Balbay, cep nosunu verdi

Mustafa Balbay, bugünkü köşe yazısında kendi cep telefonunu açık açık yazdı. Peki neden?

İŞTE MUSTAFA BALBAY'IN CUMHURİYET GAZATESİ'NDEKİ BUGÜNKÜ YAZISI:



Kendimi Arıyorum... Ulaşamıyorum!



Cep telefonumu veriyorum:



0533-3188486...



Yasal izin alınarak dinlenen bu telefonum halen

İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele (TEM) şubesinde
gözaltında...



Serbest bırakılma kararından sonra 5 gündür
tanış olduğumuz polislere sordum:



- Cep telefonumu alabilir miyim?



"Hayır" dediler, "cep telefonunuzun incelemesi henüz bitmedi"...



Ne zaman biter diye sordum: "Biz sizi ararız" yanıtını verdiler.



Dün öğleden sonra cep telefonumdan kendimi aradım. Benimle muhatap
olmuyor. Şu kayıt çıkıyor:



"Sinyal sesinden sonra mesajınızı bırakınız. Aradığınız kişiye şu an
ulaşılamıyor. Mesajınız kendi tarifeniz üzerinden ücretlendirilerek
kaydedilecektir."



Haydi dedim kendime bir mesaj geçeyim:



"Balbay'cığım geçmiş olsun. Bizi biraz üzdün ama olsun... Bu da
geçer. Gözaltındayken aleyhinde çıkan haber ve yorumlara ya da sessiz
kalanlara aldırma. Az da olsa lehine çıkan yazılar her şeyi özetliyor!
Sakın kafanı sürekli bu olayla meşgul edip kafayı yeme. Sen bize
lazımsın!"



Olmadı, kendime ulaşamadım... Mesaj kutusu dolmuş, "Daha sonra tekrar
arayın" diyor!



Kendimi aramaya devam edeceğim...



Gözaltı süresince bana iyi davranan TEM polislerinin cep telefonuma
da aynı özeni göstereceklerine inanıyorum.



***





İstanbul Adliyesi'nde gerek Cumhuriyet Savcısı'na gerekse nöbetçi
mahkeme başkanına ifademi verdikten sonra, dışarıda bu ifadelerle ilgili
ayrıntılı yorum yapmamamın daha sağlıklı olacağı yönünde değerlendirme
aldım.



Haklı olduklarını düşündüğüm için "Tabii ki" dedim...



Soruşturmanın gizliliği esası bunu gerektiriyor. Adliyeden çıktık,
gazeteye geldik. Sarılıp hasret gidermelerden sonra kısa da olsa, günlük
yazımı ihmal etmedim. Taşraya yetişmedi ama, dün şehir kalıplarında
günlük yazım yayımlandı. Arkadaşlarla vedalaşıp

Ankara'ya dönmeye hazırlanırken, birkaç gazete yöneticisinin şu
mesajı ilettiğini öğrendim:



"Balbay'a söyleyin, savcılıkta ve mahkemede verdiği ifade elimizde...
Bu bir gazetecilik olayıdır. Haber haline getireceğiz."



Ne diyebilirim ki? Ben daha

Ankara'ya dönmeden ifademiz gazete merkezlerine ulaşmış!



Bolu dolaylarında da sevgili dostum Fikret Bila,

Ankara'ya birlikte geldiğimiz arkadaşların cep telefonundan bana
ulaştı, dedi ki:



"Balbay'cığım geçmiş olsun. Çok sevindim. Bizim

İstanbul'a senin ifaden ulaşmış. Başlığa çıkaracakları bölümü
söylüyorum..."



Savcılık ve nöbetçi mahkeme makamına verdiğim söz havada kaldı. Bana
yöneltilen soruları ve verdiğim yanıtları anlatmazsam, medyada yer alan
şeklini tümüyle kabul etmiş olacağım. O yüzden ben de olabildiğince
ayrıntılı bilgi verme gereği duydum.



Elimde bazı gizli belgelerin olması sorgulama konusu yapılmıştı. Bana
bunu yapan makamın gizli sorgusu birkaç saat sonra gazete bürolarına
ulaşıyor!



Ne yaman çelişki...



***



Meslekte sevmediğim durumlardan biri şudur:



Gazetecinin kendisinin haber konusu olması!



Hiç onaylamadığım bu durum, seçeneği olmayan bir zorunluluk nedeniyle
benim başıma geldi.



İnsan bazen sadece yazdıklarıyla, ulaştığı bilgilerle değil,
yaşadıklarıyla da haber üretebiliyor. 5 günlük yakalama, sorgu, mahkeme
huzuruna çıkma sürecinde yaşadıklarım Türkiye'nin nasıl bir iklimde
olduğunu da ortaya koydu.

AKP ve medyasının oluşturmak istediği havayı, toplumun ve dış
basının yutmadığı anlaşılıyor.



Oluşturulmak istenen korku imparatorluğu kâğıttan bir kule gibi
çökecek!

cumhuriyet

Medya-Makale Haberleri

Ahmet Turgut: Filistin’i hem Siyonistlerden hem Allah’tan korkanlar değil, sadece Allah’tan korkanlar kurtaracak
Abdurrahman Dilipak: Apo’yu İstanbul’a kim getirdi?
Abdurrahman Dilipak: Keyfiniz nasıl?
Abdurrahman Dilipak: Suriye nereye?
Abdurrahman Dilipak: Zamane cinlerinin esrarı