş ve, yüksek yargının ifa etmesi gereken sorumluluğu ciddi oranda engelleyici bir mahiyet kazanmıştır. Sonuç, güven aşınmasıdır. Dün üç gazetede, üç önemli kişi, AYM ile ilgili bu güven sorununu gündeme getiriyordu.
Milliyet'te Devrim Sevimay, Türkiye'nin eski AİHM temsilcisi Rıza Türmen'e sormuştu bu soruyu. Onun cevabı "mahkemedir yanlış kararlar verebilir"le başlıyor, "mahkemedeki yargıçların bağımsızlığı varsa, yargıçlar kaliteliyse, yargıçların eğitimi iyi ise yanlış marjı çok azalacaktır" diyordu. Sorun tam da buydu: Yargıçların bağımsızlığı... kalitesi... eğitim seviyesi...
Star'da, Fadime Özkan'a konuşan Anayasa profesörü Yavuz Atar, "Ak Parti ve Meclis çoğunluk iktidarı diye eleştiriliyor, ama AYM de kritik kararları 9'a 2 veriyor. Bu da çoğunlukçu yargı demek." diyor. Yeni Şafak'ta Mehmet Gündem'e konuşan bir başka anayasa profesörü Zühtü Arslan, "Hukuk temelini değiştiren bir yargı darbesi yaşıyoruz.
Parlamento vesayet altında" gibi cümlelerden sonra "İptal kararı Anayasa'nın birçok maddesinin ihlali niteliğindedir. Anayasa'yı korumakla görevli bir organın, bizzat Anayasa'yı ihlal eden kararlar alması hukuka ve devlete olan güveni sarsar.
Uzun vadede hukuk devletine en büyük zararı bu güvensizlik verir." diyor. Bunlar, bilim ve hukuk camiasının değerlendirmeleri. Medya çok daha fazlasını söylüyor, tartışmalar başladığından bu yana, ya da daha geniş yıllar içinde baktığımızda AYM ile ilgili tartışma, ciltlere sığmaz. "Darbe süreçleri ve AYM" başlığı altında bile, AYM'nin iyi sınavlarının anlatılmadığı kitaplar yayınlanmıştır. Şu anda Türkiye'de "9'dan mı korkuyorsunuz, 411'den mi?" gibi bir kamuoyu araştırması yapılsa, "9" rakamının bir korku sembolü haline geldiğini düşünmek abartılı olmamalı.
AYM yargıçlarının tarafsızlığının tartışıldığı çok açık bir gerçek değil mi? Bunda onları tayin eden cumhurbaşkanlarının siyasi perspektifi dikkate alınmıyor mu? Bunlardan özellikle Sezer tarafından seçilen 8'inin ve 28 Şubat süreci içindeki Demirel tarafından seçilen 1'inin oluşturduğu blok, kararların sonucu etkileme potansiyeli itibariyle daha çok tartışmalı değil mi?
Benzeri tartışmayı diğer iki üye için yapmak mümkün değildir, demiyorum. Belki onların durumunun telafi edilebilir yanı, iki kişi olarak kararları etkileme potansiyellerinin olabildiğince sınırlı olmasından dolayıdır. Ama ortada, siyasi tercihlerin söz konusu kararlarda çoğu zaman oluşan 9 kişilik bir blok varsa, o blokun çizgisi aşağı - yukarı tahmin edilebilir hale geliyorsa ve o çizgi, toplumun geniş eğilimi ile çelişen bir siyasi çizgi ile bütünleşiyorsa soru işaretlerinin çıkması kaçınılmazdır. Türkiye, Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok olayını yaşamıştır.
Cumhurbaşkanı Sezer onu CHP bağlantısına rağmen AYM üyeliğine seçmiş, Özok'un CHP ile bağlantısı kamuoyunda geniş tepkiye yol açınca, ilginçtir, Sezer, seçme iradesini iptal etmemiş, Özok, "alicenaplık" göstererek "Bu etik olmaz" demiş ve görevden affını istemiştir. Yani şayet Özok, yapılanı içine sindirmiş olsaydı, bugün AYM üyesi idi. Nitekim Serruh Kaleli, DSP kökenine rağmen AYM üyesi yapılmıştır. Bizden, AYM üyelerinin her birisinin siyasi - ideolojik çizgilerinden arınmış olarak görev yaptıklarını kabul etmemiz isteniyor. Ama yaşanan hadiseler buna fırsat vermiyor.
Osman Paksüt'ün bir AYM yargıcı olarak adının karıştığı gelişmeler de üyelerle ilgili güvenilirlik sorununu beslemiştir. Türemen'in sözlerine geri dönersek: -Yargıç bağımsızlığı.. -Yargıç tarafsızlığı... -Yargıçın iyi eğitim almış olması... AYM yargıçları bu üç kriter açısından değerlendirildiğinde kamuoyunun zihninde oluşan "yargı" nedir?
Mesela "Kime karşı bağımsız?" Sorusu sorulduğunda "siyasi iktidara karşı bağımsız" demek yeterli midir? Türkiye'de bağımsızlığı, zaman zaman iktidardan daha müessir hale gelen başka güç odaklarına karşı da koruma zarureti bulunmuyor mu? "Tarafsız" dendiğinde nasıl bir tarafsızlık, kime karşı tarafsızlık sorusu sorulmuyor mu? Ya da "AYM üyeleri Anayasadan, laiklikten, Atatürkçülükten yana taraf" cümlesi, tarafsızlığı izah için yeterli oluyor mu?
Anayasanın, laikliğin, Atatürkçülüğün yorumu bile farklılıklar arz etmiyor mu? Tüm bu disiplinleri, 9 kişi şu tarzda yorumlayıp ona göre hüküm oluşturunca, ortaya tarafsız bir yargı kararı çıkmış mı oluyor? Bu karar, toplumun o disiplinlere ilişkin yorumlarından farklı ise, toplumun yargısı üstelik, bir çok bilim adamının görüşü ile ayniyet arz ediyorsa, sadece "Cumhurbaşkanınca seçilme keyfiyeti", bu kararların kutsal yargılar haline gelmesi için yeterli oluyor mu?
Hadise "Canım altı astarı bir yargı kararı, şöyle olsa ne olur, böyle olsa ne olur" niteliğinde olsa, izah edilir bir yanı bulunabilir. Ama bu kararlarla halktan yüzde 47 oy almış bir partiyi kapatabiliyorsunuz. Halkın en önemli özgürlük tartışmalarından birisinde taraf oluyorsunuz.
CHP Genel sekreteri Önder Sav, AYM üyelerine sesleniyor: -Arkanızda CHP var! İşte bu tablo. CHP eğilimli olmak veya Ak Parti karşıtı olmak... Bir yargıç için, tarafsızlık noktasında sorunlu olmak için fark etmiyor. Soralım: "AYM'nin CHP eğilimli üyeleri, Ak Parti'nin kapatılmasına kararı verdi" tarzında bir toplumsal kanaat AYM üzerinde oluşursa bunun AYM'ye bedeli ne olur?
Bence AYM şu anda böyle bir risk altında...
bugün