Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu tarafından düzenlenen 453. hafta basın açıklamasına hoş geldiniz.
Ateş sarmalı içerisinde bulunan ve her geçen gün problemle...rin daha da karmaşık hale getirildiği coğrafyamızda, yoğun bir şekilde algı operasyonları yapıldığına şahitler oluyoruz. 4. Yılına girecek olan, yüzbinlerce insanın en acımasız yöntemlerle öldürüldüğü ve sakat bırakıldığı, milyonlarca insanın yerlerinden edilerek mülteci pozisyonuna düşürüldüğü Suriye olayları bizlere yeryüzünde bulunan fesat ehlinin kimliklerini bir kez daha net bir şekilde göstermiş oldu. Çizilen sözde kırmızıçizgilere rağmen küresel ağa babalarının doğrudan yâda dolaylı verdiği destekle katliamlarını artıran Esat canisinin işlediği cürümler karşısında kör, sağır ve dilsizleri oynayan çevrelerin özellikle son günlerde IŞİD ismi arkasından hümanist çığırtkanlıklar yapmaları bizler için komik olmakla birlikte utanmazlığın varabileceği noktalar açısından oldukça düşündürücüdür. Suriye olaylarına kayıtsız kalan sözde dünya liderleri beraberlerinde uyguladıkları medya karartması ile birlikte halklarında ilgisini başka kanallara yöneltmeyi mahirce başarmışlardır. Suriye’de kimyasal silahlarında kullanıldığı katliamlar karşısında dünya devletlerinin yapmış olduğu tek şey zulmün paravan aygıtı olarak kullanılan BM eli ile istatistikî bilgiler tutmaktan öte geçmemiştir. Bu zulme sessiz kalmayıp farklı vesilelerle haklarını arayan insanlar yine küresel aktörler eli ile terörist olmakla itham edilmişlerdir. Bu vesile ile özellikle içinde yaşıyor olduğumuz ülke yöneticilerine küresel ve işbirlikçi yerli medya eli ile teröristlerin sınır geçişlerine göz yumulduğu ve silah sevkiyatı yapıldığı gerekçesi ile yoğun bir şekilde baskı uygulanmış ve gereken tedbirleri almadıkları gerekçesi ile hükümete karşı her ortamda karalama kampanyaları tertip edilmiştir. Hükümetin mazlumdan yana olma gerekçesi ile geliştirmiş olduğu dış politikaya başta CHP ve HDP olmak üzere sol, Kemalist ve liberal çevrelerce karşı konulmuş ve 28 Şubat sürecinden hatırladığımız dışarı dışarı böğürmeleri eşliğinde ülkemizdeki mazlum ve mağdur Suriyeli mültecilere saldırılar tertip edilmiş ve bu insanların sınır dışı edilmeleri gerektiğine dönük yaygaralar koparılmıştır. Yine aynı çevreler Esat canisine karşı duran Müslümanları ve onlara destek olan insanları başta ABD olmak üzere küresel emperyalist devletlerin taşeronu olmakla suçlamaktan geri durmamışlardır.
Özellikle son bir aydır Şengal ve Kobani isimleri üzerinden tüm dünyada koparılan fırtınalar ve küresel medya öncülüğünde servis edilen ve fakat görsel ve yazılı hiç bir somut veriye dayandırılmayan katliam haberleri Suriye olaylarına kayıtsız kalan tüm çevreleri sahte vicdan erleri haline getirmiştir. Kurulduğu günden bugüne değin milyonlarca insanın katili olan ABD başta olmak üzere emperyalist bütün çevreler bir ellerinde insan hakları ve demokrasi şekeri diğer ellerinde terör sopası ile yeniden coğrafyamıza karabasan gibi çöktüler. Bu süreçte bizleri hayrete düşüren ve fakat şaşırtmayan en büyük etken CHP-HDP öncülüğündeki irili ufaklı ulusalcı, sol ve sosyalist çevrelerin tavrı oldu. Suriye'ye açık kapı ve insani yaklaşım politikalarından dolayı düşman olan ve her ne surette olursa olsun sınırın kapatılması Esat'a karşı çıkan kesimlerin katliamdan geçirilmesine seyirci kalınması gerektiğini söyleyen bu kesimler bugünlerde tersinden bir yaklaşım ortaya koyarak sınırın kontrolsüz bir şekilde açılmasını, Kobani bölgesine silah sevkiyatı yapılması ve dünyanın hangi ülkesinden olursa olsun dinci teröristlerle (!) savaşmak amacı ile gelen insanların geçişlerine izin verilmesi gerektiğini utanmadan ve sıkılmadan talep etmektedirler. Öte taraftan sözde antiemperyalist ve anti kapitalist bu çevrelerin başta ABD olmak üzere küresel efendilerini davet etmeleri ve bu ülkelerin atmış oldukları her bir bombada sevinç naraları atmaları saklı tuttukları kimliklerini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Yine bu çevreler eli ile ülkemizin dört bir tarafında tertip edilen ve bir çoğu mütedeyyin kesimlerden olmak üzere kırka yakın insanın katledildiği olaylar bu çevrelerin asıl niyetleri ortaya koyması bakımından oldukça önemlidir. Sakalından, eşinin başörtüsünden, kürtçe bilmediğinden yada ait olduğu gruptan dolayı insanlar en acımasız saldırılara maruz kalmış ve en vahşi yöntemlerle katledilmiştir. Bu süreç karşısında BDP yöneticilerinin verdiği pişkince tepkiler ve bu yapının bir uzantısı mesabesinde olan İHD'nin hazırlamış olduğu rapor insan hakları, barış ve sözde demokrasi söylemlerinin ciddiyetini ortaya koyan unsurlardır.
Buradan hükümet yetkililerine seslenerek diyoruz ki; kitleleri kontrolsüz bir şekilde sokağa döken siyasi kişilikler hakkında derhal yasal çalışmalar başlatılmalı, olaylar esnasında katliama karışan kişiler zaman kaybetmeksizin tesbit edilmeli, olayların ilk günlerinde kayıtsız kalarak bu katliamlara sebebiyet veren kolluk güçleri hakkında tahkikatlar başlatılarak sorumlular cezasız bırakılmamalıdır. Devlet olaylar karşısında yetersiz kalmasından dolayı halktan özür dilemeli ve Mazlum bir şekilde öldürülen kişiler yeni oluşturulan şehit tanımı kapsamına alınarak ailelerinin mağduriyeti bir nebze olsun giderilmelidir. Çözüm süreci olarak adlandırılan çalışmalarda sadece PKK çevrelerinin muhatap alınması ve diğer Kürt kesimlerinin ötekileştirilmesi yanlışından bir an önce dönülmeli ve sürece başta bölgenin alimleri ve kanaat önderleri olmak üzere toplumun tüm kesimleri dahil edilmelidir. Yabancı savaşçıların sınırlarımızı kullanmaması sürecine bağlı kalınarak PKK-PYD saflarında savaşmak niyeti ile ülkemize gelen kişiler sınır dışı edilmeli, bu örgütler safında savaştığı tesbit edilen kişiler hakkında gerekli yasal işlemler yapılmadır. İncirlik üssü başta olmak üzere yabancı kuvvetlerin kullanımına açık olan hava üsleri derhal kullanıma kapatılmalıdır. Yabancı hava ve kara unsurlarına karşı uygulanan angajman kuralları ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerine karşıda uygulanmalıdır. Yabancı orduların sınırlarımızdan geçerek yıllar boyu sürecek kan ve kaos ortamına sebebiyet vermekten kaçınılmalıdır.
Bütün insanların akıl, nesil, can, mal ve din emniyetlerinin sağlandığı bir dünyada buluşma temennisiyle.
ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU
Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu’nun 475. hafta basın açıklamasını yapan Eğitim İlke-Sen, eğitimde her anlamıyla çöküntü yaşandığını ve toplumsal taleplere göre şekillenecek yeni bir eğitime ihtiyaç duyulduğunu söyledi
Sakarya’da 10 yıldır devam eden adalet ve özgürlükler eylemlerinin 475.’sinde, platform adına basın açıklamasını Eğitim İlke-Sen MYK üyesi Beytullah Önce okudu.
Eğitim sistemiyle ve eğitim-bilim çalışanlarının son dönemde yaşandığı sorunlarla ilgili açıklamada “Okulların açıldığı bir ay oldu. Eğitim sistemi gerek öğretim, gerekse yönetim açısından ciddi bir çöküntü yaşıyor. Eğitim sistemindeki sorunları sadece dış görüntüye bakarak anlamaya çalışanlar, bu kritik sürecin özüne ilişkin yeterli tahlillerde bulunamazlar. Haliyle eğitim sisteminin esasına dair eleştiriden kaçanlar, sorunların çözümüne dair bütüncül bir yaklaşım ve çözüm önerileri ortaya koyamazlar. Şu hususu özellikle vurgulamak istiyoruz ki, ülkemizdeki sosyal doku ve toplumsal dayanışma hızla çözülüyorsa, ahlaki ve kültürel yozlaşma yaygınlaşıyorsa; bu süreçte eğitim sisteminin katkısı kesinlikle ihmal edilemez. Diğer taraftan eğitimin giderek artan oranda ticarileşmesi, insan insana gerçekleşen bu sürecin adeta pazarlamacı-müşteri ilişkisine çevrilmesi ise kaygı vericidir.” denildi.
Eğitim sisteminin devletin ideolojik ve serbest piyasanın ekonomik kuşatması altında olduğu belirtilen açıklamada “İnsanı hem devlete kul hem de kapitalist sermayeye köle kılan bir eğitim anlayışını reddediyoruz. Bu ülkenin toplum, kültür ve inanç farklılıklarını yok sayan ve herkesi tektipleştiren milli eğitim anlayışının değişmesi gerektiğini savunuyoruz. Eğitim sisteminin bitmeyen bir yarışa, amansız rekabete ve sınırsız tüketime değil; sosyal adalet, barış, kardeşlik, paylaşma ve dayanışma gibi ilkelere ve erdemlere dayanması gerektiğini savunuyoruz. Bu sebeple de; eğitim değil ama başka bir eğitim sistemi kesinlikle şart diyoruz!” denildi.
Beytullah Önce, açıklamasının devamında, geride kalan bir ayda Milli Eğitim’de yaşanan sorunları gündeme taşıdı ve şu ifadeleri kullandı: “Son dönemde eğitimle ilgili sürekli olarak gündeme gelen sorunların hangisine baksanız, altında çok basit bir neden yatıyor: Milli Eğitim Bakanlığı, sorun üreten aklıyla sorun çözmeye çalışıyor. Haliyle olmuyor.”
Eğitim İlke-Sen MYK üyesi Beytullah Önce tarafından son dönemde yaşanan eğitim sorunları ise şu şekilde sıralandı: “Sınav sisteminde günübirlik alınan kararlar, her yıl yüz binlerce öğrencinin geleceğiyle oynanmasına yol açıyor. Bir yandan dershaneler kapatılırken, diğer yandan tüm okullar dershaneye çevriliyor. Oysa eğitim sisteminin sorunu dershaneler değil, dershaneciliği üreten rekabetçi, yarışmacı eğitim ideolojisidir. Bunu değiştirmeyip de, okulları dershaneye dönüştürmek hiçbir fayda sağlamayacaktır. Eğitim yönetiminde ise hak, adalet ve liyakat gibi ilkeler yok sayılıyor. Okul idarecileri için yapılan değişiklikler; ortaya bir sürü adaletsizliği, adam kayırmacılığı ve hakkaniyetsizliği ortaya çıkarıyor. Toplumun tüm kesimlerinin olduğu gibi kamu çalışanlarının emeği de sömürülmeye devam ediyor. Eğitim çalışanlarına sağlanan artış, çoktan buharlaşmış vaziyette. Bilim çalışanlarına yapılması beklenen akademik zam ise iyice gecikmiş durumda!”
Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu 475. Hafta Basın Açıklaması
Başka Bir Eğitim Sistemi Şart!
Değerli basın mensupları, duyarlı Sakarya halkı
Okulların açıldığı bir ay oldu. Eğitim sistemi gerek öğretim, gerekse yönetim açısından ciddi bir çöküntü yaşıyor. Kısır bir döngüdeyiz ve giderek daha derine batıyoruz. Bunun en temelinde ise eğitim sistemine şekil veren hâkim düşünce sisteminin, bu ülkenin sosyal ve kültürel yapısına yabancılığıdır. Halkın inanç ve değerleriyle uyuşmazlığıdır.
Eğitim sisteminin bu ülkenin toplumsallığına uymadığını söylerken, son dönemde öğrenci andı dayatmasının ve başörtüsü yasağının kaldırıldığının farkındayız. İmam-hatip okullarına ağırlık verildiğinin de farkındayız. Fakat eğitim sistemindeki sorunları sadece dış görüntüye bakarak anlamaya çalışanlar, bu kritik sürecin özüne ilişkin yeterli tahlillerde bulunamazlar. Haliyle eğitim sisteminin esasına dair eleştiriden kaçanlar da, sorunların çözümüne dair bütüncül bir yaklaşım ve çözüm önerileri ortaya koyamazlar.
Şu hususu özellikle vurgulamak istiyoruz ki, ülkemizdeki sosyal doku ve toplumsal dayanışma hızla çözülüyorsa, ahlaki ve kültürel yozlaşma yaygınlaşıyorsa; bu süreçte eğitim sisteminin katkısı kesinlikle ihmal edilemez.
On iki yıl boyunca eğitimi zorla dayatan devlet, maalesef bu süre zarfında aktardığı ideolojiyle, kültürle ve ahlakla ciddi bir dejenerasyon kaynağına dönüşmektedir. Diğer taraftan eğitimin giderek artan oranda ticarileşmesi, insan insana gerçekleşen bu sürecin adeta pazarlamacı-müşteri ilişkisine çevrilmesi ise kaygı vericidir.
Eğitim sistemi, devletin ideolojik, serbest piyasanın ekonomik kuşatması altındadır. Bir yandan her şey için eğitim şart koşulmakta, diğer yandan ise eğitim için daha çok para talep edilmektedir. Böyle bir gidişatın insanlığın hayrına olmadığı ortadadır.
İnsanı hem devlete kul hem de kapitalist sermayeye köle kılan bir eğitim anlayışını reddediyoruz. Bu ülkenin toplum, kültür ve inanç farklılıklarını yok sayan ve herkesi tektipleştiren milli eğitim anlayışının değişmesi gerektiğini savunuyoruz.
Eğitim sisteminin bitmeyen bir yarışa, amansız rekabete ve sınırsız tüketime değil; sosyal adalet, barış, kardeşlik, paylaşma ve dayanışma gibi ilkelere ve erdemlere dayanması gerektiğini savunuyoruz. Bu sebeple de; eğitim değil ama başka bir eğitim sistemi kesinlikle şart diyoruz!
Değerli dostlar,
Eğitimin özüne ilişkin eleştirilerimizin yanında, sürecin işleyişine dair gördüğümüz bazı somut sorunlara ilişkin de sözümüz var şüphesiz.
Eğitimde son birkaç yıldır süregelen bir keşmekeş var. Her yıl gerek eğitim-öğretimle, gerek eğitim yönetimiyle ilgili yapılan oynamalar, artık herkesi canından usandırmış vaziyette.
Son dönemde eğitimle ilgili sürekli olarak gündeme gelen sorunların hangisine baksanız, altında çok basit bir neden yatıyor: Milli Eğitim Bakanlığı, sorun üreten aklıyla sorun çözmeye çalışıyor. Haliyle olmuyor.
Sınav sisteminde günübirlik alınan kararlar, her yıl yüz binlerce öğrencinin geleceğiyle oynanmasına yol açıyor. Bir yandan dershaneler kapatılırken, diğer yandan tüm okullar dershaneye çevriliyor. Haliyle zaten haddinden fazla okula hapsolan ve en güzel çağları ruhsuz mekânlarda geçen çocuklarımız, şimdi bir de hafta sonları okullara çağrılıyor.
Oysa eğitim sisteminin sorunu dershaneler değil, dershaneciliği üreten rekabetçi, yarışmacı eğitim ideolojisidir. Bunu değiştirmeyip de, okulları dershaneye dönüştürmek hiçbir fayda sağlamayacaktır.
Eğitim yönetiminde ise hak, adalet ve liyakat gibi ilkeler yok sayılıyor. Bunların yerine siyasi iktidara ve onun liderine sorgusuz-sualsiz sadakat temel ölçüt halini alıyor. Haliyle okul idarecileri için yapılan değişiklikler; ortaya bir sürü adaletsizliği, adam kayırmacılığı ve hakkaniyetsizliği ortaya çıkarıyor.
Toplumun tüm kesimlerinin olduğu gibi kamu çalışanlarının emeği de sömürülmeye devam ediyor. Geçen yılki toplu sözleşme tiyatrosunun maliyeti, son zamlarla birlikte iyice kabarmış oldu. Eğitim çalışanlarına sağlanan artış, çoktan buharlaşmış vaziyette. Bilim çalışanlarına yapılması beklenen akademik zam ise iyice gecikmiş durumda!
Değerli dostlar,
Eğitim hepimizin geleceğini doğrudan etkileyen bir süreç. Bu zorunlu sürecin şekillenmesi ve işlemesi konusunda, maalesef toplumun hiçbir söz, tercih ve karar hakkı yok. Böyle bir dayatmaya hep birlikte itiraz etmemiz gerekiyor. Bunun için de, başta Tevhid-i Tedrisat Kanunu olmak üzere, eğitimdeki her türlü dayatmacı anlayışa karşı mücadele etmeliyiz.
Bozuk düzene parça parça yapılan müdahalelerin hiçbir işe yaramadığı ortada. Yap-bozla, yamalarla düzeltilebilecek bir durumda değil eğitim sistemi. Baştan yanlış kurulduydu, yıllar geçtikçe de yanlışlara yeni yanlışlar eklendi. Sonuç ortada. Nerden baksanız dökülüyor, nerden tutsanız elinizde kalıyor… Ama artık yeter!
Çocuklarımızın geleceğinin karartılmasına geçit vermeyelim! Başka bir eğitim sistemi talebini hep birlikte yükseltelim!
Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu adına
EĞİTİM İLKE-SEN
Kocaeli İnanç özgürlüğü Platformunun, 17 Ekim 2014 tarihinde yaptığı başörtüsüne özgürlük eylemlerinin 10.yıl, 496.hafta basın açıklamasının konusu “İç güvenlik reformu yasa tasarısı” ve Kobani olaylarıydı. Basın açıklamasını İHSD genel başkan yardımcısı Behlül Metin yaptı. İsrail taşeronu örgütün katlettiği Yasin Börü için, “Hepimiz Yasin'iz şehadete hazırız” ve “Berkinn için kıyamet kopartanlar, Yasin'e neden körsünüz ey sahtekarlar” pankartlarını tuttu.
KOCAELİ İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU 10.YIL 496. HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
Değerli halkımız ve basın mensupları.496 hafta basın açıklamamamıza hoş geldiniz.Bu basın açıklamamızda gündemde olan "İç Güvenlik Reformu Paketi" ile ilgili olarak görüşlerimizi açıklayacağız.İnsan hakları Derneği olarak elbetteki özgürlüklerden yanayız. Fakat bu özgürlükler başkalarının özgürlüğünü engellememelidir. Kobani bahanesiyle son günlerde çıkartılan olayların, bir tepki hareketi olduğuna inanmıyoruz. Bu sistemli bir isyan provasıdır. Dış güçler, Türkiye'de gerek güdümlerine alamadıkları iktidarı seçim öncesi yıpratmak, gerekse büyük İsrail'i projesi çerçevesinde Güney Doğuyu boşaltmak için planlarını tekrardan sahneye koymuşlardır.
Kobani bahanesi ile suni olarak çıkartılan olayların Kürt sorunu ile hiç bir ilgisi olmayıp, İsrail taşeronu terör çetesinin katlettiği 45 kişinin tamamına yakını Kürttür. Bu olaylardan sonra Güney Doğudan batıya yine bir göç dalgası başlamıştır. Anlaşılan o ki, terör örgütü, Büyük İsrai'in sınırları içinde kalan, başta Diyarbakır, Urfa'nın ve Güney Doğu bölgesinde, huzursuzluk çıkartıp, Müslüman halktan tamamen arındırarak, İsrail'e anahtar teslimi boş olarak teslim etmek istiyor. Savaştan kaçan 2 milyon insan da Mezopotamya bölgesini boşaltmıştır. Bunlarda Türkiye'nin batısına doğru göçlerini sürdürmektedir. Savaşta, Suriye'de 250 bin, Irakta 1 milyon insan ölmüştür. Tevratta vaat edilmiş topraklar olarak geçen bölge, Büyük İsrail için boşaltılmaktadır. Hedefleri; terör eylemleri ile Müslümanlardan arındırılmış bir güney doğu ve Mezopotamya bölgesidir.
İsrail taşeronu örgütün çıkartığı olaylardan sonra, gündeme gelen "İç Güvenlik Reformu Paketi"ni destekliyoruz. Efkan Ala'nın "orantılı güç kullanılmalı "ifadesini de destekliyoruz. Özellikle Güney Doğuda terör çeteleri Müslüman Kürt halkına zulüm ediyorsa, halkı canından bezdiriyorsa, güvenlik kuvvetlerinin elini kolunu bağlayan engeller kaldırılmalı, hatta olaylara anında ve orantısız bir şekilde müdahale edilmelidir. Keşke olaylara orantısız müdahale edilseydi de 45 kişi ölmeseydi. Bu ülkede hiç kimsenin Kobani gibi ne halkın ne de Kürt halkının büyük çoğunluğununu ilgilendirmeyen, Kürt faşistlerinden başkasının gündeminde olmayan sudan bahanelerle ülkenin huzurunu kaçırmaya hakkı yoktur. Vandallık yapıp, halkın canına malına kasteden, mafya çetesi gibi halkı baskı altına alan, İsrail maşalarına karşı, orantısız güç kullanıp, bölge insanına zarar vermesine engel olmalıdır.
İç işleri bakanı Efgan Ala'nın sözü doğru hatta noksandır. Bu sözlerin aleyhinde kim konuşur?, bu olaylardan zarar görememiş olanlar. Ateş düştüğü yeri yakar, kendi yakınları da, bu olaylarda vandal çeteler tarafından katledilseydi, karşı çıkanların böyle konuşabileceklerini hiç sanmıyoruz.
Kurban Bayramının 4. gününde, kurban eti dağıtımından gelen, Yasin Börü, Hasan Gökgöz, Yusuf Er ve Hüseyin Dakak terör örgütü tarafından vahşice başı ezilip şehid edilmiştir. Berkin Elvan borazancılarının bir tanesinden Yasin Börü için!, ses çıkmamıştır. Bölgedeki Müslüman halkı kaçırtarak efendileri İsrail'e Müslümanlardan arındırılmış bir Güney Doğu teslim etmeyi planlayanlar iyi bilsinler. Bu ülkede 1 tane değil şehadete hazır milyonlarca Yasin var. Bu bölge Müslümanlarındır, İsrail taşeronu teröristlerin bu toprakları Büyük İsrail'e peşkeş çekmesine müsaade etmeyecek milyonlar, bu uğurda şehadete hazırdır.
İmralının çağrıları olayları çıkartanların umurunda olmamış, HDP taraftarlarını sokaklara davet ederek barışa değil savaşa hizmet etmiştir. Bu olaylar göstermiştir ki, imralının barış süresine hiç bir etkisi yoktur, HDP ise barışa değil savaşa hizmet etmektedir. O zaman sormak gerekiyor?, hepimizin istediği barış sürecine hiç bir faydası olmayan bu kişi ve yapıyı hükumet neden muhatap alıyor?. Öcalan'la tüm görüşmeler kesilmeli, normal mahkum statüsü uygulanmalı ve Müslüman Kürt Halkı ile ilgisi olmayan HDP'e barış sürecinde muhatap almaya son verilmelidir. Orak Çekiçli İsrail taşeronu bu yapının Müslüman Kürt halkını temsil etmesi de söz konusu değildir.
Kobane bahane edilerek çıkarrtılan olaylarda , kuranı kerimleri, kuran kurslarını, camileri ateşe veren bu yapıya bağlı teröristlerdir. Bunlarla barış dili ile değil ancak anladıkları dilden konuşulur. Barış adına gösterilen müsamaha, yol kesmelerine susmak, bölge halkında devlete karşı bir güvensizlik oluşturmuştur. Yeni çıkan yasa ile Müslüman Kürt halkına kan kusturan İsrail taşeronu bu çete ile daha etkin bir şekilde mücadele edilmelidir. Ne yazık ki bunlarla mücadele etmek yerine HÜDA PAR üyelerine yapılan baskınlar, halkımızda baskınlar şaşkınlık ve üzüntü yaratmıştır. Devlet mağdurla değil, zalimle uğraşmalıdır.
Yeni yapılacak reformla, halkın seçtiği hükumeti ve TBMM'ni ortadan kaldırmaya yönelik girişimlerin katalog suçlar kapsamına alınmasını destekliyoruz. Buna en çok tepki verenler, değişik darbe girişimleri ile halkın seçtiği iktidarı yıkmaya çalışanlardır. Darbe dönemi artık kapanmıştır. Hangi kesimden ve ne yöntemle gelirse gelsin darbecileri cezalandıracak her türlü değişikliğin sonuna kadar arkasında olacağız. Basın açıklamasına katıldığınız için teşekkür ediyoruz.
İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI DERNEĞİ
KONYA İNANÇ ÖZGÜRLÜKLERİ PLATFORMU 371. HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
Rahman, Rahim, Allah’ın adıyla,
“Haberiniz olsun ki Allah size adli, ihsanı ve yakınlığı olana atâyı emrediyor ve fuhşiyyâttan, münkerden, bagiyden nehyediyor, size va'zediyor ki dinleyip anlayıp tutasınız.Bir de muahede ettiğinizde Allahın ahdini yerine getirin, ve sağlam sağlam ettiğiniz yeminleri bozmayın, nasıl olur ki ona Allahı kefil kılmıştınız, şüphe yok ki Allah, ne yaparsanız temamen bilir.”( Nahl Suresi, 90-91. Ayetler.)
Sevgili dostlar, değerli basın mensupları;
Zulüm zamana, mekâna ve sebeplere bağlı olarak nitelik değiştirmez. Bu fiilin failinin ve mefulunun
Yer değiştirmeside yani zalimin mazlum, mazlumun zalim olması da fiilin zulüm olmasını etkilemez. Zulüm her şart altında zulümdür.
Sebeblerin kendi sonuçlarını doğurduğu bir gerçektir. Fakat hiçbir sebep zulüm ile sonuçlanmayı gerektiremez. Klişeleşmiş cümleler duymaktayız. Yeniden her zamankinden daha fazla birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz şu günler.
Ülkemizin içinde bulunduğu konum normal şartlar değildir. İçinde bulunduğumuz özel şartlar böyle davranmamızı gerektirmektedir. Bu klişe laflar çoğalıp gitmekte her gün bir yenisi duymaktayız artık.
Zülüm kötüdür hiçbir şart ve hal onu iyi kılamaz. Hele zulüm onu kaldırmak, ona son vermek iddiasında olanların elinde yeniden diriliyorsa o zalimin zulmü daha çirkin bir zulüm olur.
Gezi olayları sözde işid protestoları altındaki kalkışma, paralel yapılanma diye adlandırılan yapının çökertilmesi, bahanesi ile ülkenin yepyeni şartlara girdiği iddia edilmesi üzerine çıkartılmak istenen baskı dönemi kanunları asla kabul edilemez.
Yeni çıkartılmak istenen yasa tasarısı ile polisin yetkileri artırılmak istenmekte “makul” şüphe adı altındaki ucube anlayışı ile keyfi gözaltılara sebebiyet verilmek istenmektedir. Arama yetkisinin daha kolaylaştırıcı şekle sokulması sanıkların mallarının müsadere edilmesi yani mal varlıklarına el konulması vb uygulamalar sonuçları tahmin edilemeyecek büyük haksızlıklar ortaya çıkarabilir.
İktidar zulümleri yenilemek, yinelemek makamı değildir. Hele zulümlere son vermek iddiasında bulunan hükümetlerin böyle davranmaya hiçbir şekilde hakkı yoktur. Mezkûr taslağın yasalaşmaması hatta teklifin dahi geri çekilmesi gerekmektedir.
Uyarıyoruz ki; bin mazlumiyet bir zumlun sebebi olamaz. Anlayasınız diye tekrar ediyoruz; yanlışın adedi ne kadar olursa olsun, onların toplamından bir doğru ortaya çıkmaz.
Tarihin bir ibret levhası olduğu, sonu kan ve zulümle bitecek heyecanların bulunmadığı, tevhit ve adalet üzere kurulu bir dünyada yaşama umudu ile hepinizi 372. Haftada aynı yer ve saatte buluşmak üzere Allah’a emanet ederiz.
KONYA İNANÇ ÖZGÜRLÜKLERİ PLATFORMU 24 Zillhicce 1435 18.10.2014