“Savunma” adaletin olmazsa olmaz rüknü. Her yargılamada kaçınılmaz safha “Söz savunmanın” safhası. Onun için savunma alanını öyle ceffel – kalem düzenlemenin “Adalet hassasiyeti” ile alakası olamaz. O başka hesaptır. Savunma alanını sancılandırır.
Hele “Baro” gibi bir anlamda “Savunma alanı”nın “Etik denetim” müessesesini ideolojik tekelden arındırma gerekçesiyle, her siyasi – ideolojik gruplaşmaya açık hale getirecek “Çoklu baro” arayışı, çok daha büyük riskler barındırır.
Aslında Hakimlik, Savcılık, Avukatlık, adalet arayışının unsurlarıdır. Mahkemeler, adaletin ortaya çıktığı mekanlardır. Bunlar bu nitelikleri ile ete – kemiğe bürünürlerse “Adalet mülkün temeli” olur.
Türkiye’de bunların tamamında sorun var. Onun için “Adalet arayışı” Türkiye’de dönem dönem herkesin ortak çığlığı haline gelir.
Herkes “Hakim yapı”nın adaleti ıskaladığından şikayet eder, kendisi hakim hale geldiğinde de insanları “adalet çığlığı” atar hale getirir.
Uzun süredir baro seçimlerinde, yönetimlerinde adalet yoktur, ama şimdi baro yönetimleri “adalet çığlığı” atar hale gelmişlerdir.
Keşke ibret alınsa…
İbret alınsa da, mesela Ankara yollarına çıkan, Adliye önlerinde seslerini yükseltmeye çalışan baro yönetimleri ve avukatlar, “Adil, makul, normal” bir baro yapılanmasının formülünü arasalar.
Bu konuda bir çalışma var. Görsel medyaya da yansıdı. Sabahattin Zaim Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Ramazan Arıtürk’ün çalışması.
Arıtürk’ü çok uzun zamandır tanırım. Benim avukatımdır. 28 Şubat günlerinde çetin davalarda avukatlığımı üstlendi. Hukuk alanında ilmi çalışmalar yapıyor. Bildiğim kadarıyla cari hukuk sisteminin aksayan yönleri ve iyileştirme arayışları üzerine geniş bir çalışması kitap haline gelme safhasında.
Baro tartışması konusunda da “Barolar ve Türkiye Barolar Birliğinin Örgütlenme Modeli ve Yeniden Yapılanması” başlıklı bir makalesi yayınlandı.
Arıtürk’ün önerisi şöyle: Bir Baro Meclisi oluşturulsun. Meclis’e seçimde bütün gruplar, oylarına göre temsil edilsin. Diyelim İstanbul’da 49 bin avukat var. Meclis 80 kişilik olsun. Buna göre seçilmek için en çok 612 oy almak gerekiyor. Oradan aşağıya doğru 80’e tamamlanıncaya kadar oylar – adaylar sıralansın. Böylece 8 bin, 6 bin, üç bin, iki bin oy alan gruplardan seçilenlerle Meclis oluşsun.
Meclis içinden bir yönetim kurulu seçilsin. Meclis ayda bir toplansın ve gerçek denetim uygulasın.
Diyor ki Arıtürk: Böylece Meclis dengeli olur, yönetim dengeli olur, denetim aktif olur. Gruplar birbiri ile iletişim geliştirmek zorunda kalır.
Ve vatandaş bilir ki, bu baro bir grubun tekelinde değildir, gerçek bir yargı kurumudur.
Ramazan Bey, “Baro, diyor, bütün dünyada saygındır. Avukatlık saygın bir meslektir. Bu saygınlığı devlet dahil herkesin koruması gerekir. Baroların da Ahilik geleneğimizde olduğu gibi gerçek bir etik kontrol müessesesi haline gelmesi gerekir.”
Şunu biliyorum, Ramazan Bey’in değerlendirmeleri hem Ak Parti hem MHP çevrelerinde ilgi gördü. İktidar cenahı yeni bir değerlendirme yapar mı, onu bilmiyorum. Çünkü orada da farklı eğilimler var. Hukukçu milletvekillerinin önemli bir kısmının “Çoklu baro” girişiminden rahatsız olduğu bilgileri geliyor, Adalet Bakanı sanki kenarda kalmış ya da böyle kalmayı tercih etmiş gibi, MHP cenahında ortaya çıkacak riskler konusunda kaygının ağır bastığına dair haberler geliyor.
İktidara genel manada bir uyarı yapılıyor:
“Bütün bu düzenlemeleri hiç iktidardan gitmeyecekmiş gibi ve kendinize yontma hesabıyla yapıyorsunuz, bu düzenlemeler yarın size karşı biçici mahiyet kazanabilir. Özellikle yargı alanında yapılanlar bumerang gibidir, yarın hedef alanı hedef haline getirebilir.”
Ak Parti’nin 18 yılında kaç defa “Yanılmışız” dediğinin hesabı tutulmuyor olabilir. En büyük yanılgının “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” konusunda ve “Yüzde 50 artı 1” uygulaması ile gerçekleştiği, yargı ve yargısız infaz alanındaki yanılgıların ise yüz binlerce insanın vebalini yüklenme anlamına geldiği açıktır.
Bu uyarıları medya alanında olabildiği ölçüde yapmaya çalışan Bülent Arınç’ın taşlanmaya maruz kaldığı bir ortamda “Uyarmak” da büyük risk üstlenmek demek olduğuna göre “Ak Parti’de işler nasıl düzelecek?” sorusu kaçınılmaz hale geliyor. Birileri susuyor, en bıçkınlar rol kesiyor. Böyle mi olacaktı?