Aynı hınç, aynı gurur, aynı ölümcül hata...

İbrahim Karagül

Bu bölgenin diktatörleri kendilerini sorgulamaz. Günahlarını kabullenmez. Haklıdır, hatasızdır, doğru yoldadır.

Halk adına, ülke adına, insanlık adına en doğru olan onlardır. Bu karakterle donanmış rejimlerin tepesindedirler. Ölümleri pahasına, bu zirveden inmeyi akıllarına bile getirmezler.

Yeri gelir dünyaya meydan okurlar. Yeri gelir kendi insanlarına meydan okurlar. Mutlak yönetim yetkisi onlardadır. Barışın ve savaşın kaderi onların elindedir. Öldürme yetkisi onlardadır.

Mutlak güce inanırlar. Ülkelerini güvenlik ve silahla, baskıyla, gerekirse demir yumrukla yönetirler. Gerekmediği zaman şefkatlidirler. Ancak bir gün şefkat gösterdiklerini yarın elleriyle toprağa gömerler.

Bu bölgenin diktatörleri bazıları için özgürlük isterken, özgürlük isteyen başkalarını yok ederler. Bazıları için demokrasi, refah isterken başkalarının refah isteklerini kanla ödetirler. Onların istediği kadar özgür, onların istediği kadar huzurlu, onların istediği kadar vatansever, onların istediği kadar birey olabilirsin.

Anti emperyaldirler, bağımsızlıkçıdırlar, en ileri vatanseverdirler. Ama iktidarlarına yönelik tehdit algılamalarını ülkeye yönelik tehdit diye kabul ederler. Dış tehditle kitleleri denetim altında tutarlar, karşı koyanları hainlikle suçlarlar.

Bu bölgenin güçlü adamları, katı liderleri, tartışmasız önderleri bu kimliklerinden, özelliklerinden asla vazgeçmezler. Ölümle sonuçlansa bile öyle kalırlar. Bir çoğu, bölgesel ve küresel güç oyunları içindeki boşlukları iyi okuyarak, yorumlayarak müthiş bir cambazlıkla ayakta kalırlar. Ama okuyamadıkları zaman, şartlar değiştiği zaman, kitleler onları istemediği zaman bu yetenekleri kaybolur. Yine de direnirler, değişmezler, geri adım atmazlar. Bu hatalarının bedelini canlarıyla öderler.

Ölüm anında bile bu inatlarından vazgeçmezler. Çünkü onlar ülkenin sahibidir, halkın babasıdır. Kaddafi'nin "ben sizin babanızım, hata yapıyorsunuz, siz benim evlatlarımsınız" sözleri böyle bir şeydir. Saddam Hüseyin'in boğazına ilmik geçirildiği anda bile hatasını kabul etmemesi böyle bir şeydir. Hüsnü Mübarek'in kafesle geldiği mahkeme salonunda aynı şeyleri söylemesi bundandır.

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın dünkü konuşmasını izlerken bunları düşündüm. Aynı bakış açısı, aynı mantık, aynı öfke, içinde bulunduğu durumu okuyamaya ve meydan okuma hali...

Esad'ın haklı olduğu yönler var. Demokrasi ve özgürlük düşmanı rejimlerin Suriye'de demokrasi için baskı yapması, ülke içindeki sorun dışarıdan gelen müdahale, iç çatışmanın özellikle teşvik edilmesi, Arap ülkelerinin çelişkili tutumları gibi...

Ama başka gerçekler de var. Suriye halkının bir kısmı bu devletle yaşamak istemiyor. Ona inanmıyor, güvenmiyor. Esad ve yönetimini sahiplenmiyor, gitmesini istiyor.

Öyleyse, "dış tehdit", "dış müdahale" söylemlerinin dışında yapılması gerekenleri kabul etmesi lazım. Bir an önce, radikal kararlar vermesi, iç barış için sürpriz adımlar atması lazım. Ancak o zaman inandırıcı olacaktır. Ancak o zaman kendi halkıyla barış yolu açılacaktır.

Esad'ın, haklı olduğu argümanların ardına sığınarak ülkesini kan gölüne çeviren gerçekleri kamufle etmesi akıllıca değil. Eğer dış müdahale varsa, bunun en büyük müsebbibi bugüne kadar uygulanan katı, uzlaşmasız tutumdur. Bu bölgede dış müdahaleye karşı teyakkuzda olan güçlerin bir çoğu aslında dış müdahalenin en önemli gerekçesini oluşturuyor. Bunun farkında olmak, şuan için en fazla Şam yönetimi için bir zarurettir.

Bu yüzden, "zafer" ilanı inandırıcı değil. Şam yönetiminin bu tutumla, İran ve Irak desteğiyle zafer kazanamayacağını bilmesi gerekir. Bir ülkenin daha iç hesaplaşmaya sürüklenmesi acı verici. Hele dış müdahale olursa bu katlanılabilir bir şey değil. Esad yönetimi bunu önlemek istiyorsa, suçladıkları güçler kadar kendisini de sorgulaması, kendi günahlarının da frakında olması gerekir.

 

yenişafak