Bahçeli'den Açıklamalar (VİDEO)

Parti grubunda konuşan MHP lideri Devlet Bahçeli, hedefine hükümeti alırken, sözlerini bitirirken ilginç bir imada bulundu. Bahçeli'nin açıklamlarının tam metni ve görüntüleri:

MHP lideri Devlet Bahçeli, partisinin Meclis Grup toplantısında partili milletvekillerine selendi.

Bahçeli sözlerine, Yunus Emre Kültür ve Sanat Haftasını kutlayarak başladı. Yunus'u Anadolu'nun manevi önderi olarak niteleyen Bahçeli, bugün içinde bulunulan gerilim ve çatışma ortamından kurtuluşun reçetesi olarak Yunus Emre'yi daha iyi anlamakla olacağını savundu.

Bahçeli'nin açıklamlarının tam metni ve görüntüleri şöyleydi:

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Basınımızın Muhterem Temsilcileri,

Hepinizi en iyi dileklerimle ve saygılarımla selamlıyorum.

Bu Grup toplantımızın yapıldığı gün, aynı zamanda büyük Türk düşünürü Yunus Emre'nin anıldığı "Uluslararası Yunus Emre Kültür ve Sanat Haftası"na rastlamış bulunmaktadır.

Bildiğiniz gibi, Yunus Emre, Anadolu'da Türk birliğinin ve kardeşliğinin sağlanmasında rol almış manevi önderlerin başında gelmektedir.

O'nun insan sevgisi ile yoğrulmuş şiirleri yüzlerce yıl dilden dile gönülden gönüle ulaşarak, vatan yaptığımız bu topraklarda barışın, huzurun kökleşmesine vesile olmuştur.

Allah sevgisi ve beşeri sevgiyi tasavvuf ile kaynaştırmış, her şeyden önce insan olmanın doğasını, kardeşlik duygusunun erdemini ve ilahi aşkın terbiyesini,  muhteşem bir manzum terkip ile ortaya koymuştur.

Bugün de içinde bulunduğumuz, gerilimler ve çatışmalarla yoğunlaşmış ortamda, en çok ihtiyacımız olan "sevgi" ve "hoşgörü"yü rehber edinen Yunus'un mesajlarının daha iyi anlaşılması ve nüfuz edilmiş olması hepimizin dileğidir.

Yaratılanı yaratandan ötürü hoş gören bir yüksek vicdanın Türkçe seslenişinin, aziz milletimizde bugün de cevap ve yankı bulmasını temenni ediyor, büyük Türk ozanı ve tasavvuf ehli Yunus Emre'yi hayranlık, sevgi ve rahmet ile anıyorum.

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye'nin sancılı siyasi gündemi her geçen gün yeni sorunlarla ağırlaşmakta ve çok ciddi bir güven bunalımı ve iktidar çözülmesi yaşanmaktadır.

Bunun sonucu içinden geçtiğimiz kriz dönemi kontrol edilemez ve yönetilemez bir hale gelmektedir.

Her gün bir yenisi yaşanan bunalımların yıkıcı tahribatı altında ezilen Türkiye, her alanda ağırlaşan kronik sorunlar, tehdit ve tehlikeler karşısında savunmasız ve çaresiz bırakılmıştır.

Etnik bölücülük gündeminin zemin kazanması; etnik tahriklerin iç çatışma riskini arttırmış olması; üniversitelerde yaşanan gerginlikler; sosyal yaraların kangrene dönüşmesi; makro ekonomik dengelerdeki yapısal bozuklukların su üstüne çıkması sonucu ekonomide çizilen hayali pembe tabloların kumdan kaleler gibi teker teker yıkılması, bunun göstergeleri ve işaretleridir.

Bu durum, son dönemde pusulasını iyice şaşıran ve çok ağır bir yönetim aczi ve zaafı içine düşen Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin eseridir.

  • Bugün Türkiye;

- Varlığını şeklen sürdüren,

- Ülkeyi yönetme iradesi ve kapasitesine sahip olmayan,

- Çok derin bir kavrama, anlama ve muhakeme bunalımı ve inandırıcılık ve itibar sorunu yaşayan,

- Sağduyu yerine inatlaşmayı, demokratik uzlaşma yerine dayatmayı rehber edinen,

- Siyasi geleceğini ne pahasına olursa olsun kurtarmak için meşruiyeti tartışmalı her yolu ve yöntemi meşru sayan,

- Panik psikolojisi içinde dengesini ve kontrolü tamamen kaybeden ve,

- Siyasi anlamda felç olmuş bir hükümetle karanlık bir tünelde sonu meçhul bir yolculuğa mahkûm edilmiştir.

  • Bu hazin durumun tevil götürecek, inkar edilecek, saptırılacak ve gizlenecek bir tarafı artık kalmamıştır.
  • Bir taraftan ucuz bir milli irade edebiyatı yaparken, diğer taraftan fiil ve icraatıyla Türkiye'yi bu duruma sokarak milletin emanetine ihanet eden AKP'nin macera yolculuğunda gelinen bu son durakta, araba yoldan çıkmak üzeredir.

Türkiye şimdi bunun sancılarını, sıkıntılarını ve çalkantılarını yaşamaktadır. Bu noktadan sonra, tel tel dökülen Adalet ve Kalkınma Partisi'nin dikiş tutması artık mümkün değildir.

Sayın Milletvekilleri,

Türkiye'yi yönetmenin asgari icaplarını bile yerine getiremeyecek bir duruma düşen AKP hükümetinin bütün rasyonel ölçülerden uzaklaştığının son tezahürleri, 1 Mayıs kutlamalarında görülmüştür.

  • 1 Mayıs'ta İstanbul'da yaşanan esef verici olaylar ve bir savaş ortamını andıran görüntüleri milletimiz hak etmemiştir.

- Kuru bir inat ve anlamsız bir tahrikçilik bayraktarlığı yapan AKP hükümeti, toplum psikolojisini ve gerilim dinamiklerini doğru okuyamamış ve bu tutumuyla bu utanç tablosunun başlıca mimarı olmuştur.

- Hedef ayrımı yapılmaksızın kontrolsüz ve topyekün güç kullanılması olayları çığırından çıkarmıştır. Bu puslu ortam, yasadışı bazı bölücü örgütlerin kışkırtıcı militanlarının sahneye çıkmasını da kolaylaştırmıştır.

  • Etnik bölücülerin terör örgütü ve İmralı canisi lehine kanunsuz sokak eylemleri karşısında "Kopenhag siyasi kriterleri" bahanesiyle sessiz ve tepkisiz kalan ve bu başkaldırılara "Batı standartlarını" uyguladığını söyleyerek bundan iftihar payesi çıkaran hükümet, 1 Mayıs'ta işçilere karşı ise "ceberut AKP kriterlerini" uygulamıştır.

- Avrupa Birliği'nin siyasi himaye altına aldığı etnik bölücülere karşı Brüksel'e diyet borcu nedeniyle müsamahalı davranan Sayın Başbakan'ın Brüksel'in ilgi alanına girmeyen Türk işçisine karşı sergilediği sert tavır dikkatlerden kaçmamıştır.

- Bu vesileyle sahte demokratlık maskesi düşmüş ve herkesin hangi irtifada durduğu, gerçekte kimin ayak, kimin de baş olduğu milli vicdanda tescil edilmiştir.

- Kendisinin de işçi kökenli olduğunu şimdi mahcup bir şekilde hatırlayarak vicdanını temizlemek için boşuna bir gayret içine giren Sayın Başbakan, bu ayıbın yükünden asla ve asla kurtulamayacaktır.

  • 1 Mayıs'ta İstanbul'da şahit olunan çirkin manzaralardan başta AKP hükümeti olmak üzere herkes gereken dersleri çıkarmalıdır.

- Burada, bazı münferit aşırılıklar dışında, talimatları uygulayan emniyet güçlerimizi topyekün suçlamak ve töhmet altında bırakmak da doğru bir yaklaşım değildir.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

  • Adalet ve Kalkınma Partisi aleyhine açılan kapatma davasında 52. güne girilmiştir.

Bu süreçte yaşanan gelişmeler, ilginç ve ibret verici bir seyir izlemeyi sürdürmektedir.

- Sayın Başbakan ve AKP, önümüzdeki soruna hukuk ve meşruiyet çerçevesinde ve Meclis çatısı altında makul bir çözüm bulunması için henüz bir görüş oluşturamamıştır.

Aradan iki aya yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen kafa karışıklığını ve ataleti üzerinden atamamıştır.

- AKP yöneticileri bu süreyi erken seçim, Bplanı ve Siirt modeli gibi çeşitli senaryoları basın yoluyla kamuoyuna aktarmak ve tartışmakla geçirmiştir.

- Bu arada AKP'nin kapatma sonrası dönem için yedek parti kurma hazırlığına başladığı da basına yansımış, muhtemel parti kurucuları listeleri yayınlanmıştır.

  • Bugün geldiğimiz aşamada, AKP ön savunmasını Yüce Mahkemeye vermiş ve böylece dava süreci fiilen başlamıştır.

- Sayın Başbakan ve AKP'nin önümüzdeki süreçte izlemeyi doğru buldukları yaklaşım, tabiatıyla kendi takdir ve değerlendirmelerine kalmış bir husustur.

- AKP'nin bu konudaki siyasi hesaplarını ve yalpalamasının sebeplerini bilmemiz beklenemeyeceği gibi bunlar hakkında değerlendirme yapmak da bizim işimiz değildir.

  • Bununla birlikte, son günlerde basın üzerinden kamuoyuna yansıtılan bazı görüş ve senaryolara ilişkin olarak şu hususları bütün açıklığıyla herkesin dikkatine getirmek isterim.

- Bazı AKP yöneticilerinin muhalefete göz dağı vererek bu sorunun kendi istedikleri yönde çözümünde Meclis çatısı altında kendileriyle işbirliği yapılmaması halinde, birkaç ay içinde erken seçime gidileceğini söylemeleri, AKP'ye hakim olan telaş ve şaşkınlığın son bir örneğini oluşturmaktan başka bir anlam taşımamaktadır.

- Anayasa Mahkemesinde başlatılan hukuki sürecin, erken seçim dahil, harici gelişmelerden etkilenmeyeceği ve kendi mecrası ve takvimi içinde sonuçlanacağı bilinen bir gerçektir.

- Öte yandan AKP'nin erken seçim kararı almak için yeterli Meclis çoğunluğu da esasen mevcuttur.

Erken seçimin, son seçimde halkın çoğunluğunun verdiği yetkiye rağmen muktedir olmayı becerememesi ve demokrasiyi tehlikeye atması karşısında, yine Türk milletini ikna edebileceğini, daha doğrusu bir kere daha aldatabileceğini düşünüyorsa, bu yola başvurmasının önünde hiçbir engel bulunmamaktadır.

- Bu bakımdan AKP yöneticilerinin bunu muhalefete karşı tehdit aracı olarak kullanmaya çalışmalarının, fiiliyatta bizim açımızdan anlamsız, sonuçsuz ve nafile bir çaba olacağının herkes tarafından çok iyi bilinmesinde yarar vardır.

- Karar kendilerinindir, istediklerini yapmalarına mani olan da bundan çekinen de yoktur.

  • Kapatma davası sonrası yaşananlar bağlamında kısaca üzerinde durmak istediğim ikinci nokta, Avrupa Birliği'nin yargıya müdahaleyi amaçlayan çabalarının sürüyor olmasıdır.

- Çözümün adresini Meclis yerine Brüksel'de gören AKP, bu amaçla dış mihraklardan yardım ve destek aramayı maalesef sürdürmektedir.

  • Bu konuda son dönemde ön plana çıkan Avrupalı yetkililer, TürkiyeAvrupa Birliği Karma Parlamento Eş Başkanı ve genişlemeden sorumlu AB Komiseri olmuştur.

- Daha önce Türkiye ziyaretinde de kapatma davası konusunda AKP'yi destekleyen AB Komiseri, son olarak Oxford Üniversitesinde verdiği bir konferansta, Türkiye'nin sosyal ve siyasi bünyesi hakkında yadırgadığımız bazı tahliller yapmıştır.

 Bu kapsamda AB konusunda Türk Milliyetçileri ile Sırp radikalcilerini ve Ukrayna'daki gericileri aynı cephenin içine koyan Komiser, Türkiye'nin gerçeklerini hiç anlamadığını bu sözleriyle bir kere daha göstermiştir.

 Aynı konuşmasında AKP'ye yeni bir kimlik bularak "çoğu değişime uğramış eski İslamcı olan Müslüman Demokrat" sıfatını kullanan Genişlemeden Sorumlu AB Komiseri Rehn, Türkiye'deki çatışma ve kırılma hatları hakkında, derinliği olmayan ve gerçeklerden kopuk sosyolojik ve siyasi değerlendirmeler yaparak Türkiye'deki tartışmalara katkıda bulunmaya çalışmıştır.

- Geçtiğimiz günlerde kapatma davasını "yargısal darbe" olarak nitelendiren TürkiyeAvrupa Birliği Karma Parlamento Eş Başkanı ise geçtiğimiz hafta İzmir'de verdiği bir konferansta, AKP'nin kapatılacağı kehanetinde bulunmuş ve bu durumun AB'de tepkiyle karşılanacağını söyleyerek yüce mahkemeye gözdağı vermeye çalışmıştır.

 Adalet ve Kalkınma Partisinin yükseköğretim kurumlarında başörtüsünün serbest bırakılmasında hata yaptığını değerlendiren AB müfettişinin bu konuda kendilerini "sessiz ve yavaş yapın diye uyardıklarını, ancak AKP'nin MHP'nin tuzağına düşerek kendilerini dinlemediğini" söylemesi, üzerinde çok ciddi olarak düşünülmesi gereken bir durumdur.

 Bu itiraf, ilk önce AKP'nin başörtüsü konusunda Avrupa Birliği çevrelerinden danışmanlık hizmeti aldığını ortaya çıkarmıştır.

 Türkiye'nin toplumsal bir yara halini alan bu sorununun çözümünde AB'nin kılavuzluğundan medet umması AKP için utanılacak bir durumdur.

 Bu şahsın MHP hakkındaki değerlendirmeleri ise, kendisini muhatap alarak cevap vermeyi gerektirmeyecek ölçüde seviyeden ve ciddiyetten yoksundur.

 Türkiye'ye tepeden bakan ve bir müfettiş edasıyla ahkam kesen şahsın bu sözleri karşısında, başörtüsü konusunda hata yapılıp yapılmadığına ilişkin olarak ne düşündüğünü açıklaması gereken Sayın Başbakan'dır.

Kendilerine danışmanlık hizmeti verdiklerini söyleyen bu şahsın bu konudaki beyanları cevapsız kalmamalı, Sayın Başbakan bu konudaki görüşlerini Türk milletiyle paylaşmalıdır.

  • Türkiye'yi yabancı ülke ve kurumlara şikayet etmenin AKP'nin siyaset geleneğinde önemli bir fonksiyonu bulunduğu bilinen bir gerçektir.

- Türk milletinin çok yakından bildiği bu AKP klasiği, şimdi de kapatma davası vesilesiyle bir kere daha sergilenmektedir.

- Ancak, bizim Sayın Başbakan'a tavsiyemiz, Türkiye'nin haysiyetinin dış destek karşılığı piyasaya sürülmesinin kendisine şeref ve itibar kazandıramayacağını, aksine ters tepeceğini biran önce anlamaya çalışmasıdır.

Değerli Milletvekilleri,

Adalet ve Kalkınma Partisi'nin bir cankurtaran gibi sarıldığı Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye önyargılı bakış açısı ve dayatma anlayışı, son dönemdeki beyanları ve kabul ettikleri bazı raporlarla bir kere daha ortaya konulmuştur.

  • AKP'nin Türklüğü ve milli değerlerini aşağılamanın cezasız kalmasını sağlamak için Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gece mesaisi yaptırarak 301. maddeyi anlamsız ve işlevsiz hale getirmesi, AB çevrelerini yine de tam memnun etmemiştir.

- Bu konuda yapılan açıklamalardan Avrupa Birliği'nin uygulamayı izleyerek hüküm vermeyi öngören ihtiyatlı bir yaklaşım benimsediği anlaşılmaktadır. Bu kapsamda 301'in değiştirilmesini de yeterli görmeyerek ifade özgürlüğünü tam olarak sağlamak için Türkiye'den yeni adımlar atmasını beklediği görülmektedir.

- Nitekim Avrupa Parlamentosu'nun Dış İlişkiler Komisyonunda geçtiğimiz günlerde kabul edilen 2008 Türkiye Raporunda, 301. madde değişikliği teklifi küçümsenerek, bunun "301. maddede ve Türk Ceza Kanunun diğer maddelerinde köklü şekilde reform yapılması için sadece bir ilk adım olarak görüldüğü" kayda geçirilmiştir.

- Avrupa Birliği'ne yaranmak için her dayatmayı gönüllü olarak kabullenen ve Yüce Meclis'i Brüksel'in taleplerini otomatik olarak onaylayan bir noter konumuna düşüren Sayın Başbakan, hiç şüphe yok ki AB'nin bundan sonraki talimatlarını da kayıtsız şartsız yerine getirecek ve siyasi tarihimizde bu ezik ve teslimiyetçi hüviyetiyle uzun yıllar hatırlanacaktır.

- Türklüğe hakareti serbest bırakmak için sabaha kadar Avrupa Birliği nöbeti tutarak bu zilletin yasallaşmasına parmak kaldıran AKP milletvekilleri de, bunun manevi vebalinden ebediyen kurtulamayacaklardır.

Bu vesile ile kanun teklifinin dile getirilmeye başladığı ilk günlerden, Mecliste AKP çoğunluğu ile kabulüne kadar geçen uzun süre içinde, başta siz değerli milletvekillerimiz olmak üzere, parti mensuplarımızın konuya ilişkin kararlı duruşu, kamuoyunu aydınlatmak için gösterdikleri çabalar, yürütülen kampanyalar her türlü takdirin üzerindedir.

Buradan, değerli milletvekili arkadaşlarıma, geçtiğimiz hafta Meclis Genel Kurulunda geç saatlere kadar görüşülen 301.madde değişiklik teklifine karşı gösterdikleri milli muhalefet nedeniyle teşekkür ediyorum. Bu vesileyle, Meclis Grubumuzun kıymetli milletvekillerini ayrı ayrı kutluyorum.

Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım,

  • Avrupa Parlamentosu'nun 2008 Türkiye Raporunda Türkiye'nin milli birliğini, güvenliğini ve dış politikadaki hayati çıkarlarını ilgilendiren konularda etnik bölücülerin ve terör örgütünün siyasi talepleri ile Kıbrıs Rumları ve Ermenistan'ın savunuculuğunun yapılması bizim açımızdan şaşırtıcı olmamıştır.
  • Kendi tanımlamalarına göre "Kürt sorununun kalıcı çözümü için siyasi inisiyatif alması" yönünde Türkiye'ye çağrıda bulunan, Kürtçenin resmi eğitim sistemi içine alınmasını ve kamu hizmetlerinde geçerli dil olarak sayılmasını isteyen Avrupa Parlamentosu'nun bu tutumu, Brüksel'in etnik bölücülük gündemi konusunda PKK ile aynı çizgide buluştuğunu göstermektedir.

- Bu gerçekler ortadayken hala AB'nin dümen suyunda sürüklenmeyi kendisine ve ülkesine yakıştırabilen AKP hükümeti;

 Demokrasi, insan hakları, temel hak ve özgürlükler ve hukuk devleti gibi evrensel değerlerin, Türkiye üzerindeki hain hesapları hayata geçirmek için bir araç haline getirildiğini,

 Avrupa Birliği sürecinin bu amaçla sinsi bir biçimde istismar edildiğini maalesef hala görememekte ve,

 PKK'nın siyasi taleplerini zamana yayarak karşılamak amacıyla gerekli Anayasa ve yasa düzenlemeleri için uygun zaman ve zemin kollamaktadır.

  • Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin maruz kaldığı terör tehdidi konusundaki yaklaşımı ve bunda belirleyici olan düşüncelerin de çok yönlü olarak değerlendirilmesi yerinde ve gerekli olacaktır.

- PKK'nın siyasi dayatmalarının Türkiye nezdinde sözcülüğünü ve takipçiliğini yapan AB'nin terör örgütü konusundaki tutumu en hafif tabiriyle şaibelidir.

 AB'nin PKK'ya terör örgütleri listesine almış olması, büyük ölçüde kağıt üstünde kalmıştır.

 Bu husus son olarak ABD Dışişleri Bakanlığı'nın hazırladığı 2007 yılı Küresel Terörizm Raporunda'da açıkça belirtilmiş ve Avrupa Birliği ülkeleri arasındaki koordinasyon sorunları nedeniyle PKK yöneticileri ve militanlarının tutuklanmalarının önlendiğinin altı çizilmiştir.

 Bunun yanı sıra; PKK'nın haraç toplama, propaganda ağı kurma, finansman kaynakları sağlama, yayın kuruluşu yönetme gibi yan faaliyetlerini Avrupa Birliği ülkelerinde serbestçe yürüttüğü Rapor'da belirtilmiş ve bu kapsamda beş AB üyesi ülkenin bunlara izin verdiği, ülke ismi zikredilerek ortaya konulmuştur.

  • Bunların yanı sıra, Avrupa Parlamentosu Raporunda;

- Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs'tan çekilmesi ve Türkiye'nin limanlarını tek taraflı olarak Rum gemilerine açması istenmiş,

- Ermenistan'a ambargonun sona erdirilerek sınır kapısının açılması talep edilmiş ve,

- Ermeni Soykırımı yalanı konusunda Ankara ve Erivan arasında, geçmiş olayların açıkça tartışılabileceği bir uzlaşma sürecinin başlatılması bir dayatma olarak karşımıza çıkarılmıştır.

Türkiye ile alay edercesine bu dayatmaların bu vesileyle bir kere daha gündeme getirilmesi, Türkiye'nin AB boyunduruğu altında hangi noktalara sürüklenmek istendiğinin son bir göstergesi olmuştur.

  • Ancak, burada asıl düşündürücü olan husus, AKP hükümetinin Kıbrıs'ı AB şemsiyesi altında Rum tarafına teslim etmek amacıyla Rumların peşinden koşması ve Ermenistan'la ilişkileri normalleştirmek yolunda Erivan ile yeni bir süreç başlatmak için girişimde bulunmasıdır.

- Ermenistan'ın Türkiye'den toprak talep ettiği ve soykırım yalanını kabul ederek tazminat ödemesini istediği herkesin malumudur.

Bu hususlar Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesinde ve Anayasasında açıkça yer almaktadır.

- Öte yandan Ermenistan'ın dost ve kardeş Azerbaycan'ın topraklarının hala dörtte birini işgal altında tuttuğu da bilinen bir gerçektir.

- Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın bugüne kadar kapalı kalmasının ve diplomatik ilişki kurulmamasının bu haklı nedenlerinde herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen, AKP hükümetinin Erivan'la ilişkileri normalleştirmek için siyasi girişimde bulunarak adeta ricacı olmasının anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir yönü bulunmamaktadır.

Sayın Milletvekili Arkadaşlarım,

  • AKP hükümetinin Irak'ın kuzeyindeki Barzani yönetimi ile resmi temas kurması ve bu bölgeye yönelik yeni bir açılım paketini hayata geçirmeye hazırlanması, geçtiğimiz hafta içinde yaşanan diğer bir önemli gelişme olmuştur.

Milliyetçi Hareket Partisi, bu konudaki görüşlerini çeşitli vesilelerle somut biçimde ortaya koymuş ve bundan duyduğu endişelerin haklı gerekçelerini kamuoyumuzla paylaşmıştır.

- ABD'nin, Irak'taki tek müttefiki olan Kürt grupların Türkiye tarafından resmi muhatap olarak alınmasını ve ilişkilerin normalleştirilmesi için adımlar atılmasını Irak politikasının önemli bir unsuru haline getirdiği bilinen bir gerçektir.

- Sayın Başbakan'ın 5 Kasım 2007 tarihinde Başkan Bush'la Beyaz Saray'da yaptığı görüşme sonrası dönemde bu stratejinin adım adım hayata geçirilmesi için gerekli siyasi altyapı hazırlanmıştır.

 Talabani'nin Türkiye'ye davet edilmesiyle ilk adım atılmış ve Barzani'yle ön temaslar Talabani üzerinden başlatılmıştır.

 Bunu takiben Barzani yönetimiyle geçtiğimiz hafta Bağdat'ta ilk resmi görüşme yapılmıştır.

- ABD'nin bu konudaki hesap ve düşüncelerine ışık tutan Amerika kaynaklı bazı raporlardan, Türkiye'nin kendisini resmi muhatap alması karşılığında Barzani'ye PKK terör unsurlarının kontrol altında tutulması için bazı misyonlar yüklenmek istendiği anlaşılmaktadır.

 Buna göre; Barzani'nin PKK üzerindeki etki ve nüfuzunu kullanarak bir ateşkes sağlanması, bu soğutma süresinin Türkiye'ye etnik bölücülerin taleplerinin bazılarını hayata geçirmek için zaman kazandırması, bu süre içinde Türkiye'nin PKK'yı silahsızlandırmak için neler yapabileceğini düşünmesi öngörülmektedir.

 Bunların yanı sıra, Türkiye ile Bölgesel Kürt Yönetimi arasında yakınlaşma sağlanması ve Barzani'nin PKK'yı kontrol altında tutması karşılığında, Türkiye'nin Kerkük'ün Kürt bölgesine bağlanmasına karşı çıkmaması da ABD çevrelerinin savunduğu diğer bir görüş olmuştur.

- Bu konularda Beyaz Saray görüşmesinde ABD'ye söz verdiği anlaşılan Sayın Başbakan şimdi böyle bir süreç başlatmıştır.

 Kuzey Irak yönetiminin PKK'yı himaye etmekten ve Türkiye'ye karşı bir tehdit unsuru olarak kullanmaktan vazgeçirilmesi için caydırıcı ve zorlayıcı önlemler ve yaptırımlar uygulama imkanı varken, AKP hükümeti bunun yerine Barzani'yi daha da cesaretlendirecek bir gaflet politikasını izlemeyi seçmiştir.

 Barzani'nin resmi muhatap olarak alınması ve ilişkilerin resmi planda normalleştirmesi için adımlar atılması, ilk planda Kerkük'ün Kürt gruplarca zorla gaspedilmesi ve Türkmenler üzerindeki baskı ve zulmün ağırlaştırılması için Barzani'ye açık çek verilmesi anlamına gelecektir.

 Böyle bir kaygan zeminde başlatılan bu süreç, ileri bir aşamada da bölgesel Kürt yapılanmasının devlete dönüşmesine Türkiye'nin yeşil ışık yaktığı şeklinde anlaşılacak ve Barzani tarafından bu amaçla kullanılacaktır.

- 5 Kasım 2007 ErdoğanBush görüşmesi sonrası dönemde yaşanan gelişmeler, Sayın Başbakan'ın PKK'nın etkisiz hale getirilmesi karşılığında Türkiye içinde siyasi çözüm süreci başlatılması ve Barzani'yle ilişkilerin resmi düzeyde normalleştirilmesi için bir açılım yapılmasından oluşan denklemi kabul ettiğini, bu konuda yükümlülük altına girdiğini göstermiştir.

Önümüzdeki dönemde yaşanacak gelişmeler de, bu stratejinin uygulama aşamalarına ışık tutacak ve Türkiye'nin içine çekildiği çok tehlikeli sürecin sonuçlarının Türk milleti tarafından daha iyi anlaşılmasına hizmet edecektir.

Değerli Milletvekilleri,

Bilindiği gibi, AKP hükümetlerince 2003'ten bu yana ekonomide öncelikli hedeflerden birisi ülkemizdeki yüksek enflasyonun düşürülmesi konusu olmuştur.

Aslında bu meselede hiçbir sorumluluğu olmayan vatandaşımız, yıllardır enflasyonun düşürülmesi uğruna kemerleri alabildiğine sıkmış, gelirlerindeki gerilemeye, ücretlerindeki aşınmaya bu yüzden katlanmıştır.

Alım gücünün düşmesini enflasyonla mücadele uğruna sineye çeken aziz milletimiz için maalesef son aylardaki gelişmeler istenildiği gibi gitmemiş, enflasyon oranında ciddiye alınması gereken bir artış trendine girilmiştir.

Bu itibarla, konuşmamın bu bölümünde yükselmeye başlayan enflasyon sorunuyla ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz yıl sonbaharda, iki yıllık bir perspektif içinde enflasyonun hedeflenen yüzde 4'ün altında kalabileceği tahminleri bile yapılmış, bunun sonucunda kısa vadeli faiz oranları değişik aralıklarla düşürülmeye başlanmıştı.

Ancak enflasyonun aşağı yönlü direnç göstermesi ve son aylarda yükselme eğilimine girmesi yapılan tahminlerin ekonomik dayanaktan ve rasyonel öngörüden yoksun olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Geçtiğimiz nisan ayında üretici fiyat endeksi yüzde 4,5; tüketici fiyat endeksi ise yüzde 1,68 artmıştır. Böylece 12 aylık tüketici fiyat endeksi yüzde 9,66'ya; üretici fiyat endeksindeki artış ise yüzde 14,56'ya ulaşmıştır.

Talebin ve büyümenin azaldığı bu ortamda, maliyet enflasyonunun yükseliyor olması, ülkemizin üreten kesimleriin yaşadıkları sıkıntıların daha da artacağını göstermektedir.

Geçtiğimiz günler içinde yılın ikinci enflasyon raporunu açıklayan Merkez Bankası, enflasyon tahminlerini yükselterek fiyatlardaki kronik artışı tescillemiştir.

Ocak ayında, 2008 yılsonu itibariyle enflasyonu yüzde 5,5 olarak bekleyen Merkez Bankası, bu miktarı yüzde 9,3'e yükseltmiştir.

Enflasyonun 2009 yılı için yüzde 4 yerine yüzde 6,7; 2010 yılı için yüzde 4 yerine yüzde 4,9 çıkmasını bekleyen Merkez Bankası, yüzde 4'lük hedefe "kademeli faiz artırımı" ile ancak 2011 yılı sonunda gelineceğini tahmin etmiştir.

2008 yıl sonunda beklenen yüzde 4'lük hedefe şayet işler de yolunda giderse, üç yıl gecikmeyle ulaşılabilecektir.

Bu durum, bütün ekonomik reformların omurgasını oluşturan enflasyonla mücadelenin başarısızlığı ve hedeften çok yüksek oranda bir sapma ile tekrar çift haneli rakamlara ulaşan enflasyon karşısında hükümetin çaresizliği olarak kabul edilmelidir.

Vatandaşımız da durumun farkına varmıştır. AKP hükümetinin ekonomik sorunlara çare olmayacağına inananların sayısında hızlı bir atış görülmektedir. Tüketici güven endeksindeki düşüşler de bunun işaretidir.

Bu kadar güven kaybına uğrayan enflasyon hedeflemesi sisteminin, artık sağlıklı ve doğru bir şekilde işlemesi mümkün görülmemektedir.

Karşımızdaki gerçekler şu şekildedir:

  • Hükümetin enflasyon politikası iflas etmiştir.
  • Merkez Bankası ciddi bir itibar kaybına uğramıştır.
  • Banka bundan sonra faizi yükseltme baskısı altında kalacaktır.
  • Faizin yükselmesi ise büyüme hızını daha da yavaşlatacaktır.

Bu kritik sonucun, ekonominin karar mekanizmalarını felç etmesi, beklentileri olumsuz etkilemesi kaçınılmazdır.

Gelişmeler üzerine, bir sorumlu Bakanın enflasyonda artık hızlı düşüşün ve yüzde dört seviyesinin beklenmemesi gerektiğini söylemesi, enflasyonla mücadele politikalarının tükendiğini ortaya koymaktadır.

Ekonomideki kötüleşmeyi, enflasyondaki artışı siyasal istikrarsızlığa bağlama çabası bile AKP'yi ve maalesef Türkiye' ekonomisini beklenen akıbetten kurtaramayacaktır.

Geçtiğimiz hafta sonu Türkiye'nin her bölgesinde ziyaretler gerçekleştiren arkadaşlarımız, vatandaşımızın yaşadığı ağır sıkıntılara yerinde şahit olmuşlardır.

Çiftçi ve köylünün hali perişandır. Özellikle Karadeniz bölgesinden çayla ilgili gelen şikayet ve talepler dikkatleri çekecek boyuttadır. Buradan Karadenizli çay üreticisinin hükümetten talebini dile getirmek istiyorum.

Hükümet belirsizliği ortadan kaldırmak için çay alım fiyatlarını bir an önce açıklamalıdır. Çay üreticisinin öncelikli beklentisi budur.

Değerli Milletvekilleri,

Geçtiğimiz hafta sonu hükümetin iki bakanının yaptığı basını bilgilendirme toplantısında;

  • 2008 yılı için yüzde 4,2 olarak öngörülen kamu kesimi faiz dışı fazla hedefinin yüzde 3,5;
  • Yüzde 1,9 olan merkezi yönetim bütçe açığının Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya oranının yüzde 1,4;
  • Ve yüzde 3,4 olan merkezi yönetim bütçesi faiz dışı fazla hedefinin de yüzde 2,7 olarak revize edildiği açıklanmıştır.

Faiz dışı fazla hedefinin aşağı yönlü revize edilmesiyle, buradan sağlanacak kaynağın GAP, mahalli idareler ve ulaştırma gibi sektörlere kaydırılacağı duyurulmuştur.

Hükümetin bu siyasi tercihi, enflasyonun yükseldiği bu dönemde, mali disiplinden verdiği tavizin başlangıcı olarak yorumlanmalıdır.

Bu açıdan ekonomiden sorumlu bakanın "Biz hiçbir şekilde yüksek enflasyona razı değiliz, olmayacağız. Hiçbir koşulda düşük tek haneli enflasyondan vazgeçmemiz mümkün değil" sözleri bir anlam taşımamakta, yeni bir aldatma döneminin başlayacağına işaret etmektedir.

İşsiz vatandaşlarımıza ödenmesi için işsizlik fonunda biriken paraya dahi göz diken hükümetin, bu nafile ve inandırıcılıktan uzak uygulamaları enflasyonu artırmaktan başka bir sonuç ortaya çıkarmayacaktır.

Buradan ekonominin işleyişle ilgili bir hususun altını çizmek istiyorum.

AKP hükümeti, enflasyonla mücadelede samimiyse, uygulanan para politikasının, tek başına bir sonuç vermeyeceğini biliyor olması lazımdır.

Para politikasının da ancak sıkı bir maliye politikasıyla desteklendiği hallerde enflasyonu düşürmede sonuç getireceği ekonominin bir gerçeğidir.

Aksi halde, para ile maliye politikaları arasındaki uyumsuzluklar, faizlerin artışına neden olacak ve bir aşamadan sonra ise zaten sorunlu olan büyümeyi önce yavaşlatacak ve sonra durduracaktır.

Eğer hükümetin gayesi, büyümeyi artırmak için yıllardır en önemli hedef olan enflasyonla mücadeleden taviz vermek ise bunun sonuçlarının vaat edilmiş düşük enflasyona geleceklerini bağlamış milyonlarca vatandaşımızı çok olumsuz etkileyeceğini şimdiden duyurmak istiyorum.

İçten ve dıştan tesirlerle ekonomik ve mali dengelerin bozulduğu göz önüne alındığında, AKP hükümetinin yöneldiği bu yeni ekonomik projenin en büyük zararını da, ne yazık ki çiftçimiz, işçimiz, esnafımız, memurumuz, dul ve yetimimiz ile emeklimiz görecektir.

Paramızdan sıfır atmakla övünen hükümet, milletimizi, bu gidişle paralarımıza yeni sıfırlar ekleyecek bir darboğaza hızla sürükleyecektir.

Bu ekonomik başarısızlığın tek siyasi sorumlusu vardır: O da Başbakan ve hükümetidir.

İktidar başarısızlığını itiraf etmeli, ekonomideki hastalıklı halin ve hedeften sapmaların hesabını ilgili bakanlar gecikmeden ve acilen vermelidir.

Ekonomideki bozgun hali, artık hiçbir masalla saklanamayacak seviyeye yükselmiş ve evlerin mutfaklarına, öğrencilerin harçlıklarına, çalışanların aylıklarına ve emeklilerin umutlarına kadar yansımıştır.

AKP hükümetinin ekonomideki bu başarısızlığını,

  • Ne Avrupa birliği'nin iflah olmaz sevdalıları,
  • Ne küresel ekonomik dalgalanmalar,
  • Ne yandaşlarına ısmarladığı düzmece haberler,
  • Ne kaynaklarımızı peşkeş çektiği uluslararası sermaye,
  • Ne de, sözde siyasi istikrarsızlık bahanesi asla gizleyemeyecek, her şey çok yakında bir bir gün ışığına çıkacaktır.

Ve o gün geldiğinde tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyenler, yoksul vatandaşın nasibini talan edenler, kaçacak delik arayacaklardır.

Milliyetçi Hareket ise, milletimize reva görülen bu muameleyi reddedecek ve elleri faillerin ensesinde olacaktır.

Konuşmama burada son verirken hepinizi bir kez daha saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

 





HABER 7

Politika Haberleri

HÜDA PAR'dan Bahçeli'nin çıkışına ilişkin ilk açıklama
HÜDA PAR'dan çok sert açıklama! İpini koparmış haysiyetsizler...
HÜDA PAR Milletvekilleri Meclis'te Şehid Heniyye ve Yahya Sinvar posterlerini açtı
HÜDA PAR'dan soykırım davası açıklaması: Gecikmiş de olsa önemli bir adım
"Ülkemde siyonist istemiyorum"