Murat Belge - Taraf
"Geçiş toplumu Türkiye"
"Söylenen" mi önemli, "yapılan" mı? Soruyla bu soruş biçimiyle karşılaşanların çoğunun "yapılan" diye cevap vereceğini tahmin ediyorum. Ben de öyle düşünürüm. Hele "söylenen" ile "yapılan" arasındaki mesafenin açılmasını gerektiren durumlarda, insanların söylediklerini hiç yapmamaları veya tersine, yaptıklarını hiç söylememeleri mümkündür.
Bu tuhaf girizgâhın gerekçesi, Genelkurmay Başkanı'nın "İletişim" toplantısı. Burada, söylenenle yapılanın arasının açıldığı örnekler de var; açılmadığı örnekler de. Hangisine öncelik vermek durumundayız?
Örneğin Başbuğ birkaç kere "hukuk"a, "hukukî süreç"e "saygılı" olduklarını belirtiyor. Ama konuşma devam ettikçe, bu "saygı"nın en belirgin yanının, Ergenekon davasına "Ergenekon davası" dememek olduğu sonucunu çıkarıyoruz. Davaların dosya numarası olurmuş vb. Mahkeme de zaten "özel isim"le anılmaması gerektiğine dair karar çıkarmış...
Sonra, özel adı olmayan bu dava hakkında birtakım "değerlendirmeler" yapmaya başlıyor. "Değerlendirme" demek "hüküm" demektir. "Gizli tanık kimdir, ne kadar güvenilir?" diye başlıyor. Güvenilemeyeceği sonucuna varıyor. Demek şu ana kadar boşa kürek çekilmiş, önümüze serilen bilgiler de yanlışmış.
Bu olay, "Ben sokakta yürürken şu iki kişinin yumruklaştığını gördüm" diye tanıklık edilecek bir olay değil. En yetkili konumlarda oturmuş kişilerin kumpaslarını çözmeye çalışıyoruz. Kaldı ki, işte, emekli Genelkurmay Başkanı'na da gidiyor, tanık olarak ifadesini alıyorlar, bunun yapılabildiği durumlarda. Hilmi Özkök de mi "güvenilmez gizli tanık"?
"Ses kayıtları yasal değil" diye kestirip atıyor İlker Başbuğ. "...legal, kanunî yollarla mı alınmış," diye sorup "Hayır" diye cevabını veriyor. "O ses bantları gerçekten doğru mu," diye sorup "Hayır" diye onun da cevabını veriyor. Biliyor, demek ki, bu güvenle konuştuğuna göre. Ayrıca, toplumda olup bitenleri de biliyor: "Türkiye artık her sabah 'Acaba kimin ses bandıyla karşılaşacağız?' dediği bir ortama geldi." Bunu diyenler, evet, var; darbeciler, Ergenekoncular, onlarla ideolojik yakınlığı olanlar, bu düzenin verdiği imkânlarla "ayrıcalıklı seçkin" zümresine girmiş olanlar vb. Ama ben olsam "Türkiye" demekte tereddüt ederdim. Çünkü bunu onaylayarak izleyen ve daha fazla kirli ilişkinin günışığına çıkmasını bekleyen insanların sayısı daha fazla.
Şimdi, "söylenen" faslında, "Biz hukuk sürecine, mahkemeye saygılıyız" sözleri yer alıyor. "Yapılan" ise, şu ikinci kategorideki konuşmalarla o süreci geçersiz ilân etmek. Bunlar tamamen karşıt, çelişen tavırlar. Hangisini belirleyici sayacağız?
Yukarıda saydığım, "Ergenekon dostları" diyeceğimiz grubun bütün propaganda, karşı-propaganda teknolojisini döküyor ortaya, İlker Başbuğ.
Ama bir başka etken de var. Eleştirdiği bu süreci durdurmak üzere, Silâhlı Kuvvetler'in şimdiye kadar hepimizde alışkanlık yaratan yöntemlerini kullanarak bir şey yapmıyor. Bütün bu retoriğin arasında "demokrasiye bağlıyız, darbeci barındırmayız" diye dört kelimelik bir cümle geçiyor ki, burada "söylenen" ile "yapılan"ın birbirine yaklaştığını sanıyorum. Bunu, geçmişi ve hattâ bütünüyle bugünü anlatan bir önermeden çok, geleceğe yönelik bir niyeti ortaya koyan bir önerme olarak anlıyorum. Hayatımızın büyük bir kısmı "darbe günleri" içinde geçti. Kimdi bu darbeleri yapanlar, bu topluma bu günleri yaşatanlar? Ayrıca, şimdi tartışmakta olduğumuz en yeni süreçte de, TSK "darbeci yaşatmadı" diyecek bir olay görmüyorum. Yaşı gelince emekliye ayırmak, "darbeci barındırmamak" demek olmamalı.
Türkiye sanırım nihayet bir "geçiş" sürecine girdi. Bu laf hep söylenirdi: "Türkiye bir geçiş toplumudur." Bakar bakar, nereden nereye geçtiğimizi anlayamazdım. Şimdi, "darbe yapmayan" bir ordu, bir "geçiş" sinyalini verdiği gibi, bu durum, bunca yıldır niçin bir "geçemeyiş" yaşandığını da açıklıyor. Ve bir geçiş başlıyor.
Bu algılanan, sindirilen, özümlenen bir olgu haline geldikçe, en başta "Ergenekon dostları" kesimin halini tavrını revize etmeye başlayacağını, ses tonunu bağırmaktan konuşmaya geçecek şekilde ayarlayacağını umuyorum. Bunun kadar önemlisi, kimsenin, "biz kazandık" kurumlanmalarına girmemesi. Serinkanlı ve iyimser bir diyalog havasını oluşturabilirsek, bu toplumun önü açıktır. Ama bunu başaramazsak, daha çok çekeceğimiz var.